İyileştiren terapi: Sarılmak
Cosmopolitan/Işık Cansu Canayak
Bir ilişkinin ne kadar iyi gittiği bize öğretilenin aksine sadece seks hayatındaki tutku üzerinden ölçülmüyormuş. Meğer şefkat yani sevecenlik her şeyi elinde tutan ana kraliçeymiş. Bir kadınla erkek arasında sarılma ve okşama yoksa huzur da olmuyormuş. Huzur yoksa zaten hayat yokmuş. Bütün bunları araştırmacılar söylüyor. Bir iyi haber daha; sevilme hissinin sonucunda vücutta salgılanan oksitosin hormonu da insanı gençleştiriyormuş.
“Bugün şöyle bir sıkı sıkı sarılmadık, film izlerken el ele tutuşmadık” demiyoruz da “Üç gündür seks yapmadık” diye kız arkadaşlarımıza telefon açıyoruz. Seks elbette çok önemli, peki ya diğeri? Araştırmalar gösterdi ki, okşanmak, şefkat görmek yani sevildiğini hissetmek aşk ölüp gitse bile baki kalıyor, beraberliğin bir ömür boyu sürmesini sağlıyor. Şefkat yoksa gemi yürümüyor. Nokta.
İyileştiren terapi: Sarılmak
Dokunuştaki keramet
“Öyle mi sahiden” diye annemin bir arkadaşına sordum. Aklıma ilk o geldi çünkü o ve eşi, 30 yılı aşkın bir süredir evli ve hâlâ çok mutlular. Sarılıyorlar, öpüşüyorlar, birbirlerine hâlâ “Aşkım, canım” diye hitap ediyorlar. Bizim bu yaşta, bir senede tükettiğimiz güzellikleri bir ömürdür yaşıyorlar. Mucize gibi bir şey. Seksin bunda hâlâ bir payı olduğunu sanmıyorum. “Cinsel hayatımız neredeyse sonlandı. Uzun yıllardır, doğal olarak, tutkumuz falan yok. Ama hâlâ sarılarak uyuyoruz, televizyon izlerken birlikte mayışıyoruz. Sabah birbirimizi uğurlarken sıkı sıkı sarılıyoruz. Eğer her gün böyle bir iletişimimiz olmasaydı, ev arkadaşı haline dönüşebilirdik” diyor. Ki haklı. Araştırma şöyle: Amerika, Brezilya, Almanya, Japonya ve İspanya’dan 25 yılı aşkın süredir beraber olan binden fazla çift seçiliyor. Araştırmanın ve aynı zamanda Indiana Üniversitesi Kinsey Seks, Cinsiyet ve Üreme Enstitüsü’nün başındaki isim Julia Heiman; “Uzun ilişkilerin kişinin sağlığını olumlu etkilediğini biliyoruz. Bu kez hangi faktörlerin ilişkiyi sürdürdüğünü anlamak istedik” diyor ve ekliyor: “Gündelik yaşamda sıkça öpüşmenin, sarılmanın ve birbirine ilgi göstermenin özellikle erkekleri daha mutlu ve dinç kıldığını gördük.”
İyileştiren terapi: Sarılmak
Biz de erkekleri hep sadece seks düşünen, kalpsiz yaratıklar sanırdık abartıyorum tabii ama bu civarda bir şey işte- oysa onlar şefkate bizden daha açlarmış! Hayvanlar üzerinde yapılan bir diğer araştırmada ise, bazı türlerin mesela köstebeklerin partnerleriyle saatlerce sarıldığını gözlemlemiş. Kaplanlar ve orangutanlar da sarılma eğilimindeymiş. Uzmanlara göre, içinde seks olmayan fiziksel yakınlığın insanlarda da olması kaçınılmaz. Bir başka araştırma ise, ilk birkaç aydaki cinsel tutkunun partnerleri birbirlerine mühürlediğini ancak bu bağlanmadan sonra sevgilinizi her gördüğünüzde onunla bir yakınlaşma ihtiyacı duyduğunuzu, yani oksitosin hormonunu salgılama dürtünüzün zirve yaptığı sonucuna varmış. Oksitosin salgılamanın en kestirme yolu ise sarılmaktan geçiyormuş. “Sarılmak, sadece cinsel bir zevk sağlamakla kalmaz, aynı zamanda size hayatınızda birinin olmasının konforunu ve güvenini de hissettirir. Bir ilişkinin sağlığı için bunlar en az seks kadar önemli” diyor Paula Hall. Paula da kimmiş demeyin, kendisi Londra’nın en ünlü ilişki ve seks terapistlerinden biri. 17 yıldır bu işi yapıyor. İngiltere’nin önemli gazetelerinden The Sun ve Guardian’a görüş veriyor, BBC’nin dizileri için danışmanlık yapıyor. Philips, Clinique, Johnson&Johnson gibi global markaların cinsel alt metni olan ürün reklamlarının arkasındaki isimlerden. Yani Hall, ne söylediğini iyi biliyor: “Odak noktasında seksin olması, duygusal tatminsizliklerin hiç konuşulmaması anlamına gelebilir. Ama sarılma, okşama gibi eylemler çok daha rahat ve samimi bir diyalog sağlar. Nedeni de okşanma hormonu dediğimiz oksitosinin salgılanması.” Tamam, anladık da neymiş şu oksitosin?
