Tevazunun ölçüsü
Cosmopolitan/Cansu Canayak
Onu doğru tanıyor muyuz? Tevazu aslında ne anlama geliyor? Bir erdem mi, bir lanet mi? Nereye kadar yarar, nereden sonra zarar? Kendini beğenmişliğin tam tersi olmaktan çok daha karmaşık bir şey tevazu. Çünkü sahiden alçak gönüllü olabilmek için önce kendini çok beğenmek gerekiyor.
Romen Diyojen’e göre, tevazu, erdemin rengi. İngiliz filozof ve yazar William Hazlitt ise ters köşeden vuruyor: “Tevazu, tüm erdemler arasında en düşük olandır. Kendi değerini aşağıya çeken kişiye, diğerleri de aynısını yapar. Hiçbir büyük insan da bunu yapmamıştır.” Romalı devlet adamıfilozof Seneca, “Tevazu, kanunların yasaklayamadığı davranışları yasaklar” diyerek işe daha esprili bir yerden bakıyor. Bu kadarından bile anlaşılıyor ki, göründüğünden çok daha karışık bir konu tevazu. Kendini övmekövmemek ayrımından çok daha derin bir mevzu. Dengesini tutturmak farkındalık gerektiriyor. Kendimizden yola çıkalım. Bir yandan tevazu içinde olmayanlara sinir oluruz; “Konumunu sindirememiş”, “ne oldum delisi”, “bir şeyi bu kadar dillendiren birinde zaten bir arıza vardır” deyiveririz.
Tevazunun ölçüsü
Eh, haksız da sayılmayız. Ama duvarın öte tarafında bir de, “Fazla mütevazi olmayın, inanırlar” lafının maalesef hepimizce kanıtlanmış olan doğruluğu vardır. Mesela Fransız biyologfilozof Jean Rostand, “Tevazuyu, onun geldiği derin yerleri kavramayacak insanlar karşısında koruma altına almamız gerekir” der. Hakikaten de, bazen diğerlerine kendi ederinizi, değerinizi hatırlatmanız gerekir. Hayat sizi buna zorlar. Bu, bir yerde hakkınızı korumak gibi bir şeydir...
Ne kendini sil Ne de 24 saat “ben TV”den yayın yap
Ah, o da ne? Yine mi aynı yere çıktık? Yine mi azı karar, çoğu zarar sözü haklı çıktı? Evet! Şöyle ki, bu erdemin kendimizi imha etme operasyonuna dönüşmesinin önüne geçmek ve kendi değerimize sahip çıkmak zorundayız. Övgüleri kabul etmekten utanarak, tüm başarıları çekmecede saklayarak yani kendini sabote ederek yaşamaya, yaşamak denmez. Nasıl ki kendimizle dolup taşıp, 24 saat “Ben TV” kanalını (hep kendimizden bahsederek) açık tutup etrafımızdakileri bizi izlemeye zorlamak olacak iş değilse... Evraka! Kendini aşırı derecede övmekle gerektiği kadar yapmak arasında, bir cambaz gibi dengeyi kaybetmeden üzerinde durmamız gereken çizgi tam da bu! “Erdem, iki uç arasındaki altın oranı bulmakta yatar” demiş Aristo. Evet, çok doğru canım da, kolay mı bu iş?
Tevazunun ölçüsü
Tevazunun tanımı
İşe tanımından başlayalım. Birkaç ay evvel, The Philosophical Quarterly adlı akademik yayında, Arkansas Üniversitesi Felsefe Profesörü Irene McMullin’in bir makalesi yer aldı. Tevazunun tanımını ve kendi içindeki çelişkilerini konuşan bu çalışma, internette çok popüler oldu, pek çok kişi tarafından yorumlandı. McMullin’e göre, tevazu sahibi kişi, mutlaka kendi değerlerinin farkında olmalı. Zaten çelişki de burada. Bu kişi önce diğerlerinden üstün olduğunu kabul etmek zorunda. Bunu dillendirme konusunda onu tutan şey ise çevresine karşı olan duyarlılığı. Kimseyi rencide etmek ve eksik hissettirmemek için kendi değerlerini bertaraf edebiliyor kişi yani kendisine başkalarının gözünden de bakıyor ve onlara nasıl göründüğünü önemsiyor.
