Diyetinizdeki akıl oyunları
Geçtiğimiz yaz diyet uzmanı Banu Kazanç’la röportaj yaparken, kilo vermekle ilgili son derece takıntılı bir dönem geçiriyordum ve tabii ki bu ilk değildi. Dışarıdan bakanları n incecik bir kadın olarak gördüğü ben, yine birkaç kilo almıştım ve yine büyük bir gayretle onları vermeye çalışıyordum. Kazanç, “Unutulmaması gereken en önemli şey şu; iyi ve kötü yiyecek diye bir şey yoktur. Bazı yemekleri düşman olarak görmek sağlıklı bir yaklaşım değil. Üstelik rejiminizi sabote eden bir şey. Yiyeceklerden korkmak kontrolü kaybetmeye neden olur,” demişti.
Bazaar
Diyetinizdeki akıl oyunları
Kendime yasakladığım yiyecekleri düşündüğümü hatırlıyorum. Senelerdir her yediğim lokmaya sağlıklı mı, sağlıksız mı, yağlı mı, karbonhidrat oranı yüksek mi gibi, beynimin derinliklerinden gelen bir sesin eşlik ettiğini fark etmiştim. Yemek yemek, artık keyif almak ve vücudumuzun ihtiyaç duyduğu besinleri elde etmekten ziyade bir savaş alanı na dönüşmüş durumda. Aç hissetmek veya doymak gibi basit ve yaşamsal dürtüleri unutun; söz konusu yemekler olduğunda vicdan azabından inkara, başarısızlık hissinden kontrolü kaybetmeye kadar birçok negatif duygu işin içine giriyor. Durum böyle olunca, insanları n rejim yapmakla en çok özdeşleştirdikleri kelimenin “depresyon” olması na şaşmamak gerek. Yeni bir araştırma, sağlıklı beslenmeyi oluşturan her şeyle temas kurmayı kestiğimizi gösteriyor. Rejim yapmak artık toplumsal bir meşgaleye dönüşmüş durumda. Hatta bunun bir parçası olmak için fazla kilolu olmak bile gerekmiyor.
Diyetinizdeki akıl oyunları
Görünüşe bakılırsa, bir yerlerde, bir şekilde yemekle yepyeni bir ilişki şekli oluşturmuş durumdayı z ve bu kesinlikle sağlıklı bir ilişki değil! Bir beslenme uzmanının aktardığı anekdot, bu sağlıksız ilişkiyi son derece net bir şekilde ortaya koyuyor; “Otuzlu yaşlarındaki kadın hastam, sadece cumartesi akşamları yaşadığı korkunç bir karın şişkinliğinden şikayetçiydi. Bir süre sonra bunun nedenini keşfettim. Cumartesi günleri ailesiyle üç öğün yemek yiyormuş. Yemek yeme kavramından, normal öğünlerden o kadar uzaklaşmış ki, “korkunç şişkinlik” olarak tanımladığı şey aslında sadece karnının dolu olmasıymış.” Onun düşüncesine göre, besin intoleransı olduğunu düşünen insanların gün geçtikçe artması da yemekle kurduğumuz bu sağlıksız ilişkiden kaynaklanıyor. “Bence insanlar kendilerini alerjileri olduğuna inandırarak, bilinçaltlarında o yiyecekleri hayatlarından çıkarmak için mantıklı bir bahane yaratmak istiyorlar. ” Ve görünen o ki, artık bir diyet planına veya beslenme uzmanına bile ihtiyaç duymuyoruz; genelde tercihimizi bir arkadaşın önerileri veya bir ünlünün yaptığı rejim belirliyor ve çoğunun hiçbir bilimsel dayanağı olmuyor.
Diyetinizdeki akıl oyunları
1.70 boyunda ve 58 kilo ağırlığında olan genç bir kadın şöyle diyor; “Kilo vermek için öğleden sonra saat ikiden sonra karbonhidratları tamamen kesmekten, vücuttaki yağı emdiği iddia edilen karidesten elde edilen bir besin takviyesi kullanmaya kadar her şeyi yaptım. İşin garibi, tüm bunları neden yaptığımı bile bilmiyorum çünkü aslında kilo problemim yok. Son on yılda kilomdaki oynama maksimum bir buçuk kilodur. Ama beslenme düzenimi değiştirmem gerektiği düşüncesinden kurtulamıyorum, çünkü çevremdeki herkes bunu yapıyor.” Hangi kadınla konuşursanız konuşun (zayıf, ince, tombul, şişman) herkesin yemekle ilgili benzer davranış biçimleri sergilediğini göreceksiniz. Peki, nerede yanlış yapıyoruz? İngiliz NLP uzmanı Paul McKenna, I Can Make You Thin adlı kitabında şöyle diyor; “Rejimler işe yaramaz. Eğer işe yarasaydı, son kırk yılda devamlı büyüyen diyet endüstrisine ve 25.000 diyet kitabına rağmen hala şişmanlamaya devam eder miydik?” Araştırmalar, rejim yapan insanların yüzde 70’inin bir süre sonra rejime başlamadan öncekine kıyasla daha çok kilo aldıklarını ve başarı oranının sadece yüzde 9 olduğunu gösteriyor. Sorun, rejimlerin beynimizden geçenler yerine tabağımızdaki yemek miktarı, iyi ve kötü yiyecekler gibi şeylere odaklanıyor olması. McKenna, “Yemek yemenizi esas etkileyen şey düşünme biçiminiz ve öğrenilmiş davranışlardır.
