Diana Vreeland
Bazaar/Şebnem Kırmacı
Diana Vreeland 1936 ile 1962 yıllları arasında müthiş hayal gücünü ve zekasını Harper’s Bazaar’ın sayfalarına taşıdı. LISA IMMORDINO VREELAND onu tarihin en etkili ve en sevilen editörlerinden biri yapan nedenleri anlatıyor.
“STİL SAHİBİ OLMAK ŞART. Stiliniz sayesinde tüm özgüveninizle sokakta yürüyebilirsiniz. Stil sahibi olmak, bir yaşam tarzıdır. Sabah yataktan kalkmanız için bir sebeptir. Eğer stiliniz yoksa, bir hiçsiniz demektir.” Bazaar’ın efsanevi editörü ve moda bilirkişisi Diana Vreeland’in stil hakkındaki görüşleri böyle özetlenebilirdi. O bu konuda herkesten daha bilgiliydi. Neşeli bir kişiliğe sahip olan ve geleneklere meydan okuyan Vreeland son derece cesur ve orijinal fikirleri olan bir kadındı. Sosyetik, deli dolu ve güzel bir kadın olan annesinin onu aşağılayan tavırlarına tepki olarak zaman içinde çok çarpıcı ve keskin kişisel bir stil geliştirmişti. Annesi Emily Hoff man Dalziel’den bahsederken “Bana her zaman çirkin küçük canavar derdi,” diye anlatırdı Vreeland. Belki de bu yüzden çok küçük yaşta, ancak vizyonunun ve sahip olduğu zevklerin kendisini ön plana çıkaracağına ve başkalarından ayrıştıracağına inanmıştı. Annesinin dilinden düşürmediği hatalarını kapatmak yerine Vreeland, büyürken bu hatalarını iyice vurgulayarak zarafete dönüştürdü. Siyah saçlarını kesip arkaya tarayarak keskin hatlı profi lini, sürdüğü allıklarla elmacık kemiklerini, kızıl ojeleri ile tırnaklarını ve ellerini ön plana çıkarırdı.
Diana Vreeland
Moda, edebiyat ve sanat konusunda yılmaz bir irade ve müthiş bir disiplinle kendini yetiştiren Vreeland donanımı sayesinde çoğu insanın dikkatini çekmeye başlıyor. Yirmi altı yıl boyunca moda editörlüğü yaptığı Bazaar’da 1936’dan 1962’ye kadar sürekli kişisel mantrasının propagandasını yapıyor: “Stil sahibi olanların tek bir ortak özelliği vardır; orijinallik.” 2000 yılında Vreeland’in torunu Alexander Vreeland ile evlendiğimde; ona en yakın kişilere, ailesine yaklaşmış oldum. Kendisi ile tanışma şansını yakalayamamış olsam da (Diana Vreeland 1989 yılında yaşamını yitirdi) onun hayatının bir parçası olmamak imkansızdı. Aile bireyleri her daim şanlı kariyeri ve onun hakkında çok eğlenceli ve ilginç anekdotlar anlatırlardı. Ancak ben, Diana Vreeland: ? e Eye Has To Travel adlı kitabım ve dokümanter fi lmim için araştırma yapmaya başlayınca gerçek anlamda onun dünyasını ve nelerin onu motive ettiğini keşfetmiş oldum. Kariyeri altmış yıllık bir döneme yayıldı ve dolayısıyla tarihin en önemli sosyal değişimlerine tanıklık etti: İkinci Dünya Savaşı, uzay çağı, seks ve özgürlük devrimlerini de kapsayan özel yıllardan bahsediyoruz. Vreeland, tüm bu olaylara Bazaar’ın sayfalarında yer verme konusunda çok hassastı. Aslında her biri bir moda dergisinin sayfaları için şok edici sayılacak konulardı ama o her zaman yenilikçi, canlı ve unutulmaz olmayı başaracaktı.
Diana Vreeland
Vreeland kendine özgü tarzını çok küçük yaştan itibaren oluşturmaya başlıyor ancak Yale mezunu uluslararası banker T. Reed Vreeland ile evlendiği güne kadar dış görünüşü ile ilgili özgüveni tam anlamıyla oluşmuyor. “Reed Vreeland ile evleninceye kadar fi ziğim konusunda rahat değildim. Ben ilk görüşte aşka inanan biriyim çünkü yaşadığım şey tam anlamıyla öyleydi. Gözlerimiz birbirine kenetlendiği anda evleneceğimizi hissetmiştim,” demişti. “Reed’den başka kimseyle yaşayamazdım. O bana her şeyi öğretti, nasıl zarif yürünebileceğini dahi.”