Tevazunun ölçüsü
Yaman bir çelişki! Diyelim ki, Melis, muhteşem bir yönetici. Eğer bunun farkında değilse, övünmeye değer bir şey olduğunu düşünmediği için sürekli kendi başarılarından söz edip diğerlerinin moralini bozabilir. Oysa Melis, yeteneğinin farkında olsa, durumu idrak eder ve duyarlı biriyse de işin dengesini tutturur. Yani tevazuya varır. Bakın, aynı gerçeğin farkına bundan 100 sene önce Amerikalı şair-yazar Oliver Herford da varmış. “Tevazu, cazibenizi sanki onun hiç farkında değilmişsiniz gibi çoğaltma sanatıdır.” Hem özelliklerinin fazlasıyla farkında olup, hem de evrende bir kum tanesi kadar küçük olduğunu bilerek kimseyi rencide etmeme sanatı bu. Zor zanaat demiştik zaten yazının başında. Mesela Einstein... Elbette o zekasının ve dünyayı değiştirecek işler yaptığının farkındaydı. Ama, evrenle kıyaslandığımızda ne kadar önemsiz ve küçük olduğumuzu da biliyordu. Tam da bu yüzden ününün zirvesindeyken bile fotoğrafı çekilirken şımararak dil çıkarabiliyordu. Hepimizin eşit ve gelip geçici olduğunun fazlasıyla farkındaydı. İşte budur!
Tevazunun ölçüsü
Tevazuyla ilgili ilginç notlar
● Hara Estroff Marano’nun Psychology Today dergisinin sitesinde yayımlanan makalesi bakın ne diyor: “Normal şartlar altında tevazu aslında bir tür karşındakini etkileme yöntemidir. Japonya ve Çin kültüründe, kendini gizlemek bir erdem olarak kabul edilir. Oysa Batı kültürlerinde bireyselliğin önemi ortaya çıkar. Kendimizi mutlaka özel ve tek biriymişiz gibi sunmamız gerekir. Ama aynı anda bizden tevazu sahibi olmamız da beklenir.” Bu iş o yüzden çok karışık!
● Yeni tanıştığımız insanlara kendimizi tanıtırken otomatik olarak iyi taraflarımızı anlatmaya çalışıyormuşuz. Onları muhtemelen bir daha görmeyeceğimizden hem övünmek için fırsatı kaçırmak istemiyormuşuz; hem de zaten yabancıların yanında kendini beğenmiş biri gibi görünme endişesini duymuyormuşuz!
● Hayatımızda sabit olan kişilerin yanında da otomatik olarak alçak gönüllülük moduna geçiyoruz. Sebepler belli: Onlar bizim iyi özelliklerimizi zaten biliyorlar. Ve onlara kendini beğenmiş, ukala biri görünme riskini de almak istemiyoruz.
Tevazunun ölçüsü
Tevazu sahibi kişiler, kendilerini ve yeteneklerini fazla göz ardı ediyormuş gibi duruyorlar. Yazının başında da söz ettiğimiz gibi, bu da onların aslında diğerlerinden üstün olduğunu kavradıkları anlamına geliyor. Eh, peki hiç böyle bir şey yokmuş gibi davranmaları sahtekarlık gibi bir şey olmuyor mu o halde? Zor ve ilginç bir soru. Forumlarda en çok tartışılan noktalardan biri de bu.
● Mütevazı insan, bir başarısını özellikle saklamaya çalışırken, aslında diğerlerinin çok kırılgan olduğuna onlar adına karar vermiş oluyor. Karşısındakini rahatlatmak için başarısını inkar edip aşağıya çekerken; aslında bunu onların böyle bir şeyin yakınından bile geçemeyeceği fikrinin üzerine inşaa ediyor... Böyle bir kendini beğenmişlik olur mu!
● Çözüm: Başarını, yeteneğini, övünülecek yönlerinin hepsini kabul etmek ama bunun için ne kadar emek harcadığının, ödediğin bedellerin de altını çizmek... Mesela pazarlama müdürü pozisyonuna terfi ettiysenizsoranlara, “Çok teşekkürler ama kolay olmadı, çok çalıştım, umarım iyi olur” gibi ne inkar eden ne de mutluluktan çıldıran yanıtlar vermek... Hem kolay hem çok zor ama hayatın kendisi de zaten böyle değil mi?