Mamma Mia yeniden başlıyoruz!
LIFESTYLE

Mamma Mia yeniden başlıyoruz!

ABBA temalı 2008 yapımı müzikalin uzun zamandır beklenen devamı nihayet geldi. Filmin prodüktörlerinden Rita Wilson, yıldızlarından üçüyle moda, feminizm ve müziğin gücü üzerine sohbet ediyor.

GÜNCELLEME TARİHİ: 20 Ağustos 2018

CHER: 72 yaşındaki efsanevi şarkıcı, oyuncu ve moda ikonu, filmin kadrosuna Sophie'nin havalı büyükannesi olarak katıldı.

RITA WILSON: Aman Tanrım! Filmi izledim, müthiştin!
CHER:
Umarım bir izlenim bırakabilecek kadar uzun görünmüşümdür.

RW: Tabii ki! Zaten Twitter hesabından pırıltılı platform botlarının fotoğrafını yayınladığında, insanlar filmde yer almış olabileceğini düşünerek çıldırmıştı.
CHER: Sanırım o sıralar biri bana bir ipucu yayınlamam gerektiğini söylemişti. Ben de öyle yaptım.

RW: Ben de dahil milyonlarca insan için sen bir müzik, moda, film ve televizyon efsanesisin. Başarını, kalıcılığını ve bir sanatçı olarak çok yönlü olabilmeni neye borçlusun?
CHER: Şans! Bence fazla hafife alınıyor. Hayatta pek çok şey olabilirsin ama eğer şans yardımcın olmazsa bunu kimse bilmez.

RW: Şans hakkında ne diyorlar biliyor musun? Time geçenlerde bununla ilgili, hepimizin aile ve arkadaşlardan oluşan bir destek sistemimizin olduğunu anlatan bir makale yayınladı. Ama şans, normal destek sisteminin dışına çıkıp, kendi dünyanın dışındaki insanlarla karşılaştığında meydana geliyor. Yani şanslı olmak için konfor alanından çıkmalısın.
CHER: Ben bunu gençken yaptım. Daha dört yaşımdayken ne yapacağımı biliyordum. Sonny ile tanıştığım dönemde dizginlenemez bir enerjim vardı. O da, "Bununla ilgili bir şey yapmalıyız" dedi. Özgüvenim yüksek değildi. O yüzden ne yaptıysam şansım sayesinde yaptım. Çok küçükken annem bana şöyle demişti: "En güzel olmayacaksın, en yetenekli olmayacaksın, en zeki olmayacaksın ama özelsin."

RW: Bir çocuk için harika bir mesaj.
CHER: Disleksiğim, o yüzden öğrenme güçlüğü çekiyordum. Esmerdim ve ailemdeki diğer herkes açık tenliydi. Yine de annem, "Zekisin. Göstermiyor olabilirsin ama zekisin" deyip dururdu. Sayıları göremiyorum. Annem, "Merak etme, bunu senin için yapacak birileri olacaktır" derdi.

RW: Bir annenin çocuğunun içindeki gücü fark edebilmesi muazzam. Seni Twitter'da takip ediyorum ve Amerika ya da politikayla ilgili meselelerde sözünü sakınmaman çok hoşuma gidiyor. Diğer kadınlara, şu an dünyada nasıl var olabilecekleri ve ne yapabilecekleri konusunda ne söylemek isterdin? Örneğin başka insanların ne düşündüğünü umursamaman bana hep ilham kaynağı oldu.
CHER: Haklısın, umurumda değil. Kız kardeşim hep, "Diline hakim olmalısın" der. Ben de ona, "O gemi çoktan kaçtı canım" derim. Bir kadın gibi değil, bir insan gibi düşünüyorum. Dünyaya değer veriyorum ve kendi bakış açıma sahibim ki, bu her zaman doğru olmayabilir. Ama gördüğüm kadarıyla Beyaz Saray'daki malum kişi ve hükümette yer alan herkes biraz kaçık. Bence bu ülkeyi kadınlar kurtaracak; kadınlar ve gençler. Bizim tek yapmamız gereken onlara ilham vermek ve destek olmak. Yaş almış ve genç kadınların bir araya gelerek gerçek bir farklılık yaratacağı zamanlardayız.