1924 yılında evlendikten birkaç sene sonra Reed onu Londra’ya götürüyor, işte orada Vreeland her zaman hayalini kurduğu hayata kavuşuyor; akşam yemekleri, partiler ve hatta egzotik destinasyonlara seyahatler. Evlerinin kapısı Vreeland’in tercihi üzerine kırmızıya boyuyor ve bu durum tabii ki komşularını şok ediyor. İlerleyen yıllarda Windsor Düşesi olacak Wallis Simpson’ın da müşterileri arasında olduğu bir iç çamaşırı butiği açıyor. “Londra’nın en iyi tarafı Paris’e yakın olması,” diyen Vreeland sık sık bu şehre gidip Coco Chanel ile provalar yapıyor.
Diana Vreeland
Vreeland, iki erkek çocuğu dünyaya getiriyor. Timothy ve sonradan benim kayınpederim olan Frederick. Diana’nın Frecky adıyla hitap ettiği Frederick annesini baş döndürücü bir kadın olarak anımsar. Tim ise “Annemle ilgili ilk hatıralarım onun rumba yaparak dans hocasıyla odanın etrafında dönüp durmasıydı,” diye anlatıyor bugün. Aslında Bazaar’ın o dönem genel yayın yönetmeni olan Carmel Snow’un da ilk dikkatini çeken, Diana Vreeland’in dans konusundaki yeteneği ve becerisi oluyor. New York’ta bulunan St. Regis Hotel’de üzerinde en sevdiği beyaz dantel Chanel elbisesi, mavi siyah boyalı saçlarına taktığı bembeyaz güller ile kalabalığın arasından süzülerek dans eden Vreeland, ertesi gün Carmel Snow’dan iş teklifi alıyor. “Ama Bayan Snow, ben hayatımda Londra’da sahibi olduğum iç çamaşırı butiğini yönetmek dışında hiç çalışmadım ki!” dediğini anlatıyor Vreeland D.V. adlı otobiyografi sinde. “Hayatım boyunca bir ofi se gitmedim. Öğlen yemeği vaktine kadar üstümü bile değiştirmem.” Carmel Snow ona cevap olarak “Ama giyimden çok iyi anlayan bir haliniz var,” deyince Vreeland gülüyor; “İşte bakın bu doğru. Günlerimi ve saatlerimi en küçük detayına kadar nasıl giyineceğime harcarım,” . Snow’un teklifi Vreeland’e çok baştan çıkarıcı geliyor. O dönemde sadece altı aydır New York’ta bulunan Vreeland’in, Londra’da Reed ile birlikte yaşamaya alıştıkları lüks hayatı sürdürmek için paraya ihtiyacı var. Snow’un teklifini kabul ettikten çok kısa bir süre sonra sanat direktörü Alexey Brodovitch ile tanışıyor ve yıllar boyu sürecek çok yoğun bir işbirliğinin sonucunda modanın çığır açmasına sebep oluyor.
Diana Vreeland
Vreeland işe başlar başlamaz Bazaar’da “Why Don’t You…?” adlı köşesine başlıyor. İlham veren özlü sözlerden oluşan bu köşe bana kalırsa Vreeland’in aslında dünyanın ilk blogger’ı olduğuna işaret ediyor. Okuyucuları günlük hayatın sıradanlığından uzaklaştırıp onları hayal kurmaya yüreklendiriyor. Vreeland’in “Neden siz de… çocuklarınızın vizyonlarını geliştirmek için odalarının dört duvarına dünya haritasını çizmiyorsunuz?” ya da “Neden siz de… Fransa’da yapıldığı gibi çocuğunuz sarışınsa saçlarını şampanya ile yıkamıyorsunuz?” gibi önerilerin belki de en uçuğu “Neden siz de… akıllı her kadın gibi irili ufaklı on iki adet pırlanta gül sahibi olmuyorsunuz?” oluyor. Vreeland’in bu tarz fi kirleri okuyucuları tarafından hem övgü hem de küçümseme ile karşılanıyor. Ancak öyle ya da böyle bu önerilerdeki üslup Vreeland’in kariyerini tanımlıyor. Bu köşe aslında Vreeland’ın bütün okuyucularını iyi yaşamaya davet ettiği bir alana dönüşüyor.
