Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Tuğçe Kayar Portreler Ekin Özbiçer
Kariyeriniz boyunca verdiğiniz röportajları göz önünde bulundurunca şu an fotoğrafçılıkla ilgili konuşmak istiyor musunuz, merak ediyorum...
Bana sorduğunuz her soruya cevap veririm ama doğrusunu söylemek gerekirse bazen röportajlardan sıkılıyorum. Tabii bu durum soruların ne kadar ilginç ve zekice hazırlanmış olduğuna bağlı. Son 10 yıldır neredeyse haftada bir röportaj yapıyorlar ve hep aynı soruları soruyorlar. O yüzden röportaj yapan kişi beni masaya yatırırken ben de aynısını ona yapıyorum ve editoryal açıdan yeteneklerini sınıyorum. Eminim benimle röportaj yapmak çok zordur çünkü sorulacak soru kalmadı.
Fotoğrafçılık yapmaya karar verdikten sonra mesleğinizle ilgili en büyük yanılgınızın ne olduğuyla başlayabiliriz...
Açıkçası fotoğrafçılığa başlarken bunu hiç sorgulamadım çünkü sadece fotoğraf çekmek istiyordum. Ama direkt ticari fotoğrafçılık yapmadım; işe önce bugüne kıyasla daha destekleyici bir sisteme sahip olan fotoğrafçılık eğitmenliğiyle başladım. Eğitmenlik temelinden gelen biri olduğumdan sanırım en büyük yanılgım bu sistemin hep destekleyici olacağını düşünmekti.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Bir röportajınızda şimdiye kadar yarattığınız fotoğraf serileri arasında favorinizin The Last Resort olduğunu söylemiştiniz. O dönemle bugünü kıyasladığınızda fotoğrafçılık anlayışınızda ne tür farklılıklar görüyorsunuz?
The Last Resort hem ilk renkli fotoğraf serim olduğu hem de orta format kamerayla çektiğim için çok heyecan vericiydi. Ayrıca İngiltere dışında da tanınmamı sağladı ve kariyerime müthiş bir yön verdi. Fotoğrafçılık anlayışımdaki en önemli farkı da dijital fotoğrafçılığın ilerlemesiyle açıklayabilirim. Ben yeni jenerasyon DSRL kamera kullanmaya, piyasaya ilk sürüldüğü 2008 yılında başladım ve o zamandan bu yana bile inanılmaz teknolojik gelişmeler oldu.
Teknik açıdan geçmişe dair bir özlem yani manuel kameralara karşı nostalji hissi taşımıyor musunuz?
Hayır, hiçbir zaman. Neden geriye dönük yaşayayım ki? Eski işlerime baktığımda ortaya çıkan sonuçları seviyorum ama kesinlikle filmleri ya da manuel kameraları aramıyorum çünkü hiçbiri yeni kameralar kadar iyi değil.
Karanlık odaya girme gibi eski ritüeller…
Hayır. Ben hiçbir fotoğrafı işlemden geçirip oynama yapmam; sadece fotoğraf çekerim. Diğer süreçleri benim için yapacak insanlar var zaten. Ayrıca vaktimin büyük çoğunluğu fotoğraf çekmekle, arta kalan kısmı da sizlere röportaj vermekle geçiyor!
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Bir bakıma doğru. Peki belirli sosyal grupların içindeki insanları bu tür kodlarla mı algılıyorsunuz?
Elbette hayır. Dediğim gibi insanlar bir tribe giriyorlar ve ben de 'trip fotoğrafçısı'yım.
Fotoğraflarınızda bireysel anlamda ironik gerçeklikleri görüyoruz ama seri haline geldikler inde bunun aslında toplumsal bir gerçeklik olduğunu anlıyoruz. İçinde bulunduğumuz sosyokültürel ya da popüler kültüre dair en sevmediğiniz gerçeklik nedir?
Ben demokratik bir fotoğrafçıyım ve toplumu oluşturan insanları seviyorum. Evet, toplumun can sıkıcı yanları var ama bunun için yapabilecek hiçbir şeyimiz yok. Bunun yanında küreselleşmenin hızına sürünerek yetişmeyi sevmiyorum; Brexit gibi rejimlere ya da buna 'evet' oyu verenlere karşı çıkmayı da. Herkese tolerans göstermek, kararlara razı olmak gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafçılık bu tür belirsizlikleri ve çelişkileri belirli bir metotla açığa çıkarmaktır -ki dünya çelişki ve belirsizlikle doludur.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Fotoğraflarınızda bireysel anlamda ironik gerçeklikleri görüyoruz ama seri haline geldikler inde bunun aslında toplumsal bir gerçeklik olduğunu anlıyoruz. İçinde bulunduğumuz sosyokültürel ya da popüler kültüre dair en sevmediğiniz gerçeklik nedir?
