Berlin sokaklarından
LIFESTYLE

Berlin sokaklarından

İşlerinde sokak sanatı etkisi hissedilen Olcay Kuş, bir yıldır Berlin’de yaşıyor ve üretiyor. Ocak ayında açılacak sergisi “İki Sokak Arasında” için çalışmalarını sürdürdüğü stüdyosundayız.

GÜNCELLEME TARİHİ: 16 Aralık 2019

Çimen Uzsoy G.
Fotoğraflar Kerem Halman

Geçen yıldan beri Berlin'de yaşıyor ve üretiyorsunuz. Bu değişim işlerinize nasıl yansıdı?
Berlin'de yaşamaya karar vermek, bugüne kadar aldığım en önemli kararlardan biri. Steril, korunaklı ve tek tip yaşam tarzının, özellikle sanat üretimine olumlu katkısı olduğunu düşünmüyorum. Biraz bu durumu değiştirebilmek, biraz da İstanbul'un kaosundan sıkıldığımdan dolayı "gitmek" düşüncesi son zamanlarda hep aklımdaydı. Değişim her zaman üzerine gittiğim, olması gereken bir unsur.

Gündelik hayatı ve ritmini değiştirmek, kendi çalışmalarıma bir meydan okuma gibiydi. Bu dönemlerdeki üretime önem veriyorum çünkü sizi üzerinde düşünmeye ve değişime zorluyor. Özellikle gündelik hayatın aktörlerinden çokça beslenen bir sanatçı olarak, bu değişimin sonuçlarını görmeyi istemek beni çok heyecanlandırdı. İstanbul'daki üretimlerim daha çok, özetle politik sorunların yaşantımıza ve insan davranışlarına etkisini ironi ile yansıtmak iken, Berlin'de görsel estetiğe bir geri dönüş yaşadım diyebilirim. Kağıt burada hâlâ birinci rolü oynuyor. Duvarlarda ve yerlerde yığınla poster balyaları ve onların kalıntılarını görebiliyorsunuz. Çalışmalarım daha renklendi, kompozisyondaki bölünmeler ve yazı daha çok rol oynamaya başladı. Berlin'in graffiti ve sokak sanatında da en önemli şehirlerden biri olması tabii ki çalışmalarımda hissettiğim etkenlerden biri oldu. Çok yeşil bir şehir olması, hayatın yavaşlığı, duvarların ve duvarlardaki estetiğin farklılığı ve yoğunluğu, sorunların ve sıkıntıların farklılığı, kışları gri olması, farklı dil ve kültürlerin bir arada olması ister istemez sizi etkileyen unsurlardan bazıları.

İşlerinizde ilk göze çarpan güçlü renkler ve sokak sanatı etkisi. Kamusal alan için üretiyor musunuz?
Öğrencilik yıllarımda en çok dışavurumculardan etkilendim. Onların cesur renk kullanımları beni büyüledi ve sanırım renk sevdam oradan geliyor. Belki şu an Berlin'de olmamın gizli sebeplerinden biri de, Alman dışavurumculardan etkilenmiş olmam olabilir. Kamusal alan ise her zaman beslendiğim nokta oldu, ürettiğim alan değil. Zaman zaman beni sokak sanatçısı zannedenler de oldu ama değilim. Sokaktan ve sokak sanatından esinlenen bir ressamım. Sokaktan etkilenmeye başlamam İstanbul'a geldiğim yıllara dayanır. Böylesine büyük bir metropolde yaşayıp da sizi etkilememesi zaten imkansız. O kaosun içinde çalışmalarım da yavaş yavaş alıştığı düzen ve estetikten çıktı ve tuval, kağıt gibi yüzeyleri bir duvar gibi kullanmaya ve kendi duvarlarımı yaratmaya başladım. Sokak estetiğini işlerimde göstermek istedim. Kamusal alan için henüz bir üretim yapmadım ama üzerinde çalışmaya başladığımız bir takım kamusal alan projeleri var. Bu projelerde daha yolun başında olduğumuz için detaylı bilgi veremiyorum.

