Ne söylüyoruz, ne anlıyoruz?
Cosmopolitan/Mete Sözer
Nedendir bilemedim, bir tuhaf kelimeler kullanmaya başladık anlaşmak için. Daha sofistike görünmek için midir, okulda Türkçe derslerini sallamadık da ondan mıdır, çözemedim. Acaba anlaşılmamak için mi böyle tuhaf konuşmaya başladık?
“Abi süper bir ambiyans vardı dün gece” diyor birisi. Diyor da, mekanın mimari özelliklerinden bahsetmediği şüphesi uyanıyor içinde insanın. Daha çok “Oğlum acayip karı-kız vardı ha. Kaçırdın” gibisinden anlamak gerekiyor onu. “Ayy! Adam çok marjinal” cümlesinin Türkçe’si: “Çok etkilendim yaa. Beni beğenir mi acaba” sanki! “Uff! Devamlı provoke ediyor” derse “Aldatacağım da doğru adamı bulamadım” türünden bir şey. “Global olarak konuştuk işte” demek “Başkasını buldum ben. Hafiften uzuyorum” demek. Peki, “Aramızda müthiş bir sinerji oluştu” ne demek o zaman? “Ha yattı, ha yatacaklar” demek ya da bana öyle geliyor.
Ne söylüyoruz, ne anlıyoruz?
Bir fonksiyonu var ki böyle konuşuyoruz. İlk duyduğumuz yeni kelimenin atlıyoruz üstüne. Gerçek anlamı hiç mi hiç önemli değil. İşimizi görsün yeter. Maskemizi sağlamlaştırsın, gerisini boş ver. Yoksa yayılır mı virüs gibi bu şifreli ifade şekli. İnsan içinden geçeni söyleyemiyor da ufak bir makyaj çekiyor üstüne. Pek ufak değil ya neyse. Herkes farkında kimin ne demek istediğinin de kimse çaktırmıyor. “Hani sinerji bozulmasın” diyor geçiyor insan. Oysa ki asıl o zaman bozulmaya başlıyor işler, ilişkiler. Özellikle de yakın ilişkiler. Sevgililer ayrılıyor, karı-kocalar boşanıyor, onlarca yıllık dostluklar tükeniyor. “Otantik” bir yemeği ballandıra ballandıra anlatıyor herkes de nedense kendisi “otantik” olmaya yanaşmıyor bir türlü. Mütemadiyen hislerden, duygulardan, beklentilerden bahsediyor da bunları nasıl ifade edeceğini bilemiyor.
Ne söylüyoruz, ne anlıyoruz?
İletişim Sorunu
Kadın “Artık beni sevmiyorsun” diye yakınıyor mesela. Erkek de anlamıyor ne demek istediğini. “Bana içinden geldiği gibi davran lütfen. Zorunlu hissettiğin için değil” dese durup bir düşünecek belki de. Erkek, “Devamlı söylenme tepemde” diyor kadına. “Seninle sıkıntılarımı paylaşmakta güçlük çekiyorum” dese belki oturup konuşacaklar ortalık alevlenmeden ama bir türlü olmuyor işte. Çok hassas duyularımız var biz insanların. İstesek de, istemesek de seziyoruz uzaktan tuhaflıkları. Öyle muazzam bir kelime haznesine falan da gerek yok.
Ne söylüyoruz, ne anlıyoruz?
Samimi olanla olmayanı en cahilimiz bile hemen ayırt edebiliyor. Kuşlar depremi önceden nasıl fark ediyorsa biz de tahmin edebiliyoruz olabilecekleri. Adını henüz koymamış olsak da alıyoruz en ufak kokuyu. Tüylerimiz diken diken oluyor, yeri gelince de kendimize bile çaktırmıyoruz. Küçümsüyoruz karşımızdakileri. Onlar da bizi küçümsüyor. Anlamayacaklar zannediyoruz. Belki de zannetmek işimize geliyor. Zaman kazanmaya çalışıyoruz adeta. Neden bu kadar zor geliyor duyguları olduğu gibi ifade etmek? Devamlı kıvırmak nasıl da bir efor gerektiriyor şöyle bir düşününce.
Ne söylüyoruz, ne anlıyoruz?
Çok yorulmuyor muyuz aslında? Bir ömür gizlenmek huzur mu veriyor bize? Korkuyor insanoğlu belki de. Tepkiden, reddedilmekten, terk edilmekten. Anlamadığı, bilmediği kelimelerin arkasına saklanmaya başlıyor. Önce kolayına geliyor, sonra alışkanlık haline getiriyor bunu. Başka türlüsünü de beceremez oluyor bir süre sonra. “İfade kötürümü” diyesim geliyor arada onlara. Anlatamıyor derdini, paylaşamıyor hüznünü. Sıkıntılarını biriktirmeye başlıyor özenle. Direniyor, reddediyor önce. Günlerce, aylarca. Hatta bazen yıllarca. Eninde sonunda ne oluyor peki? Sabır taşıyor. Bir kıvılcım yetiyor. Kavga patlıyor. En şiddetli türünden. Ağzına geleni umarsızca söylüyor herkes. Hem de en çiğ şeklinde. Ama mükemmel bir Türkçe ile. Buna da içini boşaltmak deniyor. Ta ki bomboş olana kadar...