Simon Porte Jacquemus'un çocukluğu
LIFESTYLE

Simon Porte Jacquemus'un çocukluğu

Salon-de-Provence doğumlu tasarımcı Simon Porte Jacquemus, Harper's Bazaar ile lavanta tarlaları ve havuç sattığı köy pazarlarında geçen çocukluğunu paylaştı.

GÜNCELLEME TARİHİ: 2 Mayıs 2018

Aslında Salon de Provence ile Cavaillon arasında kalan Mallemort adında küçük bir köyde doğdum. Marsilya ile Paris'i birleştiren Autopista del Sol otoyolu yakınlarındaki Mallemort aslında hiçbir yere ait değil gibi: Luberon bölgesinin bir parçası olmak için yeterince şık değil; Provence'a dahil ama Cannes, Nice veya Saint-Tropez gibi deniz kıyısında değil; bir Camarga veya Alpilles değil. Bütün bu topraklar arasında bir bölge. Lakin buranın herkesin ilgisini uyandıran özel bir yer olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Matisse'den Van Gogh ve Picasso'ya, sanatçılar ve tasarımcılar, aynı zamanda varlıklı kişiler tarafından sıkça ziyaret edilen bir bölge. Fakat önceden, 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyıl başlarına kadar çok fakirmiş. Yine de, Roma devrindeki zenginliğini ve hemen yakınlardaki Arles'ın büyük bir imparatorluk şehri olduğunu unutmamalı.


Simon Porte Jacquemus Çocukluğunda ailesiyle birlikte Mallemort'ta

Şahsen, bu bölgenin güzelliğinin ve nereden geldiğimin farkına Paris'e gittiğim zamanlarda daha çok varıyorum. Böyle zamanlarda en çok hasretini çektiklerim; ailem, biraz sıcak hava, güneş ve yanımda olmayan diğer insanlar. İnsanların cana yakınlığını özlüyorum. Bu durum, tasarımlarımda Parizyen hayatın karmaşıklığına karşı sadelik olarak kendini gösteriyor. Jacquemus markasını yaratırken izleyiciyle yakınlık kurmak, kimin tarzımı anlayıp anlamayacağını önemsemeksizin, bir yalınlık yakalamak istedim.

Şu cümleyi kendime sıkça tekrar ederim: Köyümdeki postacı bile tasarımlarımla ne demek istediğimi anlamalı. Belki onları satın almasını değil ama anlamasını kesinlikle isterim. Büyüdüğüm çevreyle olduğu gibi modayla da basit bir ilişki kurmak büyülemiştir beni hep. Bir koleksiyon yaratmak karmaşık bir süreç olabilir fakat herkesin idrak etmesi gereken, aynı zamanda bir hikayenin, heyecanın ve hislerin parçası olduğu. Ve ben en başından beri bunun arayışı içerisinde oldum. Demek istediğim, tasarıma elbette kendi kodlarımı yansıtıyorum ancak bunu spontan bir şekilde yapıyorum. Tasarım yapmaya başladığımda 18 veya 19 yaşındaydım ve bu o zaman da böyleydi.


Notre-Dame de Sénanque Katedrali önünde uzanan lavanta tarlası

Çocukken, Provence'da modaya açılan pencerem dergilerdi. Modaya yakın olma ve onun aracılığıyla hikayeler anlatmaya karşı derin bir tutkum vardı. Bu yayınlarda ufuk açıcı ve şairane yazılar buluyordum. Çizim konusunda ise hayal kırıklığı yaşıyordum
çünkü bir türlü istediğim seviyeye erişemiyordum. Yeterince başarılı değildim, bu yüzden fotoğrafçılığa merak sardım. Örneğin sağdan soldan bulduğum objelerle çeşitli imgeler oluşturuyor ve kendime yeni bir evren yaratıyordum.

