Koza Güreli Yazgan ile sanat üzerine!
LIFESTYLE

Koza Güreli Yazgan ile sanat üzerine!

Yaratıcılığa verdiği destek ve başarılı kariyeri ile Koza Güreli Yazgan, Türkiye’ye Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı’nı kazandıran babası Ali Güreli’nin izinde ilerliyor.

GÜNCELLEME TARİHİ: 17 Şubat 2019

Sanatsever genç iş kadını Koza Güreli Yazgan'ın Rumelihisarı'ndaki aile evine konuk olduk.

Güneş Uysalefe
Fotoğraf Selin Saral

Koza Güreli Yazgan'ı, otel ve yapı projeleri için sık sık çıktığı New York seyahatlerinden birinin dönüşünde yakalıyoruz. Bir zamanlar gezip tozmayı temsil eden şehir, artık onun için yoğun iş temposu demek oluyor. Yazgan, Stratejik Planlama Direktörü olarak görev aldığı The Marmara Group'un 3. kuşak temsilcisi. Türkiye sınırları içindekilere ek olarak, Manhattan'dan sonra Park Avenue'da açtıkları New York'taki ikinci otelleri, Joe Ginsberg imzalı modern iç mimarinin zevkli bir örneğini sergiliyor, ayrıca hamamıyla da otantik bir Türk deneyimi sunuyor. Ancak şimdilerde başka bir hamam ailecek gündemlerinde; Yazgan, üzerine titredikleri İstanbul'daki tarihi bir hamamın yıllar süren restorasyon aşamasının sonuna gelmiş olmalarının heyecanını taşıyor. Onun için inşaat nispeten yeni bir deneyim: kendisi sektör değiştirmeden önce sanat alanında, babası Ali Güreli'nin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Contemporary Istanbul Fuarı'nda görev almış. Artık sanat bir iş değil, saygı ve tutku duyduğu bir ilgi alanı... Zarif ve güler yüzlü İstanbullu'yu, Fikret Mualla'dan Mehmet Nazım'a farklı ustalara ait eserler ve özgün bir üslupla dekore ettikleri, tarihi değer taşıyan Rumelihisarı'ndaki aile evinde daha yakından tanıdık.

Büyüdüğünüz aile evindeyiz; burası size dair nasıl ipuçları barındırıyor?
Çocukluğumun geçtiği ve eşimle evlendiğim bu ev 1863 yılında inşa edilmiş ve bir zamanlar İstanbul'un en geniş kütüphanesine ev sahipliği yapmış. Osmanlı mimarisinin inceliklerini yansıtan bu özel ev bize hep ilham vermiştir. Sanatla iç içe yaşamış biri olarak sanat eserlerine gerçek anlamda sahip olamayacağımızın bilincinde oldum; tek yapabileceğimiz, bu eserlerin kıymetini bilip, koruyarak gelecekteki 'sahiplerine' mümkün olan en iyi formda bırakmaya çabalamak. Aile olarak bu evi de bir sanat eseri gibi görüyoruz; bizden sonrakiler için onu muhafaza etmeye gayret ediyoruz.

Sanat eserleri elbette bu atmosferin büyük bir parçası... Sanata dair beslediğiniz sevgide babanız Ali Güreli'nin büyük rolü olsa gerek; sanat konusunda merak ve tutkularınız bugün de benziyor mu?
Sanata olan ilgimde ailemin büyük payı var; babam ve eşi Rabia'nın peşinde fuarlarda büyüdüğümü söyleyebilirim! Ancak çocukluğumdan beri bu alanda bulunmuş olmama rağmen eser satın almaya başlamam epey vakit aldı, zira bir eserin hikayesini araştırmak, öğrenmek ve ona karşı hakiki bir his duymak uzun bir süreç benim için. Bu manada babamla biraz ayrışıyoruz diyebilirim; o tecrübesi sayesinde eseri ilk gördüğünde eserin ona ne hissettirdiğinden emin olabiliyor, bu sebeple bana nazaran daha çabuk karar verebiliyor. Sanat zevkimiz aslında benzer bir çizgide ilerledi, örneğin babamın gençlik yıllarında Paris'te yaşarken samimi bir dostluk kurduğu ve erken dönem işlerini satın aldığı Mübin Orhon'un eserleri her ikimizin koleksiyonunda da önemli bir yere sahip. Ancak babamın koleksiyonunda benimkinden farklı olarak Abidin Dino, Yavuz Tanyeli, Fahrelnissa Zeid gibi tanınmış modern sanatçıların eserleri de yer alıyor. Bense zanaat ile sanatı birleştiren, malzemeleri sanat üretimlerinde farklı bir şekilde yorumlayan Nermin Er ve Tayfun Erdoğmuş gibi çağdaş sanatçılarla daha çok ilgiliyim.