Siz sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz ve nelerden besleniyorsunuz?
Kendimi klasik bir ressam olarak görüp, atölyemde resim yapmaya çalışıyorum. Çok fazla başlığa ya da etikete ihtiyacı olmayan, dipsiz bir alan. Her zaman istediğim, eylem olarak, resim yapmaktı ve hâlâ yapabiliyorum. Resim yaparak mutlu oluyor ve bu hayata katlanabiliyorum. Bu yüzden günlük hayatım, hissettiklerim, ilişkilerim hep resimlerimi besledi. Nasıl yaşıyorsam öyle resmediyorum, iyi ya da kötü. Kendimi hiçbir zaman kısıtlamamaya çalıştım ve değiştim. Aksi halde kendimi hep yalancı gibi hissettim. Haliyle hayatımdaki değişiklikler resimlerime her zaman yansıdı. O yüzden İstanbul'daki çalışmalarımda, gündelik hayatımıza çokça sirayet eden politik etkiler görülebiliyorken, burada o etkiler kendini formlara ve renklere bırakmaya başladı. Bana göre ne yaparsak yapalım, en temelinde hepimiz için en önemlisi nasıl yaşadığımız. Bu yüzden kendi hayatım beslendiğim en büyük kaynak.

Şu an üzerinde çalıştığınız projelerden bahsedelim. Neler planlıyor, üretiyorsunuz?
Son bir yıldır Berlin'de yaşayıp üretiyorum ve bu çalışmalarımın bir kısmını Düsseldorf Galerie Schloss Neersen'de, Ocak 2020'de bir sergi ile göstereceğim. Sekiz resimlik bir seriden esinlenerek belirlediğim İki Sokak Arasında; bir kıyaslama için en az iki şey gereksinmesine gönderme yapıyor ve İstanbul-Berlin arasındaki üretimlerim üzerinden, kendi içinde kıyasladığım bu sürece ışık tutuyor. Mimarisinden insanlarına, politikasına, dilinden günlük yaşantısına, sokaklarında, duvarlarında gördüğüm imgelerin geldiğim yer ile kıyaslamasını yapıyorum ve yansıtıyorum. Bitmeyen bir döngü içinde bu kıyaslama devam ediyor. Aynı zamanda yürümenin, sokaklarda anlamsızca yürüyebilmenin önemini burada tekrar anladığım için de İki Sokak Arasında'nın benim için önemi ayrı. İki ülke, iki şehir, iki sokak, bir arada kalmışlık hikayesi. Özetle bu sergi, bahsettiğim farklılıkların işlerimdeki etkisi ve dönüşümü üzerine. Bunun yanında Galeri ArtOn İstanbul ile çalışmalarımız devam ediyor ve 2020'de yeni bir kişisel sergi için çalışmalara başladık.

Bugüne dek sizi en çok etkileyen sanat eseri ya da performansı hangisi?
Sanırım beni en çok etkileyen, hayatımı bir anlamda değiştiren, abimin mizah dergisi okuma alışkanlığıydı. Abimle aramızda üç yaş var. Ben ortaokul yıllarında iken, kendisi her hafta sonu Leman dergisi alırdı. İlk zamanlarda bir anlam veremedim bu alışkanlığına ve hatta çocuk aklımla neden parasını bunlara harcadığına dair eleştirdim. Sonunda ben de merak etmiş olacağım ki, dergilere göz atmaya başladım. Hissettiğim duyguları hâlâ hatırlıyorum, çok etkilenmiştim. Yalnız, beni etkileyen sadece çizimler olmuştu. İlk zamanlar ne yazdığını merak edip okumamıştım bile. Sonradan abimin bu alışkanlığı bana geçti ve neredeyse bütün mizah dergilerini almaya başladım. Çizimler inanılmaz etkilemişti beni ve onları taklit ederek ilk kez çizmeye başladım. Neden bilmiyorum ama o dönem çizdiklerimi saklıyordum. Bir gün abim onları buldu ve anneme gösterdi. Ailedeki herkes ne yaptığımı öğrendikten sonra okul arayışları başladı ve öylece devam etti. Karikatür ile çizmeye başlamam, bana ironi ile bakabilme ve yorumlayabilme yetisi kazandırdı. Her ne kadar okul yıllarında sorun olsa da, etkisini bugün hâlâ işlerimde görebildiğim bir etken.