RW: İlk gençlik yıllarında Sonny Bono ile evliydin. Sonrasında ayrıldınız ve boşandınız. Çok korkutucu bir dönem olmalı senin için. Ancak sen çalışmaya, büyümeye ve insanların pek çok farklı anlamda gelişmene tanık olmasına izin vermeye devam ettin.
CHER: Evet Rita, onunla tanıştığımda 16, ayrıldığımda ise 27 yaşındaydım. Bu süre zarfında birey olarak değil, yalnızca sahnedeki halimle büyüdüm. Sonny ile birlikte iş yaparken iyi geçinirdik. Şu an bu odadan içeri adımını atsa kaldığımız yerden devam ederdik çünkü aramızda özel bir şey vardı. Karı-koca olmalı mıydık emin değilim ama aramızda asla kopmayan çok güçlü bir bağ vardı.

RW: İnsanların, bir alanda isim yaptıktan sonra başka bir alana geçmenin ne kadar zor olduğunu anlayabildiğini sanmıyorum. Sen de Mask ve Silkwood gibi filmlerle şarkıcılıktan oyunculuğa geçiş yaptın. Ve sonrasında Moonstruck'taki rolünle Oscar kazandın!
CHER: Oya film stüdyosu ilk başta Moonstruck için anketler yapıp, "Bu film kimseye cazip gelmiyor" demişti.

RW: Kadınların başrolde olduğu, kadınlara yönelik bir film başarılı olunca hemen bunun şans eseri olduğunu söylerler. Ülkemizde tüketici kitlesinin büyük kısmını kadınlar oluşturuyor. Buna rağmen bizim için yapılmış filmler gibi konularda hafife alınıyoruz. Geçen yazki Girls Trip filmi beni çok heyecanlandırmıştı çünkü başarısının şans eseri olmadığı apaçık ortadaydı. "Kadınlar seyirci çekebiliyor. Böyle filmlerden daha çok yapmalıyız!" dedirtti.
CHER: The Post'u defalarca izledim. Bazen bunu yaparım. Bir film gerçekten çok iyi olduğunda onu tekrar tekrar izlemek isterim çünkü görmek istediğim pek çok detay olur. Filmi izlerken, "Tanrım, bir zamanlar kadınlara böyle davranılıyordu" diye düşünüp durdum. Erkekler iş konuşurken kadınlar başka bir odaya gönderiliyordu. Veya kadınlar odada oluyordu ve erkekler onları yok sayarak konuşuyordu. Kadınların kendilerini kocalarının isimleriyle takdim ettiğini hatırlıyorum. Mesela, "Ben Bayan John Treacher" diyorlardı. Sanki öyleymiş gibi.

RW: Genç bir kızken senin tarzına hayrandım. Hâlâ da hem özel hayatında hem de şovlarında giydiklerini çok beğeniyorum. Hele Oscar törenlerinde giydiğin tüm o muhteşem kıyafetler! Bu tür riskli seçimleri çok özlüyoruz. Bugünlerde kadınlar pek bir kibar ve zevkli giyiniyor. Ama senin giydiğin kıyafetlerin garantili yanı yoktu. Böyle giyinebilecek özgüvene nasıl sahip oluyordun?
CHER: Aslında Bob Mackie benim için ne yaparsa onu giyiyordum. 1986'daki Oscar Töreni'nde (kafamda meşhur tüylü şapkayla) mikrofonu elime aldığımda dedim ki, "Akademi'nin nasıl ciddi bir oyuncu gibi giyinileceğine dair yayınladığı kitapçığı aldım." Bob provaya geldiğinde tek yapmam gereken kıpırdamadan ayakta durmaktı, tüm işi o hallediyordu. Bana giymem için verdiği hiçbir şeyden utanmadım. Tabii, Sonny ve ben her zaman tuhaf giyinirdik. İnsanlar çılgınca olduğunu düşünse de biz görünümümüzden gerçekten gurur duyuyorduk. Başkalarının ne düşündüğünü umursamamayı çok erken öğrendim. Çünkü gerçekten, kimin umurunda? Bob'a güveniyordum. Elbiselerini seviyordum. Onları taşıyacak vücuda sahiptim. Göğüslerim yoktu ve kıvrımlı değil, düz bir yapım vardı.