“Yeni bir elbise sizi hiçbir yere getirmez, sizi bir yere getirecek olan o elbisenin içinde yaşadığınız hayattır, daha önce yaşadığınız hayatlardır ve ileride neler yaşayacağınızdır,” diyen Vreeland sözlere döktüğü bu felsefesinden ömür boyu vazgeçmiyor. Daha sonraki yıllarda Bazaar sayfalarına, Vreeland’in gençlik yıllarında moda konusunda edindiği
bilgiler doğrultusunda geliştirdiği bakış açısı yansımaya başlıyor. Sayfalarında “? e HB Look” gibi başlıklarla okuyucularına daha cesur renkler giyinmelerini tavsiye ediyor ya da “Afrika’dan esinlenin” başlığı altında üzerinde siyah beyaz fi l baskıları olan bir ceketle siyah beyaz puantiyeli bir halının üstünde diz çöken modelin fotoğrafının yer aldığı moda çekimleri gerçekleştiriyor.
Diana Vreeland
“Moda bu dünyanın banalliğinden kurtulmanın en güzel yolu olmalıdır,” diye buyuruyor bir keresinde Vreeland. Okuyucularını “Eğer modanın içinde değilseniz, fantezi kurun,” diyerek ileri boyutlara taşıyan Vreeland’in fi kirleri o kadar sıra dışıdır ki el çantası kullanmak yerine cepleri kullanmayı teklif eder. (“Neden taksilerde unuttuğum baş belası bir çanta ile dolaşmak isteyeyim ki?” diyor D.V. kitabı için George Plimpton’a verdiği röportajda.) Her ne kadar hayatı boyunca her gittiği yerde kapısının önünde şoförlü arabası hazır bekliyor ve özel sipariş ile yaptırdığı bağcıklı topuklu ayakkabılarının tabanları, her gece hizmetçisi tarafından özenle siliniyor olsa da, Vreeland aslında hep son derece çalışkan biri oluyor ve çalıştığı herkesten de aynı gayreti görmeyi bekliyor. Hayatı boyunca ofi se geç gitme alışkanlığını koruyor, sabah işlerini kırmızıya boyalı Upper East Side’daki dairesinden yürütmeyi tercih ediyor, ancak ofi se adım attığı andan itibaren büyük bir azimle çalışıyor. Öğlen yemeğini genelde tahıl ekmeğiyle hazırlanmış ve içinde sadece fındık kreması ve reçel olan bir sandviçle geçiştiren Vreeland; sandviçiyle birlikte mutlaka scotch içtikten sonra sıra notları dikte ettirdiği saatlere geliyor. “Bizler her korseyi, her kemer tokasını, her yeni kumaş parçasını görürdük.
Diana Vreeland
Ritmi, müziği, bütün tangoyu hissettik. Bütün kıyafetlerin editörüydük!” Vreeland Bazaar’da neredeyse tek başına bir varlık göstermeye başladığında, sosyal yaşamında Reed ile birlikte aynı faalliği devam ettirmeyi başarıyor. Hafta sonlarını New York’un Brewster bölgesindeki evlerinde geçiren ikilinin yüksek tavanlı şok edici bir pembe tonuna boyanmış ve deniz kabuklarından yapılmış şömine rafl arını barındıran oturma odalarında Mainbocher, Elsa Schiaparelli, Fulco de Verdura, Jean Schlumberger ve Cartier’den Jeanne Toussaint gibi isimlerin yanı sıra aralarında oyuncu ve yazarların da olduğu misafi rlerini ağırlıyor. Şehirdeki evlerinde ise Cecil Beaton’dan C.Z. Guest’e birçok ünlüyü ağırlayan çiftin hayatı, dönemin en ilginç karakterleri ile bezeli bir masal gibi geçiyor. Bu hızlı tempoda işleri dengeye oturtmak için Reed evi çekip çeviren kişi rolüne bürünmek durumunda kalıyor. (Reed 1966 yılında öldüğünde Park Avenue’daki dairelerine dönen Vreeland etrafa bakıp “Mutfak nerede?” diye soruyor.) Oğulları Tim ve Frecky dadılarla ve mürebbiyelerle büyütülürken Vreeland çocuklarının her kültüre, dine ve ırka açık şekilde yetiştirilmelerine özen gösteriyor. Frecky “Onun kafasındaki dünyada sınırlar yoktu,” diyor. “Beni de aynı şekilde yetiştirdi ve ben bunu kendime hayatım boyunca gusto edindim,” diye anlatıyor. Vreeland’in yaptığı seyahatler, onun kendi stilini etkileyen en önemli unsurlardan oluyor. 1947 yılında Fransız Riviera’sına yaptığı bir seyahatten sonra dergide ilk kez bikinili bir çekim basılıyor. “Bikiniyi modele giydirdiği anda hepimiz ofi steydik ve hepimiz çok etkilendik. Hayatımızda bu kadar fazla ten görmemiştik,” diye anlatıyor eski asistanı Barbara Slifka. Ofi stekilerin utandığını ve şaşırdığını gören Vreeland “Siz bu tavırlarınızla medeniyetin bin yıl gerilemesine sebep olacaksınız,” diyor.