Diyetinizdeki akıl oyunları
Eğer çocukken yemek için kapı şan, hayatı yemek üzerine kurulu bir aile içinde büyüdüyseniz, büyüyünce benzer bir davranış biçimi sergilersiniz. Ama bu ruhsal programı değiştirerek ve yaşam rutininize bazı küçük alışkanlıklar ekleyerek büyük değişiklikler yapabilirsiniz,” diyor. Gerçekten de, yemeye o kadar çok anlam yüklüyoruz ki, onu ilişkilendirdiğiniz tüm duygulardan arındırdığınızda geriye basit bir gerçek kalıyor: Yiyecekler sadece enerji kaynağıdır. Vücudumuzun yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirmek için ihtiyaç duyduğumuz yakıttır. Eğer birçok kadın gibi zamanınızın çoğunu ne yemeniz veya yememeniz gerektiğini düşünerek geçiriyorsanız, artık suçluluk duygularından arınmanız ve bildiğiniz tüm rejimleri unutarak, yemekle daha sağlıklı bir ilişki kurmanın yollarını bulmanız gerekiyor. Bir psikiyatr, “Yemekle ilişkilendirdiğimiz her şey, bizim ona yüklediğimiz anlamlardır. İncecik, gayet formda görünen hastalarım var,” diyor. “Ama konuştukça, zaman içinde yiyecekler yüzünden devamlı işkence çektikleri ortaya çıkıyor. Bu kadınlar, sağlıklı beslenme hakkında her şeyi bilseler bile, yedikleri üzerinde kontrol sahibi olduklarını hissetmiyorlar. Ve unutmayın, kontrol üzerine kurulu hiçbir ilişki size mutluluk getirmez.
Diyetinizdeki akıl oyunları
Uzmanlar, yemekle olan ilişkinizin daha yaşamınızın ilk günlerinde şekillenmeye başladığı konusunda hemfikir. Doğduğumuzda hissettiğimiz ilk şey açlıktır. Bir bebek, bunun psikolojik mi, fizyolojik mi olduğunu ayırt edecek donanıma sahip değildir. Tek hissettiği aç olduğu ve bunun iyi bir şey olmadığıdır. Sonra karnı doyar ve kendini daha iyi hisseder. Acı yok olmuştur. Paul McKenna kitabında, “Bebekken bile bir kişiliğimiz vardır ve bu kişilik birçok şeyi belirler,” diyor. “Anne, açlığının giderileceği konusunda bebekte güven uyandırdıysa sorun yok. Ama eğer ne zaman doyurulacağını kestiremediği bir ortam yaratıyorsa, bu bebek için dayanılmaz olur. Ve bu da ileriki yaşamında hayal kırıklığına uğradığında öfke ve sabırsızlık hissetmesine, mutsuzluk ve hayal kırıklığı gibi duygularla baş etmekte zorlanmasına, rahatlamak için yemeğe sığınmasına neden olur. Ama tabii bazı istisnalar olduğunu da belirtmeliyim. Çocukken annenin (yemek temin eden figür olarak)üzerine titrediği bir yetişkin de yiyecekle sağlıklı olmayan bir ilişki kurabilir.
Diyetinizdeki akıl oyunları
Çünkü yemek yemek, birinin ona bakmasını ve bu hissin uyandırdığı güven duygusunu anımsatır.” Yemekle aramızdaki sağlıksız ilişki, kırklı ya da ellili yaşlarına rağmen genç kız vücuduna sahip olan ünlülerin yarattığı, pek de gerçekçi olmayan standartlarla daha da pekişiyor. 40’lı yaşlarındaki kadınlar Elle Macpherson gibi olmak istiyor ya da gazeteyi açıyorsunuz ve karşınızda 60 küsur yaşına rağmen bikinisinin içinde harika görünen Helen Mirren duruyor! İşin kötüsü, kendimize ulaşılması imkansız standartlar koyarak, öyle olmadığımız için suçluluk duymakla kalmıyoruz, aynı zamanda istediğimiz şeyin hemen olmasını istiyoruz. Doyurulmaya karşı duyduğumuz bu sabırsızlık kendimizi daha başarısız hissetmemize, bu da kendimizi cezalandırmamıza (aç bırakarak), sonra da ruhen rahatlamak için tekrar yemeğe sığınmamıza neden oluyor. Ve bu bir kısırdöngüye dönüşüyor. Mantıklı beslenmenin ve düzenli olarak egzersiz yapmanın sıradan ve sıkıcı gerçekliği kimseye çekici gelmiyor; daha pratik bir alternatif bulacağımızdan eminiz. Bu işin bir sırrı olduğuna, keşfetmemiz gereken daha iyi, daha kolay bir yol olduğuna inanmak istiyoruz. Ama maalesef gerçek şu; gizli sır falan yok!