RW: Herkes senin karın kaslarına sahip olmak isterdi!
CHER: Onlara sahip olmak için hiç çalışmam gerekmedi.

RW: Bu çok sinir bozucu.
CHER: Evet, tabii ama şu an çalışmam gerekiyor.

RW: Peki, tutkunu altmış küsur yıldır nasıl canlı tutuyorsun?
CHER: Sahneye çıktığımda hâlâ çok iyi vakit geçiriyorum. Olabildiğince tadını çıkarmaya çalışıyorum çünkü bir gün gelecek ve yapamayacağım, bunun farkındayım. Ayrıca hâlâ şarkı söyleyebiliyorum. Tony Bennett gibi olacağım.

RW: Evet, o da olağanüstü biri. Açıkça görülüyor ki, Meryl (Streep) ile yakın arkadaşsınız ve Mamma Mia! Yeniden Başlıyoruz sizi kameralar önünde yeniden bir araya getirmiş oldu. Meryl ile It's Complicated'de çalıştım. Birlikte sahne çekerken, "Aman Tanrım, Meryl Streep ile aynı karedeyim!" diye düşündüğümü hatırlıyorum.
CHER: Aynı zamanda büyük hayranıyım.

RW: Bize biraz arkadaşlığınızdan bahseder misin?
CHER: Onunla ilk kez Mike Nichols'ın Silkwood filminde çalışırken, Teksas'taki bir sushi restoranında tanıştım. İçeri girdiğimde yanıma gelip sarıldı ve, "Burada olmana çok sevindim" dedi. Sonrasında hep birlikteydik. Pazar günleri sinemaya giderdik. New York'ta yaşadığım dönemde her gün evine giderdim.

AMANDA: Hayat sanatı taklit eder; 32 yaşındaki yeni anne Amanda Seyfried, bebek bekleyen Sophie karakteriyle filmde bir kez daha karşımızda.

RITA WILSON: Orijinal filmde Sophie'yi canlandırmanın üzerinden tam 10 yıl geçti. Karakteri yeniden yaratmak nasıldı?
AMANDA SEYFRIED:
Benim için tuhaf bir paralellik söz konusu çünkü ben de 10 yıl olgunlaştım. Filmin hikâyesine göre aradan geçen süre sadece 4-5 yıl ama gerçek hayatta 10 yıllık hayat tecrübesi kazandım; 20 ile 30 yaşlarım arası çılgın değişikliklerle dolu geçti. Filmde de Sophie artık iş sahibi, bir kocası –ya da partneri- var. Güçlü ve bağımsız, iyi yetiştirilmiş. Donna ise (Sophie'nin annesi, Meryl Streep) ışık, güzellik ve güç yayıyor. İkinci filmde tüm bu iyi özelliklerini Sophie'ye aktarmış olduğunu görebiliyorsunuz.

RW: Orijinal film için yapılan seçmelerdeki video kaydını izlemiştim, performansın çok saf ve güzeldi. Hazırlık sürecinde bir Broadway vokal koçundan eğitim aldığını biliyorum. Bu büyük müzikal prodüksiyonun bir parçası olmak nasıl bir duygu?
AS: Bir parçası olduğum için kendimi çok şanslı hissettiğim, büyülü bir deneyim. ABBA'nın büyük hayranıyım ve şarkı söylemeyi çok seviyorum. Belki performansımdaki saflık da buradan geliyor. Artık anne de olduğum için (Seyfried ve eşi Thomas Sadoski'nin bir yaşında kızları var), böylesine aile odaklı, müzikal ve pozitif bir şeyin parçası olmak çok özel hissettirdi. ABBA insanı gerçekten mutlu ediyor.

