Kendin gibi olmak ya da olmamak
Cosmopolitan
İnsanın iç hesaplaşması nedense hep büyük bir travma, ayrılık ya da başına istemediği bir şeyler gelmesinden sonra olur nedense. Piyangodan büyük ikramiye çıktıktan sonra içsel muhasebe yapanı hiç görmedim mesela!
Kendin gibi olmak ya da olmamak
Hepimiz bir şekilde iş hayatımızda belirli maskelere bürünüyoruz elbet, biraz da mecburiyetten hatta. Benim bahsettiğim “kendi gibi olmak’’ bu anlamda değil, bir ilişkide nasıl birisi olduğumuz ile ilgili. Oyun oynamak ilişkilerin ayrılmaz bir parçası. Hele hele iki taraf da birer oyuncuysa o ilişkinin tadına doyum olmayabilir. Ama genelde böyle olmaz işler, mutlaka bir taraf daha naiftir, bir taraf da “master of puppets’’ yani, perdenin arkasındaki gerçek güç… Bir ilişki düşünün, yıllarca oynamış da oynamışsınız. Hatta kendi oyununuza göre iyi de bir oyuncu sayılırsınız. Sonra birileri çıkmış karşınıza, siz farkında olmadan oyun oynamayı bırakır hale gelmişsiniz. Dünyanın en hafiflemiş insanısınız, sizden daha dürüst ve daha içten birisi yok, -tabii ki sevgiliniz hariç- hayat size güzel kısacası. Öyle mi sandınız? Pek bir yanıldınız çünkü karşınızdaki hiç de sizin gibi düşünmüyor. Sizin bıraktığınız oyun alanını tamamen kaplamış durumda ve siz de elinde gözden düşmüş eski bir oyuncaksınız…
Kendin gibi olmak ya da olmamak
Tanıdık Geldi mi? Geldiyse, bir dakikayı kendinize ayırın ve arkanıza yaslanın. Şöyle bir düşünün bakalım. Düşünün, bu ilişkiden sonra siz ne yapmışsınız yeni ilişkinizde? Roller değişti sanki? Ne oldu “gerçek’’ size peki? Bir ilişkideki “gerçek’’ siz, hem karşınızdakinin tavırlarına hem de sizin geçmiş tortularınıza göre değişir esasında. İster kadın olun, ister erkek, fark etmiyor. Ama madem erkek gözüyle yazıyoruz bu yazıları, o zaman yine tanıdık gelecek bir örnek vereyim: İlk randevuya çıkan bir kadın düşünün. O gece ne giyeceği (çok mu kapalı, çok mu seksi), ne yiyeceği (ki hiçbir kadın ilk randevularında yemek yemez nedense), ne konuşacağı (çok mu şenşakrak, cool mu) hep soru işaretidir. Bilir ki, nasıl başlarsa öyle gidecektir çünkü. İlk kendini nasıl tanıtırsa, karşısındakinin de öyle davranacağını tahmin eder... Eder etmesine de, genelde ilk randevuların bu kadar heyecansız geçmesinin sebebi de aynen budur. İki tarafın birbirini tarttığı bir boks maçının ilk raundu bir nevi. Olaya bu açıdan bakarsak aslında son derece mantıksız bir davranış çünkü ne de olsa kendimiz gibi davranamayacağımız bir ilişkinin sürmesi mümkün değildir sonuçta. Ama kim demiş ki insan “mantıklı’’ bir hayvandır diye?
Kendin gibi olmak ya da olmamak
Kritik soru
Şu bir gerçek ki, ne kadar kendimiz gibi davranmaya başlarsak o kadar da kırılmaya açıyoruz kendimizi. Ve her kırıldığımızda da bir sonraki sefer geri çekiyoruz kendimizi. Sonuç belli… Buradaki kritik soru şu: Mevcut sevgiliniz sizin geçmiş yüklerinizi ve tecrübelerinizi sırtlamak zorunda mı? Ya da siz onunkileri? Belki de daha da kritik olan soru ise; peki bu işin çözümü var mı? Var ki, insanlar hâlâ evleniyor ve evli kalabiliyor.
Kendin gibi olmak ya da olmamak
Ben onu becerebilenler sınıfına henüz dahil değilim, etrafında birkaç tur atmışlığım var sadece. Bazıları bu işin çözümünü “kısasa kısas’’ yöntemiyle bulmuş. Bu tipler, o bana böyle yaparsa ben de ona böyle yaparım mantık silsilesinde haraket edip, ilişkiyi hiç bitmeyen bir Kasparov-Karpov satranç maçına döndürmüş durumdalar. Bu da bir çözüm tabii ama zaten her yerde oyun oynarken, ilişkimizin de kocaman bir oyun olmasını ister miyiz, bilemiyorum! Neden derseniz, hepimiz satranç tahtasında fil mi olalım, vezir mi yoksa piyon mu derken, bir gün gelecek birisi bize “zaman bitti, geçmiş olsun’’ diyecek, biz de öyle bakakalacağız…