Gizli kalmasın
LIFESTYLE

Gizli kalmasın

Hedefe Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim merkezi kurucusu Uzman Psikolog Nurten Sancak ile yeni kitabı İlişkinin Dili Gizlidir ve modern toplum meseleleri üzerine konuştuk.

GÜNCELLEME TARİHİ: 1 Aralık 2018

Çimen Uzsoy G.

İlişkinin Dili Gizlidir raflarda yerini aldı. Daha önce kaleme aldığınız makalelerin bir derlemesi olarak tanımlayabileceğimiz kitap için fikir nasıl ortaya çıktı?
Bir psikoterapist olarak mesleğimin ilk yılları itibariyle ilişkiler ve ilişki dinamikleri mesleki ilgi alanlarımın başında yer aldı ve aslında İlişkinin Dili Gizlidir'den önce de yine kadın, evlilik ve ilişkilere ilişkin bir çalışmam olmuştu. Fakat bu çalışma, ekibimle birlikte hazırladığımız, alana yönelik bir araştırma niteliğindeydi. Gerek uzman arkadaşlarım ve ekibimin, gerekse yakın çevremin yönlendirmesi etkili oldu diyebilirim kitabın ortaya çıkmasında. Temel amacım ise ilişkilerde karşılaşılan durumlar konusunda yalnız olmadığımızı anlatabilmek ve unuttuklarımızı basit ve sade bir dil ile hatırlatabilmekti.

Kitabınızın adı psikanalize bir gönderme mi?
Akla ilk olarak bir gönderme gibi geliyor. Kitabımı okuyan Türkiye'nin bilinen klinik psikologları da bu şekilde yorumlamış olacaklar ki, aynı soruyu sordular. Ancak sizin de bu şekilde yorumlamanız, konuya ne kadar hakim olduğunuzu gösteriyor. İlişkinin Dili Gizlidir aslında her ilişkinin kendine has olduğunu okuyucuya anlatmaya yönelik bir mesaj. Yani ilişkileri birbiriyle kıyaslamamak, ilişkilerde tek doğru olmadığını kabul etmek gerekiyor. Genelgeçer kimi durumların yanı sıra aslında her ilişkinin kendine has bir matematiği vardır. Kültürel değerler, kişilik yapıları, yaş ve sosyoekonomik durum gibi etkenler ilişkilerde farklılıkların olmasına neden olan başlıca faktörlerdendir. Kitabın adının psikanalitik bir söylem olmasına ilişkin algı ise sanırım psikanalitik bakış açısında görünen ve altta yatan dinamiklerin etkileşimi ve bunu çözümlemeye ilişkin motivasyonun 'gizli' kelimesi özelinde çağrışımından kaynaklanıyor. Elbette gerek yazarken, gerekse psikoterapi sürecinde herhangi bir bakış açısından yararlanmadan yol almak imkansız. Kitabın adı ile iletmek istediğim asıl mesaj, 'ilişki' kavramının bizatihi bir doğası ve yapısı olduğu, bu doğa ve yapının da o ilişkiyi yaşayan kimseler tarafından yeniden, kendilerine has bir şekilde yapılandırıldığı. İşte, bu sebeple, genelgeçer öneriler ve saptamalardansa ilişkilerin matematiğini çözmeye çalışmak hem biz uzmanlar hem de her tür ilişkiyi yaşayan bireyler açısından çok daha işlevsel ve yararlı.

Buradaki 'ilişki' yalnızca romantik bir ilişkiyi mi anlatıyor, yoksa aile ve arkadaş ilişkileri de mi mercek altında?
Sadece romantik bir ilişki değil; bir çiftin çevresiyle, akrabalarıyla ilişkisi, ebeveyn-çocuk ilişkisi, arkadaş ilişkileri… Hepsini anlatıyor. Özellikle evlilikte, bizim kültürümüzde ailelerle ilişki de oldukça önemli. Örneğin kayınvalide-gelin ilişkisi de kitapta dikkat çeken bölümler arasında yer alıyor. Buna karar verirken daha çok, en fazla danışılan konulara odaklanmaya çalıştım. Evlilik öncesi, evlilik kararı, sonrası, aile ilişkileri bunlardan bazıları. Zira romantizmden ne anladığınız da kişiliğinize göre değişir. Bu kitabı okuyanların, onu hem bir uzman, hem de kadın, eş ve anne olarak yazdığımı dikkate almaları gerekiyor. Bu nedenle, "Tüm kadınlara ve ilişkisine değer veren erkeklere" diye belirttim kitap kapağında.