Stüdyo ortamınız nasıl? Nasıl kokar, ne duyarız, kalabalık mıdır, düzenli midir?
Her ne kadar yetersiz olsa da, küçük atölyelerde her zaman daha iyi üretmişimdir. Her şeyin elimin altında, kolay ulaşılabilir olması daha iyi odaklanmamı sağlıyor. Berlin'deki atölyem de küçük, yüksek tavanlı bir giriş katı. Genelde dağınık görünür ama değildir aslında. Kendime göre bir düzenim var ve bu düzen kalabalığın içinde rahat organize olmamı sağlıyor. Çok temiz bir atölyede zaten çalışamam. Duvarda, yerde, masada her an üzerinde çalışabileceğim tuval, kağıt ya da bez hazır bulunur. Sprey boya kokar. Zaman zaman o kokuyu alabilmek için, nedensiz kullanırım sprey boyayı. Çalışma rutinine girmeme yardımcı olur.

Sanat ve moda çoğu zaman yolları kesişen iki alan. Sizin modayla nasıl bir ilişkiniz var?
Açıkçası Berlin'e gelene kadar, resimlerimde kullandığım canlı renklerin aksine, kıyafetlerimde hep pastel ve gri tonları tercih etmiştim. Burada resimlerim gibi moda zevkimin de biraz değiştiğini söyleyebilirim. Belki de Berlin havasının yılın büyük kısmında gri olması, beni daha renkli kıyafetler seçmeye yönlendirmiş olabilir. Gün içinde bir cafe'de oturup kahvenizi içerken, sokaktan geçen insanları izleyerek yeni moda fikirleri ediniyorsunuz. Berlin bu konuda çok zengin bir şehir ve vintage kıyafetler hâlâ çok popüler diyebilirim. Bunun sebebi, buradaki insanların, özellikle gençlerin çevreye olan duyarlılıkları nedeniyle alışveriş için ikinci el dükkanları ve bitpazarlarını tercih etmeleri. Ben de burada düzenli olarak bitpazarlarını takip ediyorum ve haliyle moda zevkim bu doğrultuda değişti.

Bize Berlin'den gizli kalmış birkaç yer veya şey tavsiye edebilir misiniz?
Mitte'de, geniş bir avlunun içinde bulunan Tadshikische Teestube, yağmurlu, soğuk bir Berlin akşamında mükemmel bir rahatlama ortamı olabilir. Mekan esasen 1974'de Leipzig ticaret fuarında bulunan Tacik fuar standının bir parçasıydı ve hediye olarak GDR hükümetine verildi. Otantikliği ve gelenekselliği korunarak günümüzde bir cafe olarak işletilmekte. Girişte ayakkabılarınızı çıkarıp, halının üstünde yastıklara oturarak siparişinizi veriyorsunuz. Rus çay seremonisi sipariş etmenizi öneririm. Bahçesinde Franz West, girişinde Georg Baselitz heykelleri görebileceğiniz, güncel sanat odaklı Hamburger Bahnhof, Berlin'deki favori müzem. Eskiden bir tren istasyonu olmasından dolayı, alışılmışın dışında büyük ve tavan yüksekliklerine sahip salonlarında sergi izlemek gerçekten çok zevkli.

Son olarak önereceğim adres, Kreuzberg'de aynı avluda bulunan, yan yana konumlanmış iki sanat galerisi: Klemm's ve Soy Capitán. Çizgilerini beğendiğim, sergi açılışlarını da genellikle aynı akşamlarda yapan bu iki galeride, sergiyi gezdikten sonra avluda bir şeyler içerek muhabbet edebilirsiniz.