Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Cosmopolitan/Işık Cansu Canayak
Her şeye sahip olduğunu düşündükleriniz, sizden daha şanslı değiller. Ama şanslarını kendileri yaratıyorlar; doğru bir dille istemeyerek... Şekillerin yerine hisleri koyarak. Hayallerin, ille de onları hayal ettiğimiz biçimde gerçekleşmeyeceğini bilerek! Büyük lafları yutup hayatın bu oyununa katılarak...
Adele’in ortalığı titreten Rolling in the Deep adlı şarkısında haykırdığı bir cümle vardır: “We could have had it all...” Anlamı, hepsine, her şeye sahip olabilirdik gibi bir şey. Neden bilmem, gözlerim doluyor bunu her duyduğumda. Hepsine, her şeye sahip olabilecekken ucundan dönmek. Acıklı! Bazıları yapabiliyor ama. Kendi tanımlarınca... Zaten kimsenin “her şeyden” anladığı aynı değil. Herkesin hayat denen sepetin içine doldurmak istediği şeyler farklı. Siz öyle birinin hayatına baktığınızda, onun sahip olduğu her şeye burun kıvırabilirsiniz. Ama günün sonunda, o kişi bir bütünlük, tamlık hissini yakalamıştır işte. İş, eş, para, çocuk, güzellik, sağlık... Sepette her ne var ise. Buna sadece şans deyip geçemeyiz. Çünkü işin özü, şansını kendin yaratma becerisi... Akıllı olmakla gelen şans... Büyüleyici olan da bu!
Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Bu konu aklıma yabancı bir dergide Wallis Simpson’un yaşamını okurken geldi. Biliyorsunuzdur belki... Üçüncü kocası, Windsor Dükü Prens Edward’ı tahtından vazgeçip İngiltere’den sürülmeyi göze alacak kadar kendisine aşık etmeyi başaran kadın. Üstelik o güzellik anlamında ne bir Kate Middleton, ne de Prenses Diana... Hatta pek çoğuna göre çirkin bile sayılabilir. Kendisi de söylemiş bunu zaten. Ama o, şansını kendi eliyle yaratanlardan. Stiliyle, duruşuyla, bilinçli olarak tanıştığı insanlarla bir hayatı adım adım ören ve dışarıdan bakan göze “işte her şeyi olan bir kadın” dedirtenlerden. Şimdi bu yazının ana noktasına geldik işte: Dışarıdan bakan göze... İçeride neler olduğu, nelerden fedakarlık edildiği, hayaller ve gerçekler hiç bilinmez çünkü dışarıdan. Mesela evlilikleri boyunca Wallis ile Prens’in bir cinsel hayatı paylaşmadıkları yazılıp çizilmişti hep. İnkar eden de çıkmadı. Belki Wallis Simpson da cinsellikten mahrum bir evliliği hiç hayal etmemişti. Ama başka bir şey için, bir başka önemli şeyden vazgeçti. Ne de olsa her seçiş bir vazgeçişti... Yani o, önüne çıkan bir fırsatın, umduğu şeye benzememesine aldırış etmedi! Şekli çöpe attı. Bakınız Sex and the City- Sezon 5- Plus 1 is the Loneliest Number bölümü. Güçlü, yalnız ve soğuk editör, Carrie hayatımızı değiştiren bir laf etti: “Her şeye sahip olmanın sırrı bu: Onun neye benzeyeceğine dair bir beklenti içinde olmayı bırak!”
Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Şimdi etrafınıza bir de bu gözle bakın... Bakıyorsunuz, adam yakışıklı, eğitimli, güçlü. Kadın vasat, huysuz. Ama adam pervane onun etrafında... Her zorluğuna razı gibi bir hali var. Yakın bir arkadaşınız çok yetenekli... Master, doktora, sertifikalar gırla. Sanıyorsunuz ki dünya çapında bir şirkete girecek, deli gibi yükselecek. Ama o bir hayır kurumunda, az bir maaşla çalışıyor. Neden böyle yaptığını aklınız almıyor. Bir kadın. Vücut şahane. Akıl müthiş. Maddi gücü yerinde. Dans kursundan çıkıyor, fotoğraf kursuna gidiyor... Oradan Reiki’ye. Bu profilde bir kadının tutup, mesela, düzensiz bir işi olan, kendisinden yaşça çok büyük, çok uçuk bir adamla olmasını beklemezsiniz. Ama oluyor işte...
Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Doğru soruları sormak
Biz yalnızız ama onlar biriyle. Biz mutsuz olduğumuz bir işte sinir sahibi oluyoruz ama onlar her ne yapıyorsa tatmin içindeler işte. Biz çok daha güzeliz belki ama adam onu seçmiş işte. Belki de bizi boşamış ve onu almış işte. Nedeni çok ya da nedeni yok! Öyle basit... Çünkü biz bir kalıp, bir fotoğraf peşindeyken; onlar hislerinin peşinden gidiyorlar... Bunu ya öğrenmişler ya da öğretilmişler. Çünkü onlar artık biliyorlar ki aradıkları bu his, çok yakışıklı-vitrin sahibi bir adamdan da gelebilir; kel, kendisinden kısa, birçok anlamda ondan az olan birinden de... Tıpkı en çok eğlendiğiniz gecenin, ille de bir barda 4549 tane shot yaptığınız bir gece olmaması gibi... Evde, pijamalarınızda, sadece kedi veya köpeğinizle, birçok insana göre sıkıcı sayılabilecek bir resmin içinde çok daha fazla eğlenmeniz gibi... İşte yakaladınız: Sadece bir his. Tüm zaman, mekan, fiziksel özellik ve koşullardan bağımsız; tek başına, öylece bir his. Ve onun hangi taşın altından çıkacağını bilemezsiniz
Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Şansını kendi elleriyle yaratan insanlar işte tabiatın bu mucizesini kabul etmiş olanlar. Eğer hayat adlı sepetine doldurmak istediği şeyler statü, zenginlik, şöhretse... Wallis Simpson’un yaptığı gibi bazı şeylerden vazgeçerek umduğu gibi olmasını ummayı bırakarak bunu gerçekleştirebilir. Eğer bir başkasının önceliği müthiş bir seks hayatıysa; bunun belki de çok yakışıklı, hastası olduğu o adamla değil, hayatta aklına gelmeyecek o silik adamla olabileceğini kabul etmesi gerekir... Sonuç şaşırtıcıdır evet ama zaten hayatın kendisi de böyle değil midir? Bu yüzden “Bir erkekte/kadında tipiniz ne, sarışın mı esmer mi kumral mı, bir erkekte olmazsa olmasınız nelerdir, karşı cinsin ilk neresine bakarsınız” gibi sorular çok abes geliyor bana. Diyelim ki tipin esmer. İlk baktığın yeri de elleri. Eeee? Ya sonra? Ne yapacaksın, çerçeveletip duvarına mı asacaksın adamı? Bir his alışverişiyse bu, nereden bileceksin en çok tipin olan adamın seni en mutlu edeceğini? Güzelliklerin, tatminlerin, huzurun ve eğlencenin onların olmalarını umduğunuz şekillerde geleceğini nereden bileceksiniz? Bu kadar çok liste, bu kadar çok olmazsa olmaz... Yolumuzu, seçimlerimizi tıkayan hayallerimizin bizzat kendileri değil mi? Bunlar yerine daha doğru soruları sormayı öğrenmemiz gerekiyor artık.
Herşeye sahip olanlar büyük lafları çöpe atanlardır!
Duyguları hayal edin
Hisleri, duyguları hayal etmeli artık şekiller yerine... Sözüm en çok da kendime; sanmayın ki ben farklıyım. Yine Sex and the City’den bir örnek vereceğim. Charlotte, kağıt üzerinde Mr. Kısmet olarak kendisine gelen, zengin, yakışıklı ve statü sahibi, tam bir Bay Koca olan Trey ile evlenmişti, izleyenler hatırlar... Ama ne seks tatmin etti Charlotte’u ilişkileri boyunca ne Trey’in karakteri. Sonra Harry çıktı karşısına. Çirkin, kıllı, cıvık halleriyle hayatta dönüp bakmayacağı bir adamdı. Ama her anlamda en güzel şeyleri onunla yakalamadı mı Charlotte? Bu yüzden atın o saçma sapan çizimleri kafanızdan. Bırakın hayat belirlesin şeklini. Ve siz böylece kendi şansınızı kendiniz yaratmış olun... “Her şey” listenizde neler varsa... Onları değiştirmeyin. Ve teslim olun. Büyük büyük lafların hepsini çöpe atarak...