Gizli Kalmasın
LIFESTYLE

Gizli Kalmasın

Duayen gazeteci Yavuz Donat’ın meslek hayatı boyunca biriktirdiği çok özel anıları, Turkuvaz Kitap’tan çıkan Off The Record’da ilk kez okuyucuyla buluşuyor. Merak ettiklerimizi kitabı kaleme alan Şebnem Bursalı’dan öğreniyoruz.

GÜNCELLEME TARİHİ: 7 Şubat 2020

Çimen Uzsoy G.

Senelerdir aynı çatı altında çalıştığınız gazeteci Yavuz Donat'ın bugüne dek anlatılmamış, belki de en ilginç meslek anılarını kağıda döktüğünüz Off The Record kitabı geçtiğimiz günlerde çıktı. En baştan başlarsak, kitap kimin fikriydi? Nasıl birlikte hazırlamaya karar verdiniz?
Yavuz Donat, 56 yıllık meslek hayatında kendini sürekli yenileyebilmiş, muhabirlik ve haber özünü ve heyecanını hiçbir zaman yitirmemiş bir meslek büyüğüm. 21 yıldır aynı çatı altında, Turkuvaz Medya Ankara ofisinde çalışıyoruz ve hemen hemen gün birlikte içtiğimiz kahve eşliğindeki sohbetlerimizde, onun tanıklıklarını dinleme şansı olan nadir gazetecilerdenim. Bu sohbetlerimizde kendisine hep derdim; "Lütfen bu hikayelerinizi ve anekdotlarınızı kitap yapın" diye. Yavuz ağabey de vakti olmadığı bahanesiyle hep geçiştirirdi. Kaleme almaya gönüllü olduğumu da hep belirtirdim. Nihayet Turkuvaz Medya Yönetim Kurulu Başkan Vekili Serhat Albayrak'ın ricasını kıramadı ve her ikisi de kitabı benim yazmamı istediler. Elbette bayıldım bu teklife. Çünkü Donat'ın 56 yıllık meslek koşusunun her dakikasında öğrenilecek öyle çok şey var ki...

Çok uzun yıllara dayanan bir dostluğunuz var. Bunu sizden dinleyebilir miyiz?
Eğer dostu olabilmişsem benim için onurdur. Yavuz Donat markasının arkasına hiçbir zaman saklanmayan, ona yaslanmayan, kibir kelimesini bilmeyen tam bir duayen büyüğümdür. Onunla her sohbet bir öğreti değerindedir. Aynı zamanda çok şakacı ve keyiflidir de. Yakın dostlarının bildiği en keyifli özelliği çok şakacı olmasıdır, işletmeyi de çok sever. Hiç unutmam, 2002 yılında bir öğlen bana telefon açtı ve dedi ki; "Şebnemciğim, az önce ev sahibin aradı beni. Sanırım bu ayki kirayı ödememişsin, ben gönderdim. Bilgin olsun." Ben veryansın ederek; "Biraz sonra yatırıyorum kirayı, ne münasebet sizi arar ev sahibim. Siz ne diye ödediniz benim kiramı" derken, telefonun diğer ucundaki kahkaha sesini duyunca durdum. Ben yokken sohbet için odama gelmiş; bilgisayarımın üzerinde küçük notlarım olur, günlük yapılacak işler ve randevularla ilgili. O notlardan biri de kiramın yatırılacağı idi, meğer bu notu okumuş ve beni işletmeye karar vermiş. Bu espri, "Şebnem'in kirasını ben ödüyorum" diyerek yıllarca devam etti. Hâlâ zaman zaman aramızda anlatır güleriz.

Kitabın hazırlık süreci nasıldı? Söyleşiyi nerede yaptınız örneğin; profesyonel bir röportaj ortamında mı, yoksa daha çok dost sohbeti gibi mi?
Kitabın hazırlık süreci, her ikimizin de yoğun seyahat programları sebebiyle ne yalan söyleyeyim ilk başta korkuttu biraz beni. Yavuz ağabey sürekli yurt gezilerine çıkıyor, sahanın nabzını bizzat gezerek yazılarında aktaran bir yazar. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımızın bazı seyahatlerini izlemek adına çıktığım yurtdışı gezileri ve yurtiçinde de çeşitli haber ve panel programları sebebiyle sıklıkla seyahat ediyorum. Ama her ikimiz de kendi programlarımızı birbirimize öyle güzel uyarladık ki; toplam 30 günde 25 saatlik söyleşimizi yapabildik. Bu söyleşilerin işten ziyade bir dost sohbeti olduğunu ve zaman zaman çok güldüğümüzü, zaman zaman da hüzünle bazı şeyleri hatırladığımızı söylemeliyim. Yavuz ağabeyin 56 yıllık meslek yaşamının son 26 yılı benim meslek yaşamımla örtüştüğü için, özellikle 90'lı yıllar ve sonrasına dair anılarımızı konuştuk ve söyleştik. Önceki dönemle ilgili de Yavuz ağabeyin muhteşem hafızası ve yaşanmışlıkları zaten işimizi inanılmaz kolaylaştırdı.