RW: ABBA saf neşe kaynağı. Sen hiç albüm yapmayı düşündün mü?
AS:
ABBA'dan Benny Andersson'ı her gördüğümde ona, "Ne zaman hazır olursan stüdyona gelebilirim, hemen İsveç'e giden bir uçağa atlarım" diyorum.

RW: Neden olmasın? Ben şarkı söylemeye geç yaşta başladım, gerçekten çok keyif alıyorum.
AS:
Evet işte, benim de demek istediğim; madem seviyorsun, yapabildiğin kadar çok yapmalısın. Ve başkaları için de yapmalısın, değil mi ama?

RW: Kesinlikle. Sence anne olduğundan beri dünyaya bakışın değişti mi? Kızına hangi değerleri aşılamak istiyorsun?
AS:
George Saunders'ın, "Bu arada, tebrikler" adlı müthiş bir mezuniyet konuşması var. Nezaket ve nazik olmadığınız anları nasıl daha sonra pişmanlıkla hatırlayacak olduğunuz üzerine bir konuşma. Şefkat, Tommy ile benim ona aşılamak istediğimiz en önemli şey.

RW: Obsesif kompülsif bozukluk, panik atak ve sahne korkusuna sahip olduğunu ve OKB ilacı kullandığını açıkça dile getirmen çok cesurca. Bunlar utanılacak şeyler değil ve diğer insanların da daha dürüst olması gerekiyor diye düşünüyorum.
AS:
Herhangi bir şey 'damga' riski taşıdığında, insanlar bunu saklama eğiliminde oluyor. İnsanlar yargılanmaktan korkuyor ancak kimse zihinsel bir rahatsızlık için yargılanmamalı. Sonuçta bu bir hastalık, tıpkı bağımlılığın da bir hastalık olması gibi. Yedi yaşından bu yana bununla boğuşuyorum. Ergenlik öncesinde karanlık zamanlarım oldu ve nasıl baş edeceğimi bilemedim. Çevremde derdimi anlatabileceğim kimse yoktu ve bu tuhaf korkulara sahip olduğum için sürekli kendimi yargılıyordum. İhtiyacım olan yardımı ancak 19 yaşında alabildim.

RW: Ne oldu da yardım alman gerektiğine karar verdin?
AS:
Sonunda bir psikiyatriste gittiğimde, kliniğindeki kontrol listesini okudum. Yaşadığım şeylerin, yani obsesyonların OKB sahibi kişilerde ortak belirti olduğunu hemen kavradım. O gün hayatım değişti. Daha kolay oldu diyemeyeceğim ama anlamamın yolu açıldı. Şimdi hayatımda OKB sahibi pek çok kişi var ve bir araya geldiğimizde kompülsiyonlarımızla dalga geçiyoruz.

RW: Me Too ve Time's Up hareketlerine dahil oldun mu? Kadınların giyinme tarzları üzerinde bir etki yaratacaklar mı sence?
AS:
İçgüdüsel olarak ilk düşündüğüm "Umarım yaratmaz!" oldu. Ciddiye alınmak veya bir kadın olarak saygı görmek için giyim tarzımızı değiştirmek zorunda olmamalıyız. Ben gerçekten seksi bir elbise giydiğimde kendimi çok güçlü hissediyorum. Değişmesi gereken giyim tarzı değil, davranışlar.

RW: Giyimden söz açılmışken, kişisel stilinden bahseder misin? Mesela bir üniforman var mı?
AS:
The Great adlı markadan pek çok tişörtüm var.