Evinizdeki eserlere dışarıdan bakınca siz kendinizi nasıl bir sanat koleksiyoneri olarak görüyorsunuz?
Evdeki eserlerin her biri benim için çok özel fakat ilk aldığım iş olan Şükran Moral'ın Despair (2003) isimli eserinin yeri başka. Şükran'ın işleri genel olarak cinsiyet eşitsizliği, kadının ve kadın vücudunun toplumdaki yeri, aile içi meseleler ve göç temalarını barındırıyor. Göç temasına olan ilgim zaman geçtikçe eserlerim arasında ortak bir söyleme dönüştü. Renata Poljak, Young Sam Kim, Slinkachu gibi göç, ayrılık, yalnız yaşamlar ve kaybolmuşluk temalarını işleyen sanatçılara yöneldim. Sanatçıyla iletişim halinde olmayı, atölyesine gidip birinci ağızdan geçtiği süreçleri ve eserin arkasındaki hikayeyi dinlemeyi çok kıymetli buluyorum. Bu nedenle koleksiyonumda genç ve ulaşılabilir sanatçılar ön planda. Her ne kadar siz sorularınızda 'koleksiyon'a atıfta bulunuyor, ben de 'koleksiyonum'dan bahsediyor olsam da kendimi henüz tam anlamıyla bir koleksiyoner olarak görmediğimi de eklemem gerekir. Gerçek manada koleksiyonerliğin çok daha fazla zaman ve emek isteyen, ciddi bir uğraş olduğunu düşünüyorum. Ben şimdilik kendimi iyi bir sanatsever olarak değerlendiriyorum.

Hayali bir koleksiyon düşleyin; imkanlar sınırsız olsaydı, hangi sanatçılara ait eserler sizin olsun isterdiniz?
Zor soru! Beni çok etkileyen Peggy Guggenheim koleksiyonu üzerinden giderek yanıtlamaya çalışayım. Peggy'nin koleksiyonunda yer alan Brancusi, Dali, Calder, Pollock gibi sanatçılar, sadece eserleriyle değil, aşkları, arkadaşlıkları ve tutkularıyla da onun hayatının bir parçası haline gelmişler. Peggy'nin dönemin normlarından uzak, özverili ve samimi şekilde yarattığını düşündüğüm koleksiyonu, hayali koleksiyonum için değerli bir model. Bir başka deyişle, bana göre koleksiyonerlik çok kişisel bir mesele. Zevkler, ilgiler, hisler her an değişiyor; dolayısıyla sanatçı ya da eser adı belirtmeksizin, bu değişimlere göre şekillenecek her koleksiyon benim için ideal koleksiyon olurdu. Bununla beraber, beni her zaman etkilemiş olan Georgia O'Keeffe, René Magritte, Agnes Martin ve Fikret Mualla gibi üslup ve zaman bakımından farklı sanatçıların eserlerinin bu hayali koleksiyon içerisinde yer alacağından eminim.

Sanatın başka bir noktaya taşınması için büyük gayret gösteriliyor; siz bu 'gayret'i nasıl gözlemliyorsunuz?
Son 15 senede Türkiye'de çağdaş sanat alanında büyük bir atılım oldu. Ancak ülkemizde sanatın her anlamda önünün daha da açılması mümkün; öncelikle bu alandaki vergi ve teşvik gibi konuların kanunla düzenlenmesi, kurumsal koleksiyonerliğin daha da gelişmesi, Türk koleksiyonerlerin uluslararası müzelerin ve organizasyonların alıcı komitelerinde bulunarak sanatçılarımızın eserlerini önemli koleksiyonlara katmaları, galerilerin sanatçılarını uluslararası platformda desteklemeleri gibi adımların atılmasıyla Türkiye'de sanatın çok daha gelişebileceğini düşünüyorum.

Siz moda ile sanatın ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Moda ve sanat tarih boyunca birbirlerinden beslenmişler ancak sanıyorum hiçbir zaman aralarındaki çizgi günümüzdeki kadar belirsiz olmadı. Moda evleri ve sanatçılar arasında iş birlikleri yapılıyor, müzelerde moda sergileri yapılıyor; gün geçtikçe aynı bağlamda anılmaya başlıyorlar.