Diana Vreeland
Vreeland, Bazaar’ın 1943 yılı ikonik Mart sayısı kapağına Louise Dahl-Wolfe’un objektifi nden Lauren Bacall’ı Amerikan Red Cross kızı olarak taşıyor. (Bacall’ın Hollywood’a açılmasını sağlayan Bazaar oluyor. Yönetmen Howard Hawks’ın eşi ona Bacall’ın Bazaar’da yer alan bir fotoğrafını gösterince Hawk hemen telefona sarılıp Bacall’a To Have and Not To Have fi lmindeki başrolü teklif ediyor.) Savaş yılları boyunca Louise Dahl-Wolfe ve Vreeland birlikte yepyeni ufuklar açan işlere imza atıyorlar. Bu imajları yaratırken günlük olaylardan etkileniyor ve gündeme göndermeler yapmaktan hiç çekinmiyorlar. Tıpkı birlikte imza attıkları bir moda çekiminde bir gazetenin “NAZİLER” yazan manşetini kullandıkları gibi. İkisi de zengin tonlara tutkun oluşlarıyla tanınıyor. Dahl-Wolfe ilk defa olarak lokasyonda renkli fi lm kullanan fotoğrafçılardan; ikisi de bu avantajdan sonuna kadar yararlanıyorlar. Hiçbir şey Vreeland’in hızını kesmeye yetmiyor. Her an aksiyon almaya hazır bir enerji ve ruh haline sahip oluyor. Bir moda çekimi için Dahl-Wolfe ile birlikte Arizona’da bulunan dünyaca ünlü Amerikalı mimar Frank Lloyd Wright’ın yaptığı Shiprock diye anılan eve çekim yapmaya gidiyorlar. Ancak çekim için bölgeye vardıklarında modellerden biri rahatsızlanıyor ve Vreeland onun yerini almak zorunda kalıyor. Aslında dergi için verdiği çabaları göz önünde bulundurarak bu durumdan memnun kalmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Vreeland’in her zaman neyi, nasıl fotoğrafl amak istediği konusunda çok net fi kirleri oluyor. Fotoğrafçılara, kendi mesajını okuyucularına ve dünyaya iletecek bir aracı gözüyle bakıyor. Bu açıdan bakıldığında fotoğrafçıları özgürleştiren ve onlara ilham veren Brodovitch; onlara lüks ve macera nosyonlarını aşılayan ise Vreeland oluyor.