RW: The Great'i severim. Bende de slip elbiseleri var. Hatta sadece onlarla yaşıyorum diyebilirim!
AS:
Bazen Reformation'dan online alışveriş yapıyorum ama ne zaman elbise giymeyi
düşünsem sonunda kendimi siyah, beyaz veya gri bir triko ya da tişört ve jean (daha net olmak gerekirse Frame marka jean çünkü bence en iyisi o) içinde buluyorum.

RW: Annenin verdiği en iyi öğüt neydi?
AS:
Stil üzerine hep, "Az daha çoktur" derdi. Ama muhtemelen bana verdiği en iyi öğüt şudur: "Bir şeye hemen tepki verme." Uzun süre bu sözüne kulak asmadım. Çok doludizgin yaşıyordum, bazı bakımlardan bu iyi bir şey ama aynı zamanda başımı belaya soktuğu da oldu. Nihayet şimdi soluklanmayı öğreniyorum.

LILY: 29 yaşındaki Britanyalı oyuncu Lily James, genç, özgür ruhlu Donna'yı canlandırmak için bayrağı Streep'ten devralıyor.

RITA WILSON: Flashback sahnelerinde genç Donna'yı canlandırma konusunda harika bir iş çıkardın. Rolüne hazırlanırken, Streep'in ilk filmdeki performansını yakalamak için özel bir şeyler denedin mi?
LILY JAMES:
Donna'nın hevesle dolup taşan ruhunu yansıtmak istedim. Çok enerjik, cesur ve özgür ruhlu; insanları, Donna'nın ileride bu kadına dönüşeceğine inandırmak istedim. Ayrıca Meryl'i hatırlatacak birkaç hareket yakalamak için ilk filmi izledim. Ellerini çok kullanıyor. Kalçalarını ve bedenini nasıl hareket ettirdiğini de not ettim; çok güzel ve gerçekçi.

RW: Sahnelerin 70'lerde geçiyor. Günümüzün siyasi iklimi göz önüne alındığında, modern izleyicinin Donna'nın bu kadar kısa süre zarfında birçok adamla beraber olmasını nasıl karşılayacağını merak ediyorum.
LJ:
Bence bu harika çünkü ne yapacağına kendisi karar veriyor ve bence bu anlatmaya değer bir hikâye. Erkekler her zaman böyle davranıyor. Bir kızın da canının istediği gibi davranıp, kiminle isterse onunla gittiği ve her şeyi sonradan yoluna koyduğu bir hikâye neden olmasın? Tüm bu erkeklerle birlikte olmasından öte, okulunun ilk kadın bölüm birincisi. Zeki ve enerjik bir genç kız. Asla böyle biri olduğum için özür dilemezdim.

RW: Bugün güçlü bir kadın olmak sana ne ifade ediyor?
LJ:
Şu an yaşananların bir parçası olmaktan dolayı mutlu ve gururluyum. Tüm bunlar, şimdiye dek bana dayatılan, kanıksamış olduğum pek çok saçma sapan şeyi sorgulamama sebep oldu. Etrafımdaki kadınlardan çok ilham alıyorum. Time's Up, Mee Too ve Kadın Oyuncular İçin Eşit Temsil 50:50 hareketleri vesilesiyle benimle yaşıt ya da daha büyük kadın oyuncularla takılmak, toplantılara gitmek, tartışmalara katılmak çok hoşuma gidiyor.
Bir anda daha önce hiç olmadığımız kadar birlik içerisinde olduk. Sanki özellikle ayrı tutulmuşuz gibi. Artık bir araya geldiğimize göre hiçbir şey bizi durduramaz. Şu anda güçlü bir dürüstlük ve özgüven ortamı var.