İyileştiren terapi: Sarılmak
Mucize hormon: Oksitosin
Dokunma sonucu salgılanıyor bu duygusal hormon. Sonucunda kendinizi iyi hissettiğiniz için devamlı dokunmak ve dokunulmak istiyorsunuz. Döngü başlıyor. Tek eşli ilişkilerdeki sakinlik, sevgi ve iletişim hissinin arkasında devamlı “Hadi, hadi, hadi” diye tezahürat yapan oksitosin var; eritiyor bizi. İngiliz psikiyatrist ve yazar Dr. Brenda Davies, aynı zamanda spiritüel yollarla kişileri iyileştirme üzerinde de çalışıyor. Hayatı bu hormon hakkında araştırma yapmak ve konuşmakla geçiyor. “Buna aşk hormonu diyoruz. Kanımızdaki oranı, sevildiğini hissetme etkisiyle artıp azalıyor. Bir köpeği okşamak bile işe yarıyor. Panikleme ve donup kalma gibi olumsuz durumların da panzehiri.” Oksitosinin marifetleri bu kadarla da sınırlı değil. Üstüne bir de stres hormonu kortizolü bastırıp azaltıyor. Kişinin kendine güvenini de artırıyor. Yaşlanmayı engelliyor. Bu yüzden yalnız ve mutsuz insanlar çok daha hızlı yaşlanıyorlarmış meğer. Eh, vücutlarında ve ruhlarında bu kadar faydalı şeyler gerçekleşen çiftler nasıl olur da mutluluğu bulamazlar? Bizdeki oksitosin etkisi, kadınsal hormonumuz östrojenin de salgılanmasıyla iyice katmerleniyor, iki katına çıkıyormuş bir de! Alın size bir araştırma daha: Cambridge Üniversitesi’nden Nöroloji Profesörü Keith Kendrick, kendilerine ekstra oksitosin hormonu verilen erkeklerde empati yeteneğinin ve şefkatin arttığını ispatlamış.
İyileştiren terapi: Sarılmak
“Bu hormon varsa huzur var. Erkeklerdeki oksitosin yükselişi, kadınlara göre daha fazla. Bu yüzden sevgi ve şefkat gören erkekler daha anlayışlı oluyor ve karşılığında aynısını eşlerine de gösteriyorlar.” Bir sarılma, bir okşama nelere kadirmiş, değil mi? İnsan şaşırıp kalıyor. Paula Hall son noktayı koysun: “Seks her zaman mümkün olmayabilir. Hastasınızdır, streslisinizdir, yer ve zaman uygun değildir. Oysa şefkat göstermenin önünde hiçbir engel yok. Günlük iletişiminizi bunun üzerine kurduğunuzda sevgide hiçbir kesinti olmuyor. Kendinizi her an sevilen, korunan biri gibi hissetmekten daha güzel ne olabilir? Muhtemelen uzun mesafe ilişkileri de bu yüzden yürümüyor. Çünkü dokunamıyorsunuz, sarılamıyorsunuz ve aradaki o sıcaklık kayboluyor.” Görüyorsunuz, ne kadar çok soru işareti sadece şefkat üzerinden yanıtlanabiliyormuş. Bir de kültürel ve toplumsal kodlar var. Bizde sarılması, şefkat göstermesi, bağrına basması gereken taraf hep erkeklermiş gibi bir algı vardır. Kadın ise buna ihtiyacı olan taraftır. Oysa onların bizden de fazla ihtiyacı varmış anlaşılmaya, başlarının okşanmasına. Onlar da bizim dizimize uzanmak, kendilerini kedi gibi sevdirmek istiyorlarmış. Erkekler de yanar, hem de nasıl yanarmış! Herkes kendisini emin ellerde hissetmek istiyormuş aslında.