İlişkiler günümüz bireyinin belki de en büyük problemi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İnsan bireyselleştikçe ilişki kurmakta zorlanıyor mu?
Bizim yaşadığımız ilişkiler, bizden önceki nesillerin ilişkisine göre elbette çok farklı. Burada bireyselleşme oldukça etkili. Bir diğer deyişle, aslında bireyselleşme biraz da sorumluluk bilincinde farklılıklar yaşanmasına neden oluyor. Ben bu kitabı yazma kararı alana kadar yıllarca birçok danışanım oldu. Çiftler, çocuklar, ergenlik dönemindeki gençler… Şunu gördüm ki, bireyselleşme eskiye nazaran daha çok uzman desteği alınmasına neden oluyor. Nedeni ise sosyolojik bir durum olan kolektivizmden bireyciliğe kayışın, yapısal olarak beraberinde yalnızlığı da getirmesi. Yani kolektivist bakış açısının hakim olduğu daha geleneksel topluluklarda komşuluk ilişkisinden kahve kültürüne kadar kişiler 'diğerlerinden' görüş ve destek alabilmekte, deneyimlerinden yararlanabilmekte iken; bireyci kültürlerin artması ve büyük şehirlerdeki yaşam hızına ayak uydurma telaşı ile sosyal çevre daralmakta ve dolayısıyla klinik bir durum olmasa dahi psikoterapi desteği gün yüzüne çıkmakta. Mesela günümüz ebeveynleri şu söylemlerle gelebiliyorlar; "Anne babalarımız belki bizim bu kadar üzerimize düşmezdi. 'Doğan büyür' mantığıyla hareket ediliyordu. Biz çocuklarımızın üzerine titriyoruz, bu kadar çok okuyoruz, araştırıyoruz. Yine de sıkıntılarımız var!'' Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, eskiden ilişkisel veya çocuk gelişimine ilişkin bilgi ve farkındalık toplum genelinde bu denli yüksek değildi. İkincisi ise aslında ebeveynler çok daha spontan hareket ediyorlar ve dolayısıyla yoğun bir "İyi mi yaptım, kötü mü?" kaygısı ile yaşamıyorlardı. Bu spontanlık da aile sistemine tüm yaşananların yanı sıra süreç içerisinde toparlanma ve sükunet getiriyordu belki de. Çok bilmenin kaygıya zemin oluşturmasının yanında, çocuk yetiştirme ve ilişkilere dair toplumun ve yeni nesillerin farkındalığının hem bireysel hem de toplumsal gelişim adına değerli olduğu görüşündeyim.

Sadece kitabınızı okuyarak insanların kendi ilişkilerindeki problemleri tespit edip çözümlemeleri mümkün mü?
Böyle bir iddiam yok elbette. Dünya üzerinde hiçbir kitap bu kadar iddialı olmamalı bence. Kitabı yazarken amacım, bazı sorunların sadece okuyuculara ait olmadığını, ortak sorunlar olduğunu göstererek, gerçek sorunları tespit edebilmeleri ve sağlıklı karar vermeleri için destek olabilmekti. Evlilik öncesi ve sonrası, boşanma kararı, çevre ile ilişkiler bölümlerinde uzman gözüyle tavsiyelerim oldu. Örneğin boşanma kararında, kişinin gerçekten sorunlar yaşayıp yaşamadığını anlayabilmesini sağlamaya, bu süreçte nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bazı okurlarım kitabın gerçekten yol gösterici olduğunu, hatta bazı cümlelerin aslında uzun zamandır aradıkları yanıtlar olduğunu belirttiler. Ancak dediğim gibi, benim kitabı yazarken asla nasihat vermek ya da sorunları kökünden çözmek gibi bir amacım olmadı.