Ben demokratik bir fotoğrafçıyım ve toplumu oluşturan insanları seviyorum. Evet, toplumun can sıkıcı yanları var ama bunun için yapabilecek hiçbir şeyimiz yok. Bunun yanında küreselleşmenin hızına sürünerek yetişmeyi sevmiyorum; Brexit gibi rejimlere ya da buna 'evet' oyu verenlere karşı çıkmayı da. Herkese tolerans göstermek, kararlara razı olmak gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafçılık bu tür belirsizlikleri ve çelişkileri belirli bir metotla açığa çıkarmaktır -ki dünya çelişki ve belirsizlikle doludur.
Kesinlikle; peki fotoğrafını çektiğiniz öznelerle bir iletişim kuruyor musunuz?
İngilizce konuşabildiğim yerlerde, İngiltere'de ya da Türkiye gibi ülkelerde bu dili konuşabilen kişilerle iletişim kurmak çok kolay oluyor. İletişime geçmek neyi fotoğrafladığıma, konuyu hangi açıdan ele aldığıma bağlı olarak değişiyor; bunun bir kuralı yok benim için. Ama genellikle fotoğrafladığım insanlarla pek konuşmam. Ayrıca pek çok insan İngilizce bilmiyor. Black Country Stories adlı fotoğraf serisindeki gibi hikayeye dayalı çalışmalarda ise insanların başından geçenleri de anlatıyorum. Kısacası özne konusunda ayrım gözetmediğim ve her seferinde aynı süreçlerden geçen spesifik bir çalışma tarzına sahip olmadığım için bu sorunun belirli bir cevabı yok.
İçeriğin alanı seçtiğiniz ya da işbirliği yaptığınız projelere göre de değişiyor. Örneğin moda alanında Paris ve Milano Moda Haftası, Le Bon Marché, Mavi gibi kurumsal markalar için fotoğraf serileri yarattınız. Moda dünyasındaki insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şöyle bir ayrım yapmalıyım; Mavi insanlarıyla moda dünyasındaki kişiler arasında fark var. Mavi projesinde objektif karşısına geçenler, gerçek insanlar yani modanın içinde hapsolmayanlar. Mavi ile 10 yıla dayanan işbirliğimizin olmasının en önemli sebebi de bu. Bunun yanında moda sektörü bence bir sürü garip tip ve egolarla dolu bir dünya. Ama moda haftalarında fotoğraf serisi ortaya çıkarmanın en zevk aldığım kısmı, bu insanların kendilerini şişirmesini izleyip şişirdikleri balonu fotoğrafla patlatmaktı. Bunu yapabileceğimi fark ettiğim her fırsatta deklanşöre bastım. Hepimiz yaptığımız mesleğin tribine girmiyor muyuz? Sen editör, ben fotoğrafçı, diğeri moda tasarımcısı tribinde... Sanırım sizin sektörde simsiyah giyinmek de bu tribin bir parçası, değil mi?
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Rutin bir üretim gününüzde neler yapıyorsunuz?
Bu aralar daha çok Martin Parr Foundation ile ilgili işlerimi planlamaya çalışıyorum. Bu vakıfta hem kendi fotoğraflarım hem de yıllar içinde satın aldığım İngiliz fotoğrafçıların eserleri sergilenecek. Onun dışında kitap projelerim devam ediyor. Londra'da Rocket Gallery'de BeachThreapy adlı sergimin açılışıyla ilgiliişlerim var… Özetle genelde çok meşgulüm. Sürekli yeni bir proje teklifiyle geliyorlar ve ajandamın boşluğuna göre yapıp yapamayacağıma karar veriyorum.
Bir sonraki fotoğraf serisi ve hikayenin konusu nasıl ortaya çıkıyor?
İçerik iki farklı şekilde ortaya çıkabilir ama önemli olan konunun ne olduğu. Önümüzdeki hafta bir fabrikayı ziyaret ettiğimde de bir hikaye doğabilir; bir kurum ya da marka tarafından görevlendirildiğimde de. Tıpkı şehirdeki ustaları fotoğraflamamı isteyen Mavi için yaptığım Şimdiki İstanbul'da Ustalar serisi gibi.