Söyleşi toplam kaç saat sürdü? Hangi bölümlerin kitaba dahil edilip, hangilerinin çıkarılacağına birlikte mi karar verdiniz?
25 saati bulan söyleşimizde konuştuklarımızın 4'te 3'ünü kitapta anlattık. Geri kalan 4'te 1'lik bölümün bazıları Yavuz ağabey tarafından muhataplarını üzmek istememesi açısından verilmedi ya da konuların dağılımı açısından yer vermedik. İnanın, söyleşi kısmından ziyade eleme kısmı zor oldu. Çünkü her bir anekdot öyle kıymetli ki... Ve bu kitap için konuşurken bir kez daha fark ettim ki, gazetecilik mesleğinin özü merak, çok çalışmak, heyecanını hiç yitirmemek ve tutarlı ve güvenilir olmak. Yavuz Donat da 56 yıl boyunca güncel ve popüler kalabildi ise işte formülü bu. Ve bu formül aslında benim gibi meslekte çeyrek asrı dolduran gazeteci için de, henüz mesleğe yeni başlayan gençler için de çok ama çok kıymetli bir formül.

Bu söyleşide de "off the record" yani Türkçe ifade etmek gerekirse 'yazılmamak kaydıyla' söylenen bölümler oldu mu? Bunlardan ikinci bir kitap çıkar mı dersiniz?
Kitabımız çıktığı ilk andan itibaren gerçekten çok ilgi gördü. Ve bunu gururla söylemeliyim ki, sadece meslektaşlarımız ve siyasetçiler değil, iş insanlarından tutun da çok değişik mesleklerden kişilerden, yani toplumun çok büyük kesiminden çok büyük ilgi gördük. İki ay içinde 6 baskı yaptı, 40 bin satışa ulaştı neredeyse. Türk insanının kitap okuma alışkanlığının olmadığının iddia edildiği günümüzde, bir siyasi kitabın 60 günde 40 bin adet satılmasının anlamı ve karşılığının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunda tabii ki Yavuz ağabeyin gazeteci kimliğinin ve Turkuvaz Kitap'ın saygınlığının çok katkısı var. Velhasıl, bu ilgi ve alaka ikinci kitabı zorunlu kıldı diyebilirim. Şimdi yavaş yavaş ikinci kitap için hazırlıklara başladığımızı ilk olarak sizin aracılığınızla duyurmak isteriz.

Yavuz Donat'ın anlattıklarından sizi en çok şaşırtan hangileri oldu?
Yavuz ağabey ile söyleşimiz sürecinde her birinin ayrı anlamı var. Pek çoğu benim de bildiğim ama kitap için söyleşi yaptığımız süreçte öyle detayları öğrendiğim anekdotlar var ki; her biri çok özel. Bir kere, Yavuz Donat; Atatürk dışında bütün Cumhurbaşkanları ile birebir görüşmüş, defalarca röportajlar yapmış, seçim gezilerini izlemiş ve haberini yapmış bir gazeteci. Bugün, Yavuz ağabeyin dışında bu özellikte başka bir gazeteci olduğunu sanmıyorum. Ve her dönemde iktidarıyla, muhalefetiyle bütün liderlere aynı mesafede kalabilmiş bir gazeteci ki bu da çok kolay değil. Çünkü biz gazeteciler, biriyle ilgili olumlu yazarken diğerini üzeriz ya da kızdırırız.
Bunu ister iktidar için söyleyebiliriz, ister muhalefet. Ama Yavuz ağabey öyle bir mesafe koyabilmiş ve öyle bir ilişki kurabilmiş ki, aynı anda aynı haber akışını ve ilişkisini sağlayabilmiş. Bunun dışında, habercilik özünü hiç kaybetmemiş. Yorumun az, haberin çok olduğu yazı stili, Yavuz ağabey dışında pek yok bugün bile. Bir de bunca yılın yaşanmışlığından hareketle ciddi bir hafıza biriktirmiş elbette. Bugün yaşanan olayları değerlendirirken, dünü de hatırlayarak ve harmanlayarak yorumlamak hem en zengin hem en doğru yoruma götürür sizi. Off The Record'un yazımı aşamasında ben ve okuyan bütün okurlarımız pek çok ilginç detayı ilk kez öğrendiler. Mesela Yavuz ağabey'in bir köşe yazısı sayesinde, 80 darbesi sonrası devlet protokolünde 14. sırada yer alan Başbakan hak ettiği yere gelir. Yine Yavuz ağabeyin bir köşe yazısı sayesinde, 60 ihtilalinde idam edilen demokrasi şehidi merhum Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes'in, engelli minibüsünün ithalatı gerçekleştirilebilir. Güneş Motel, 11'ler olayının yaşandığı günlerde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile çıktıkları yurt gezisinde; kaldıkları otelde telefon hatlarının karışması sayesinde, Yavuz Ağabey ile aynı odada kaldığı Yalçın Doğan konuşmayı dinlerler ve ertesi gün Yavuz ağabey 11'lerden bir bakanın istifasını engellemek için, onun yakın olduğu Kapalıçarşı esnafının devreye girmesini istediği dahil her ayrıntıyı tutanak gibi yazar ve elbette kıyamet kopar. Türkiye, 28 Şubat post modern darbenin olacağı MGK'yı da Yavuz ağabeyin yazısından öğrendi, merhum Demirel Zincirbozan'a sürgüne gönderileceğini de Yavuz ağabeyden öğrendi. Bu örnekleri çok daha fazlalaştırabiliriz ama bence en iyisi; okumayanlar varsa, hemen kitabımızı alıp çok daha fazla detayı öğrenebilirler.