Aynı şekilde, bir tasarımı da gözümde canlandırmaya ihtiyaç duyuyorum. Aslında her zaman önce modelin vücudunu düşünüyorum. O parçanın neye benzeyeceğini görmem ve varlığını beden üzerinde canlandırmam gerekiyor. Böyle yapmazsam epey zorlanırım doğrusu.


Tasarımcının doğduğu Mallemort'ta bir ev

Belki çiftçi bir aileden gelmemin de etkisiyle, bir tasarımcı olarak her çeşit farklı materyale ilgim var. Dedelerim ve ebeveynlerim Mallemort yakınlarındaki Senas isimli şehirde kendi ürünlerini seyyar satarlardı. Çok hareketli bir pazar yerinde meyve ve sebze satardık. Yazları ise anneme havuç ve lavanta işinde yardım ederdim. Çocukluğum boyunca satıcılık yapmaktan büyük keyif duydum. Asla rahatsızlık duymadım! Güneydeki son yaz tatilimi 17 yaşındayken, bölgenin en büyük pazarında havuç satarak para biriktirdiğim Saint-Étienne- du-Grès'de geçirdim. Pazar, Cuma günleri açıktır, ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

Doğduğum toprakları düşündüğümde aklımdan birçok görüntü geçiyor ancak hepsinden çok yuvarlak, sade, alçak tepeleri seviyorum. Neden bilmiyorum. Belki bu sevgim kıvrımlı, teni okşayan kıyafetlerime yansımıştır. Fakat kullandığım renk paletinin o manzaraya ait renklerle doğrudan bağlantısı olduğunu düşünmüyorum.

Bütün tasarımlarım ile yaşamım arasında bir bağ var. Oldukça biyografikler ve onlar aracılığıyla hayatımın çeşitli anılarını veya onlardan gelen duyguları anlatıyorum. Fakat hepsi Güney Fransa ile ilgili değil tabii ki.


Bir zamanlar Vincent Van Gogh'un yaşadığı Arlés şehrindeki evlerden birinin ön cephesi

Kadınları tasvir ederken de aynısı oluyor. Örneğin İlkbahar/ Yaz 2018 koleksiyonum La Bomba'da bir limandan geçmekte olan annemi görüyorum. Fakat bu aynı zamanda Kübalı bir kız da olabilir, Almodovar filmlerinden bir İspanyol kadın da, herkese hitap etmek için kullandığım filmlerden herhangi biri de. Boğa güreşlerinden ve Arles'a duyduğum çocukluk tutkumdan beslenen geçen sezonki tasarımlarımda görülebileceği gibi, bu bölgeyle güçlü ve belirgin bir bağım var. Provence çıkış noktam değil, ancak yaptığım her şeyin içinde çünkü oradan geliyorum.


Jacquemus La Bomba İlkbahar/ Yaz 2018 koleksiyonu

Dayım, Pierre Jules adında bir boğa güreşçisiydi ve çok tanınan biriydi. Picasso ve Christian Lacroix ile sık sık görüşürdü. Saint-Rémy-de-Provence'da evi olan Yves Saint Laurent da onun gösterilerini seyretmeye gelirdi. Pazarları dayımdan bu buluşmaları dinlerdim. Benim idolümdü.

Bir de Arles şehrini idealize etmiştim. Bu şehirden çok fazla etkilendim. Paris'i keşfe çıkan bir kadın hayalinden ilhamla hazırladığım İspanyol esintili, couture ruhlu Sonbahar/Kış 2017 koleksiyonum L'amour d'un Gitan'ı bu şehre adadım. Boğalara çok da meraklı değilim ama İspanyol olan her şeyi seviyorum. Almodovar'a, Penelope Cruz'a ve favori filmim, Bigas Luna'nın Jamon Jamon'una bayılıyorum.