Modayla aranız nasıldır?
Modaya sanata duyduğum kadar büyük bir ilgi duymuyorum aslında; alıştığım belli başlı markalar dışına çok çıkmam. Stil konusunda annem Bike Gürsel'den ilham aldığımı söyleyebilirim; çocukken onun 'garip' bulduğum Issey Miyake, Comme des Garçons gibi markalardan oluşan gardırobundan kıyafetleri bugün ben giyiyorum. Fotoğraf çekiminde üzerimde gördüğünüz Romeo Gigli tasarımları annemin eski elbiselerinden örneğin. Genelde net çizgileri olan, sade ve hatta biraz maskülen diyebileceğim bir stilim var; makosenler ve ceketler her zaman dolabımda büyük yer tuttular. Desenlerle ve değişik dokularla oynamayı, kıyafeti bu şekilde farklılaştırmayı seviyorum. Yeniyi ve eskiyi birlikte kullanmak da çok hoşuma gidiyor; minimal çizgideki bir elbise üzerine antika broş takmak gibi.

2019 İlkbahar-Yaz sezonu için gözünüze kestirdiğiniz tasarımlar var mı?
Bu sezon Dries Van Noten'in siyah-beyaz çizgili topuklu ayakkabıları ve asker yeşili pantolon takımları çok hoşuma gitti. Marni'nin elle çizilmiş bej puantiye desenli uzun ceketleri ve Mansur Gavriel'in Protea çantası da radarımda!

Özellikle son dönemde beğendiğiniz yetenekler, ve gardırobunuzda her daim olacağını düşündüğünüz parçalar var mı?
Son zamanlarda Türk tasarımcılara yönelmeye başladım; Esra Dandin ve Güneş Deniz Baran'ın takılarını beğeniyorum. Marché çantalarını çok rahat kullanıyorum. İşim nedeniyle New York'a sık gidiyorum, oradayken Maryam Nassir Zadeh ve Totokaelo'ya uğramaya gayret ederim. Annemden kalan Jean Paul Gaultier tasarımlarının, çeşitli yerlerden topladığım antika el çantalarının gardırobumda her zaman olacağını düşünüyorum.

Devam etmekte olan bir hamam restorasyon projeniz var, biraz bahsedebilir misiniz?
Aile olarak tarihi yapıların değerlerini korumak, dokularını yaşatmak için elimizden geldiğince destek veriyoruz. The Marmara grubu olarak Esma Sultan Yalısı'nda yaptığımıza benzer bir restorasyon projesi bu. Zeyrek'te bulunan Çinili Hamam, 16. yüzyılda Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmış ve İznik çinileri ile ünlü bir hamam. 1800'lerin sonunda ne yazık ki çiniler sökülerek dünyanın çeşitli yerlerindeki koleksiyonlarda ve müzelerde yerlerini almışlar. Şu anda British Museum, Victoria & Albert ve Louvre gibi birçok müzede bu çinileri görmek mümkün. Restorasyon bittiğinde yapı hamam fonksiyonuna ek olarak, bahçe, müze, sergi ve etkinlik alanı olarak hizmet verecek. Evde gördüğünüz hamam kültürüne ait antika takunyalar ve taslar ise hamamın içerisindeki müze kısmında sergilenecekler.

Bizimle paylaşabileceğiniz başka projeleriniz de var mı?
Geçtiğimiz yıl Contemporary Istanbul'un fuara ek olarak gerçekleştirdiği seminerler, sergiler, artist residency programları gibi çeşitli projeleri tek bir çatı altında toplandı ve Contemporary Istanbul Sanat, Kültür ve Eğitim Vakfı ÇİSKEV'i kuruldu. Ben de vakıfta aktif görev alıyorum. Çağdaş sanatın gelişmesine destek olma amacıyla kurulan bu yapı ile CI Dialogues'u 2018 yılında ilk defa vakıf çatısı altında ve fuardan ayrı bir mekanda gerçekleştirdik. Yine vakfın ev sahipliğinde yapılacak olan 3. sergi Başka Bir Yer, Ceren Oykut ve Ekin Saçlıoğlu'nun eserlerine yer verecek. Vakfın bünyesinde yapılacak bu ve benzeri projelere destek vermeye devam etmeyi planlıyorum.

Projeden ziyade henüz hayal aşamasında olan bir konudan da bahsedebilirim… Açık hava müzeleri beni hep etkilemiştir; eserlerin doğa ile birlikte yaşaması, bulundukları alana, hava şartlarına bağlı olarak geçirdikleri değişim muazzam. Aile olarak Kalecik'te böyle bir projeyi hayata geçirmeyi konuşuyoruz. Storm King Art Center gibi mekana özgü eserlerin ve büyük ölçekli enstalasyonların olduğu bir açık hava müzesi projesinde yer almayı çok arzu ederim.