İstanbul'un 10 yıl önceki halini bilen ve toplumsal gerçekçiliğin izini süren biri olarak bugün şehirle ilgili karşılaştığınız en önemli sosyolojik gerçeklik ne oldu?
Burada insanın kendisini politikadan soyutlaması mümkün değilmiş gibi görünüyor. Politika her şeyi; yaşam biçimlerini domine etmiş durumda sanki.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
İstanbul'un 10 yıl önceki halini bilen ve toplumsal gerçekçiliğin izini süren biri olarak bugün şehirle ilgili karşılaştığınız en önemli sosyolojik gerçeklik ne oldu?
Burada insanın kendisini politikadan soyutlaması mümkün değilmiş gibi görünüyor. Politika her şeyi; yaşam biçimlerini domine etmiş durumda sanki.
Son dönemde sizi en çok heyecanlandıran çağdaş fotoğrafçılar kimler?
Türk fotoğrafçılar arasında çok beğendiğim isimler var ama isimleri aklımda değil. Ama Gerry Badger ile Phaidon Yayınları için hazırladığımız The Photobook: A History Volume III adlı kitapta yer alan tüm çağdaş fotoğrafçıların benim için heyecan verici olduğunu söyleyebilirim.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Mavi için fotoğrafladığınız Şimdiki İstanbul'da Ustalar kitabının lansmanında Ali Taptık ile söyleşinizde fotoğrafçılığın Instagram öncesi ve sonrası hakkında konuşurken artık herkesin 'fotoğrafçı' olmasının sizi rahatsız etmediğini böylece iyi fotoğrafı ayırt edebildiğimizi söylemiştiniz. Peki sizce fotoğrafçılık hangi noktada sanatın alanına giriyor ya da siz fotoğrafçılığı sanat olarak kabul ediyor musunuz?
Fotoğrafçılık sanat dalıdır ya da değildir diye bir ayrım yapamayız. Bazı fotoğraflar sanatın alanına girer bazıları da dışında kalır. Sanat piyasasının geliştiği yerlerde fotoğraf, sanat eseri olarak daha çok kabul görür, ki Türkiye sanırım bu konuda ilerleme kaydediyor. Instagram konusuna gelince; fotoğraf çekmek çok kolaymış gibi görünüyor fakat zor olanın bir düşünce beyan eden fotoğraf çekebilmek olduğu gözden kaçıyor. Aynı şekilde bir fotoğrafçının çalışma biçimi de fotoğrafla verdiği demecin bir parçasıdır. Bunun için bence çok planlı çalışmak, erken kalkıp işe koyulmak gerekiyor. Günümüzde çoğu fotoğrafçının oldukça tembel olduğunu düşünüyorum; kendilerini her gün çalışmak zorunda hissetmiyorlar ya da geç kalkıyorlar…
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Fotoğraf kitaplarının, fotoğraflara bakmanın en iyi yolu olduğunu söylemiştiniz. Kendinize ait sayısız kitabın yanı sıra editörlüğünü yaptığınız veya yayınevleri (Phaidon), markalar (Mavi) için hazırladığınız kitaplar var. İyi bir fotoğraf kitabının temel unsurları ne olmalı?