RW: Sosyal medyayı benimsemekte zorlandığından da bahsetmiştin. Bir oyuncu olarak mahremiyetini korurken, bir yandan da hayranlarınla gerçek bir bağ kurmayı nasıl başarıyorsun?
LJ:
Ben biraz gizemden yanayım. Bir saniye bile düşünmeden, sosyal medyayı nefes alır gibi kullanan jenerasyondan değilim. Bir oyuncu olarak, çok farklı karakterlere dönüşebildiğime inanılmasına ihtiyacım var, bu yüzden de her zaman biraz gizemli olmakta fayda var. Instagram her şeyi çok fazla açık ediyor. Ayrıca insanlar üzerinde büyük bir baskı yarattığını düşünüyorum. Instagram'da tüm o güzel insanların özenle tasarlanmış muhteşem hayatlarına (normalde yaşamları böyle değildir muhtemelen) bakarken, bunları gören bir ergenin neler hissedebileceğini düşünmeden edemiyorum. Ben bile kanıksamakta zorlanıyorum!

RW: Çocukken çılgın bir moda anlayışına sahiptin. Bize biraz bundan bahseder misin?
LJ:
Bence çocukken gerçekten harika bir tarzım vardı. Annem ne istersem onu giymeme izin verirdi ve belli ki bir kaplan gibi görünmeyi seviyormuşum! Parlak turuncu elbisem başta olmak üzere bir sürü cafcaflı kıyafet giyerdim. Sonra özgüvenimi bir süreliğine kaybettim. Ortamdaki en sönük kişi olmak istediğim bir dönemden geçtim. Çaba sarf etmişim gibi görünmeyi asla istemiyordum.

RW: Şu an modaya bakışın nasıl?
LJ:
Oyunculuğun en güzel taraflarından biri modayla beklenmedik derecede iç içe olması. Bu başlarda biraz gözümü korkuttu ama şimdi çok hoşuma gidiyor. Herkes aynı şeyi söylüyor, biliyorum ama kesinlikle doğru: Eğer giydiğin şeyin içinde kendini iyi hissediyorsan, bu seni daha özgüvenli kılıyor.

RW: Sence İngiliz ve Amerikan stilleri arasında belirgin bir fark var mı?
LJ:
New York ve Londra benzer enerjilere sahipler çünkü ikisi de yürüyerek keşfedilebilen şehirler. Sürekli dışarıda, bir şeylerin peşindesin, bu da çok fazla palto ve giysi demek. Los Angeles'ta olduğumda ise hep çalıştığım için mi bilmiyorum ama şık giyinme ihtiyacı hissediyorum. Amerika'da genel olarak daha şık giyinme eğilimi var. Diğer yandan İngiltere'de tüm olay salaş ama havalı giyinmekte bitiyor.

RW: Birkaç yıl önce Burberry parfüm kampanyasında yer almıştın. Reklam filminde kıyafetlerini çıkarıyor, sonunda üstsüz kalıyordun. Bu rolü kabul etme sürecin nasıl gelişti?
LJ:
Bir oyuncu olarak yeni deneyimlere açık ve özgür olmayı seviyorum. Parfüm söz konusu olduğunda, duyusallık –tendeki kokusu- o parfümün cazibesinin anahtarı konumunda. Çekimi gerçekten eğlenceli bulmuştum. Bence kampanyada dürüstlük, cesaret ve gerçeklik vardı, bu da işe yaradı. Dönem dramalarında oynamaktan biraz sıkılmıştım, değişiklik oldu.

RW: Gerçek şu ki, Instagram'da gördüklerimizden çok da farklı değildi yaptığın. Zevkli bir çalışmaydı. Ayrıca ben de senin kadar muhteşem görünseydim ben de soyunurdum!
LJ:
Sinemanın büyüsüne de pay vermek lazım tabii. Ama kendimi cidden iyi hissetmiştim, gencim tabii…

RW: Nora Ephron bir kitabında şöyle diyor; "Ah, 26 yaşındayken koca bir yıl boyunca bikini giymediğim için çok pişmanım. Eğer bu satırları okuyan genç biri varsa hemen şu saniye gitsin ve bir bikini giysin, 34 yaşına gelene kadar da üzerinden çıkarmasın."
LJ:
Evet. Tüm gün üzerimdeler.