Provence'a bağlı Gordes, Fransa'nın en güzel köylerinden biri

19 yaşımdan beri Paris'te yaşıyorum. Şehir ve burada yaşadığım her şey hayatımda büyük öneme sahip oldu. Başkente yerleştikten sadece bir ay sonra annem hayatını kaybetti ve moda tasarımı eğitimimi bıraktım. Okula 8 Eylül'de başlamıştım, onu Ekim ayı başında kaybettim. Benim için büyük bir şok olmuştu ve bana çok geç olmadan hayallerimi gerçekleştirmem gerektiğini fark ettirdi. İçimde bir endişe, zaman mevhumunun olmadığı Mallemort'da yaşarken var olmayan bir korku belirdi. Artık böyle bir şey hissetmiyorum, zira anı yaşamayı öğrendim. Fakat o zaman, zamanın bilincine varmış ve okulu bırakarak Jacquemus'u yaratmaya koyulmuştum.

Birçok başlangıcı epey yakın tarihte ve yoğun bir şekilde yaşadığımdan, henüz bugün geldiğim nokta hakkında konuşabilecek bakış açısına sahip olduğumdan emin değilim. Ancak evet, hepsi çok ani ve sert oldu. Şimdi böyle değil. Diğer yandan, o zaman sıfırdan başlamış biri olarak herhangi bir yer, herhangi bir başarı beni tatmin ediyordu. Şu an stüdyomuzun bulunduğu binaya taşınmak da öyle.


UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilen Arles'daki San Trofimo Kilisesi

Başlangıçta çok naiftim. Paris'teki Comme des Garçons mağazasında çalıştığım zamanları hatırlıyorum da; eve geç saatlerde geliyor ve büyük bir hevesle kendi markama ait tasarımları düşlüyordum. Bir defile yapıyor ve ertesi sabah mağazaya satış yapmaya dönüyordum. İnanılmaz yorucuydu. Atölyem yoktu ve koleksiyonlarımı neredeyse sokakta üretiyordum. Kalıpçılarla randevularımı Place des Vosges'daki banklarda, sabahın sekizinde, Comme des Garçons'a gitmeden öncesine ayarlıyordum. Bu tarz şeyler. Müşterim yoktu. Sadece koleksiyonlarımı tasarlıyordum fakat bütün bunlar bana zor değil, heyecan verici geliyordu.

Basında çıkan en önemsiz yazı, üstesinden geldiğimiz en ufak zorluk, bizimle ilgilenen ufacık bir butik çok güzel bir şeye dönüşüveriyordu gözümde. Hepsi kafamda olumlu şeyler olarak yer ediyordu. Zordu ama pek farkına varmıyordum. Sanırım çok güçlüydüm ve her şeyi ultra pozitif algılıyordum. Tasarımcı olarak dikkat çekmeye başladığımı fark etmiştim ve bu bana çok daha fazla enerji veriyordu. Söyleyecek bir şeylerim olduğunu ve insanların da bunu fark ettiğini hissediyordum. Giysilerimi göstermeyi başaramıyordum bile belki ama bu kadınlara açıklayacak bir şeylerimin olması heyecan verici geliyordu.


Jacquemus Sonbahar/Kış 2018/19 defilesinde

Şu an belli bir noktaya gelmiş durumdayım ama annesiyle meyve satan o köylü çocuğuyum hâlâ. Çok istememe rağmen tüm zamanımı Provence'da geçiremesem de, Güney'in çocuğu olduğumun bilincindeyim. Ve bu benim gururla ifade ettiğim bir şey.

Favori adreslerim

Çağdaş sanat için LUMA Vakfı, Arles. luma-arles.org

Chassagnette, Arles'da harika bir restoran. chassagnette.fr

La Colombe d'Or, Saint-Paul de Vence'de çok keyifli bir otel. la-colombe-dor.com

La Grande Motte, '60'lıklar' için Güney Fransa'da deniz kıyısında bir tatil şehri.

Aix-en-Provence'daki Vasarely Vakfı ve sergileri. fondationvasarely.org


Gordes, mimarisiyle dikkat çeken pitoresk köy evleriyle ünlü