Öncelikle elinizde güzel fotoğraflar olmalı. Fotoğraf izleyicisinebaskı, tasarım, sayfa türü gibi tüm unsurlarla mesajı verebilecek iyi bir prodüksiyon gerekli. Bazen metinler bağlamın önüne geçer bazen de tam tersi; metin değil sadece fotoğraf vardır. Bu açıdan Daido Moriyama: "Bye Bye Photography" (1972) en sevdiğim fotoğraf kitaplarından biri.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Fotoğraf tanımı gereği sahnenin kendisini, harfi harfine gerçeği yansıtırken varolanı yeniden üretir. Martin Parr insanların zevklerini, tükettiklerini, gündelik uğraşlarını, arzularını, ilgi alanlarını, yarattığı personaları, iletişim biçimlerini içinde bulunduğu sosyal ya da özel habitatında yoğuran ve insanlara sunan bir fotoğrafçı. Kendi tabiriyle de 'meraklı', 'yersiz sorular soran', 'demokratik' biri. Doğru... Onunla röportajdan önce portre çekimi için Karaköy Balık Pazarı'nda buluştuğumuzda balık halinde çalışanların kahvaltı masasına gidip poz verdi, oradan hızlı hızlı kıyı şeridine yürüdü, sonra ağaçların arkasına geçip poz verdi ve tüm bunları yaparken etrafındaki herkese sorular yöneltti: "Bir şirkete bağlı mı çalışıyorsun?", "Gelirin iyi mi?", "Türkiye'de freelance çalışmanın dezavantajları ne?", "Düzenli olarak paranı alabiliyor musun?" Hiç kuşkusuz fotoğraf çekerken aklında binlerce soru uçuşuyor. Deklanşöre bastığı anda da yeniden üretim eylemini belirli bir işleyişle gerçekleştirdiğinden 'Bu bir Martin Parr fotoğrafı' dediğimiz görüntü ortaya çıkıyor.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Yaşayan bir efsane gibi bir tanım onun için oldukça sıradan, 90 kitapta toplanan fotoğraf anlayışını spesifik bir kalıba sokmak imkansız. Zaten ilerleyen satırlarda da okuyacağınız üzere çalışma prensiplerinde değişmez kurallar yok. Öyle olmasa 70'lerin ortasında New Brighton'daki tatilcileri fotoğrafladığı The Last Resort'tan Londra'nın yüksek sınıfına odaklandığı Unseen City serisine, Milano Moda Haftası'ndan Viyana ile ilgili klişeleri resmettiği Cakes & Balls'a; yeniden üretimi böylesine geniş bir spektruma yayamazdı.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Uluslararası fotoğraf ajansı Magnum Photos Başkanı Martin Parr'ın İstanbul'da olmasının sebeplerine gelince... Bunlardan ilki Mavi ile 10 yıl önce işbirliği yaparak yarattığı Parrjektif: İstanbul'da Stil Peşinde adlı fotoğraf kitabının ardından markanın 25. yılının şerefine hazırladığı ikinci kitabı Şimdiki İstanbul'da Ustalar'ın lansmanıydı. Diğer sebepse aynı tarihlere denk gelen ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne bağlı FUAM tarafından ikinci kez düzenlenen İstanbul Fotoğraf Kitabı Festivali'ydi. Kendisi de bir fotoğraf kitabı koleksiyoneri olan Parr, maket kitap yarışmasının da jüri koltuğundaydı
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Gezegenimize dair içinde sürekli yanıp tutuşan merak, yolunu hep insan topluluklarına ve onların kültürel özelliklerine çıkarıyor. Yaşadığımız çağda modern toplumlara ve onu oluşturan bireylere yani kendimize ayna tutmak istediğimiz her an Martin Parr'ın metaforik ve ironik fotoğraflarının varolduğunu bilmenin dayanılmaz hafifliğiyle kendisiyle yaptığımız röportaja geçebiliriz.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Doğru... Onunla röportajdan önce portre çekimi için Karaköy Balık Pazarı'nda buluştuğumuzda balık halinde çalışanların kahvaltı masasına gidip poz verdi, oradan hızlı hızlı kıyı şeridine yürüdü, sonra ağaçların arkasına geçip poz verdi ve tüm bunları yaparken etrafındaki herkese sorular yöneltti: "Bir şirkete bağlı mı çalışıyorsun?", "Gelirin iyi mi?", "Türkiye'de freelance çalışmanın dezavantajları ne?", "Düzenli olarak paranı alabiliyor musun?" Hiç kuşkusuz fotoğraf çekerken aklında binlerce soru uçuşuyor. Deklanşöre bastığı anda da yeniden üretim eylemini belirli bir işleyişle gerçekleştirdiğinden 'Bu bir Martin Parr fotoğrafı' dediğimiz görüntü ortaya çıkıyor.
Günlük Hayatın Mükemmel ironisi
Üretiminizi besleyen, destekleyen ya da referans aldığınız sosyologlar, felsefi düşünce tarzları var mı?
Hayır yok. Pek entelektüel biri değilim; sezgisel hareket ederim. Zaten en başta söylediğim gibi o yüzden kendimi ifade ederken sözcükler yerine fotoğraflara başvuruyorum.
Son olarak günümüzde sizce fotoğrafçılığın ana problemi nedir?
Kamusal alanda yeteri kadar desteklenmemesi en büyük problemlerden biri. İnsanlara fotoğrafçılığın ne anlama geldiğinin daha iyi anlatılması gerekiyor.