Bu aralar yazılarınız haricinde gündeminizde neler var?
Bu aralar yazılarım ve televizyon yayınlarım haricinde gündemimde çok önemsediğim bir sosyal sorumluluk projemiz var. Ben aynı zamanda Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği (RTGD) Genel Başkanı'yım. Geçtiğimiz yıl derneğimizin 40. yılını gösterişli bir etkinlik yerine bir sosyal sorumluluk projesini sahiplenerek kutlamayı tercih ettik yönetimdeki arkadaşlarımla. Gençleri her tür bağımlılıktan uzak tutmayı hedefleyen Sporla Kal Güvende Kal projemizi başlattık. İçişleri Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz projemizde, Türkiye'nin belli bölgelerindeki en az 800'er gencimizle buluşuyoruz. Bakanlarımız, meslektaşlarımız, sanatçılarımız ve milli sporcularımız da bizlerle oluyor ve gençlerimize rol model olacak bu isimlerle buluşmalarda, spora yönlenmeleri halinde başarı ve sağlığın geleceğini ve her tür kötü alışkanlık ve bağımlılıktan uzak kalabileceklerini anlatıyoruz. Burada çok özel bir teşekkürüm Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi için olacak. Çünkü bizi bu projemizde hiçbir zaman yalnız bırakmadı, gerek bizzat programlarımıza katılarak gerekse her tür desteği vererek projenin bugünlere gelmesinde çok ama çok önemli etkisi olduğunu söylemeliyim. Normalde bir yıllık düşündüğümüz Sporla Kal Güvende Kal, Türkiye'nin dört bir yanından gelen büyük ilgi ile ikinci yılını bitirdi ve daha devam edecek gibi görünüyor. Onun dışında, kültür sanat alanında Ankara avantajlı. Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi gibi kurumların düzenlediği etkinlikleri kaçırmamaya çalışıyorum.

Moda ile nasıl bir ilişkiniz var? Trendleri ne kadar takip edersiniz?
Moda ile aram, Harper's Bazaar takip ederek daha da keyifli ve kolay oluyor. Kendi tarzımı; belli kalıplarımı ve daha klasik parçalarımı günün modasından tek tük parçalarla birleştirerek uyguladığımı söyleyebilirim. İş kıyafetlerimi hazır giyim aldığım kadar diktiriyorum da. Trendleri takip etmeyi seviyorum. Defileleri bazen yerinde, bazen de televizyondan izlemeyi çok seviyorum.

En sevdiğiniz tasarımcılar hangileri?
Tarzımı daha çok klasik olarak tanımlayabilirim. Gucci, Max Mara, Ralph Lauren, Prada en beğendiğim markalar arasında. Ayakkabıda Salvatore Ferragamo, Miu Miu, Prada ve Coach'u çok beğenirim. Türk markalarımız da çok başarılı. Machka, NetWork, Hotiç, Neslihan Canpolat ilk aklıma gelenler. Her zaman yerli olanı daha çok tercih ettiğimi de söylemeliyim.