Sağlıklı bir ilişki kurmak için temel maddeler var mı?
Kişinin karşısındakini tanıyabilmesi ancak asıl önemlisi kendini tanıyabilmesi, ne istediğini, beklentilerinin ne olduğunu çok iyi bilmesi gerekiyor. Ve elbette empati… Az önce sorduğunuz soruda bireyselleşmeden bahsettiniz. İşte, bireyselleşme de aslında bir anlamda karşı tarafın penceresinden bakmamızı önleyen bir faktör. Bu nedenle karşı tarafın penceresinden bakabilmeye ilişkin motivasyon sahibi olmak ilişkilerin sağlıklı olması adına temel bir etkendir.

Uzman olduğunuz diğer alanlar arasında depresyon, yeme ve kaygı bozuklukları var. Sanırım hepimiz az ya da çok bunlardan en az birine sahibiz. Bu konularda artış veya yaygınlaşma olduğunu düşünüyor musunuz?
Yaşam koşulları, global eksende yaşanan krizler, geleceğe dair endişeler bireylerin daha yoğun endişe ve umutsuzluk yaşamasına sebep olan unsurların başında geliyor. Daha önce de söylediğim gibi zorlu yaşam koşullarının üzerine bir de artan yalnızlaşma durumu, sanırım söylediğiniz gibi umutsuzluk ve endişe halini tetiklemekte ve toplum genelinde artışa sebep olmakta.Yeme bozukluklarına gelince; bu durumun da yine birçok yapısal ve ilişkisel dinamikten bağımsız olarak yorumlanması doğru değil. Ancak özellikle gençlerin beden algısına ilişkin olumsuz durumun tetikleyicileri arasında da değişen yaşam koşullarını göstermek yanlış olmaz.

Sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz? Pek çok psikolog, Instagram benzer i sosyal medya platformlarının depresyonla ciddi bağlantısı olduğunu düşünüyor. Siz sosyal medyayı kullanıyor musunuz?
Bireysel olarak kullanmıyorum ancak kurucusu olduğum Hedefe Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Merkezi'nin sosyal medya hesapları var. Mümkün olduğunca bilgilendirici ve eğitici paylaşımlar yapmaya çalışıyor ekibim. Sosyal medyanın ya da genel olarak internetin faydaları saymakla bitmez ancak zararları da bir o kadar fazla. Bu, okuduğum uluslararası makaleler ve uzmanların da ortak görüşü. Yanıtı çok net olmayan bir soru. Zira siz de şahitsiniz ki, birçok psikolog da sosyal medya ile ünleniyor. Buna da karşı değilim. Fakat bizim yaptığımız, bireysel danışmanlık yapmak. Örneğin, "Yeme bozukluğunun sebebi budur, reçetesi şudur" gibi bir paylaşım yapmak psikoloji bilimine çok da uymuyor. Zira altında
yatan birçok sebep olabilir. Sebep iyi analiz edilmelidir ki, çözüm de ona göre üretilsin. Bu her durum için geçerli.

Antidepresan ilaçların kullanımı da fazlasıyla yaygın hale geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İlaç kullanımı psikiyatristlerin uzmanlık alanıdır. Dolayısıyla bu konuda söyleyebileceğim tek şey, ancak kişiyi takip eden bir psikiyatristin yönlendirmesi dahilinde ilaç kullanımına başlanması ve bırakılmasının öneminin kritik olduğudur.

Dönüp dolaşıp lafı modaya getirme huyumuz var biliyorsunuz. Moda trendlerinin toplumsal psikolojiden ve olaylardan etkilendiğini biliyoruz. Bugünkü trendler üzerinden toplum hakkında neler söylenebilir?
Moda trendleri psikolojiden elbette etkilenir ancak tersi de mümkündür. İnsan psikolojisi, sosyal hayatımızdan ve hatta giyimimizden tutun da evimizde tercih ettiğimiz mobilya stiline kadar birçok parça ile ilişkilidir. Bazen ruh halimiz tercihlerimize yön verirken, bazen tercihlerimiz ile psikolojimizi şekillendiririz. Araştırmalar da sosyoekonomik koşulların getirdiği psikolojik değişimlerin tarih boyunca moda üzerinde etkili olduğu yönünde.

Sizin moda ile nasıl bir ilişkiniz var?
Trendlere bakarım fakat moda olan her şeyi beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Kendini tanıyan her kadın gibi benim de bir tarzım var. Fransız stili hoşuma gidiyor, yani sade ama şık. Özlem Süer'i ve genç modacılardan Zeynep Tosun'u çok beğenirim.