İyileştiren terapi: Sarılmak
Yalandan saç okşamak gibi değil
Tüm bu sarılmalar, adam gibi sevmeler, ilgilenmeler, empati kurmalar ancak ve sadece karşımızdakine bir sevgi, sevginin yansıması olarak da şefkat duymamızla mümkünse, bu kelimenin ne anlama geldiğine de bakalım. Türk Dil Kurumu, şefkatin tanımını “sevecenlik, acıma ve sevgi duygusu” olarak veriyor. Acıma ile işimiz yok. Sevecenlik ise bizim için her şey demek. Zaten Budist öğretilere göre keder ve acıma, sevecenliğin iki temel düşmanı. Şefkat, sağ elinizle cep telefonunuzda mesaj atarken sol elinizle sevgilinizin saçını yalandan okşamadan çok daha derin bir olgu. Her şeyden önce, karşınızdakinin varlığını ve hassaslığını derinden kavramanız demek. Onu kontrol etmek yerine korumaya çalışmanız onun yaralarını deşmemeniz, olanı olduğu gibi kabullenmeniz anlamına geliyor.
İyileştiren terapi: Sarılmak
Bunu da ancak egolarından sıyrılmış biri yapabilir. Böyle biri partnerini dinlemeyi de biliyor demektir. Ve konuşabilen çiftler birbirlerini parçalamazlar. Bir de tersine bakalım: Şefkatin iki bariz düşmanı var: Öfke ve kendini üstün görme hali. Yani şefkat yoksa anlayış yok. Anlayış yoksa kontrol var, aşırı sahiplenme var. Resimde artık karşınızdaki yok, yalnızca sizin istekleriniz var. Kendi tatmininiz için onunla yalandan ilgilenmeniz var. Bunun ters teptiğini görünce öfkelenmeniz var. Durum böyleyse de yolun sonunda yıkım var. Psikolojinin en prestijli dergisi Phychology Today yazarlarından Steven Stosny: “Kendisini ahlaksal ya da entellektüel olarak üstün gören bir insan, hakkını vererek samimi olamaz. Şefkat veremez ve alamaz. İlişkileri de uzun vadeli olamaz” diyor. Yani, domino taşları gibi, bir doğru arkasından bin tane doğruyu getiriyor; yanlış bir başlangıç da tüm yanlışları. Doğru noktadan yola çıkmak şart!
İyileştiren terapi: Sarılmak
İlişkideki bağlayıcı güç: Sevecenlik
Bu araştırmalar, sarılmanın seksten daha önemli olduğunu veya onun yerini alabileceğini söylemiyor. Seks, yani tutku ya da aşk, adını siz koyun, elbette son derece önemli ve iyi olması da ilişkiyi güçlü kılıyor. Ama beraberliğin sağlığını ölçen tek gösterge buradaki gidişat değil. Sevginin yani sevecenliğin ve şefkatin uzun vadeli mutluluklarda hayati önem taşıdığını görmezden gelebiliyoruz; yazımızın derdi bununla. Şöyle düşünün: İki tane pastane var. Benzer ürünler satıyorlar. Birinde çalışan kadın asık suratlı, “merhaba” bile demeden, yüzünüze bakmadan sipariş alıyor. Diğeri güler yüzlü, sevimli; halinizi hatırınızı soruyor, adınızı biliyor. Hangisinden alışveriş yaparsınız? Durum aynı değilse de özünde benziyor: Sevecenlik bizi diğerlerine bağlıyor. Yine ve yeniden oraya gitmek istiyoruz. Tıpkı güler yüzün parayla olamaması gibi, sarılmak da bedava; masrafsız, sıkıntısız. Sarılın, sevin, öpün, okşayın, dokunun. Sevigilinizle her gün fiziksel bir iletişiminiz olsun. Emin olun, böylece bitmeyen bir şarkınız olacak, ha tabii bir de bol bol oksitosin hormonunuz.