Diana Vreeland
Vreeland insanların mimik ve tavırları çok önemsiyor; hem yüz ifadelerinin hem de kafa yapılarının karakteristik olmasına çok değer veriyor. Onun için hayal gücü her şeyin üstünde geliyor. “Vreeland silüet yaratır, Brodovitch bu silüetlerin portrelerini çekerdi, Snow ise idari işlerle uğraşır; şehrin lüks bölgelerindeki hayatın nabzını tutardı,” diye anlatmı ş t ı dönemin ünlü fotoğrafçılarından Gleb Derujinsky. Bazaar’ın sayılarına göz gezdiğinizde Vreeland’ın çalıştığı ünlü fotoğrafçıların imza attığı yenilikleri fark etmemek mümkün değil. Dahl-Wolfe ve Derjinsky’in yanı sıra George Hoyningen- Huene, Martin Munkacsi, Toni Frissell, Melvin Sokolsky, Lillian Bassman ve tabii ki Richard Avedon. Avedon ve Vreeland’in adları çok kısa bir süre içinde Fred Astaire ile Ginger Rogers gibi bir ikili olarak anılır hale geliyor. Snow, 1945 yılında Avedon’u Vreeland ile çalışması için görevlendirdiğinde Avedon henüz yeni yeni yükselmeye başlıyor. İlk tanışmaları bir prova sırasında gerçekleşiyor ve hiç de sıcak bir şekilde sonuçlanmıyor. Avedon, Vreeland’i 1989 yılında son yolculuğuna uğurlarken tanıştıkları günü şöyle anlatıyor:“Vreeland elinde bir iğneyle kalçalarını sallaya sallaya ofi sin en ucuna doğru yürüdü. Daha sonra elindeki iğneyi sadece elbiseye değil, elbiseyi giyen modele de batırınca model çığlık attı.Diana masasına oturdu ve gözlerime bakıp şöyle dedi, ‘Aberdeen, Aberdeen, sen de ağlamak istemiyor musun?’ Bunu duyunca Carmel Snow’un yanına gidip şöyle dedim: ‘Ben bu kadınla çalışamam bana Aberdeen diye hitap ediyor.’ Carmel Snow bana baktı ve ‘Çalışacaksın’ dedi. Carmel’in dediğini yaptım, Diana ile tam kırk yıl boyunca çalışma şansım oldu.”
Diana Vreeland
Onların işbirliği anıtsal ve ikonik imajların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Birlikte, Dovima gibi süper modelleri Hava Kuvvetleri’nin füze üssü gibi uzak ve tuhaf bölgelerde çekiyorlar ve Vreeland’in Marella Agnelli, Gloria Vanderbilt ve Jacqueline de Ribes gibi sosyetik arkadaşlarını portre çekimleri için poz vermeye ikna ediyorlar. En son imza attığı projelerden biri John F. Kennedy Başkanlık yeminini etmeden önce Kennedy ailesinin genç üyelerini çekmek oluyor. Jacqueline Kennedy, bu sayı basıldıktan sonra Vreeland’a şöyle bir not yazıyor: “Bugün Newsweek’te herkesin, neden Harper’s Bazaar’ı seçtiğimiz konusunda tartıştığını ve bu konuda fi kirler yürüttüğünü okuyunca çok sinirlendim. Milyonlarca fi kir üretmişler ama Bazaar’ı seçmemizin tek sebebi var; o da sensin!” Avedon, Vreeland’in cenazesinde yaptığı konuşma için “Diana disiplinle şekillendirdiği bir hayal gücüne inanıyordu ve bu doğrultuda yeni bir meslek ortaya çıkardı. Moda editörü kavramını o yaratmıştı. Ondan önce, sosyetik kadınlar diğer sosyetik kadınları giydiriyordu. Onun yaptığı işler editoryal anlamda devrim yaratarak bütün moda endüstrisine yayıldı.” “Annem cazibeyi yaratan insandı,” diye anlatıyor Frecky. “Cazibe geleneksel güzellik anlayışından çok farklı bir şey. Gelenekler tanımlandığı için aslında içlerinde bir donukluk barındırıyorlar ve annem donuk ve statik olan her şeye karşıydı.” 1980 yılında adına yaraşır bir şekilde isimlendirdiği Allure adlı kitabında Vreeland, “? e eye has to travel,” (“Göz sehayat etmelidir”) yazmıştı ve bu fi krinde çok haklıydı. Ben de kitabıma ve dokümanter fi lmime aynı adı koymaktan kendimi alamadım. Bu basit ve sade cümle Vreeland’in dünyayı nasıl algıladığının kanıtı aslında. Eğitimli ve dikkatli gözleriyle beyinlerimizin kapısını açmış ve bizleri özgür olmaya, görmeye ve hayal kurmaya teşvik etmişti. Bizlere farklı bir bakış açısını aşılamaya çalışmış ve bunu yaparken hayallerimizin büyük bir rolü olmasına ikna etmişti. Herkesi provoke edici bir üslup sunmuştu. Moda tarihi boyunca sayısız ilham veren fi gürler var olmuştur ama bunlardan pek azı vizyon, tutku ve bakış açısı olarak Vreeland’le yarışabilir.