Seyahat Tutkunu: Okşan Bozkır Mirap
LIFESTYLE

Seyahat Tutkunu: Okşan Bozkır Mirap

Dünya vatandaşı bir anne, gezgin, iletişimci, seyahat yazarı... Okşan Bozkır Mirap ile seyahat tutkusu ve kişisel stili üzerine konuştuk.

GÜNCELLEME TARİHİ: 18 Mart 2020

Pelin Hasçalık
Fotoğraflar Serkan Eldeleklioğlu

Diplomat bir babanın çocuğu olarak hayatının büyük kısmını yurtdışında geçiren Okşan Bozkır Mirap, Almanya, Irak, Fransa, Amerika, Romanya ve Belçika'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye yerleşmiş. Pazarlama, iletişim ve marka yönetimi konusunda uzun yıllar yöneticilik yaptıktan sonra, ikiz kızlarının dünyaya gelmesiyle tam zamanlı anne olmuş. Seyahat yazıları yazan, Tohum Otizm Vakfı'nda gönüllü olarak çalışan ve seyahat tutkunu bir restorancı ile evli olan Bozkır Mirap'ı daha yakından tanımak üzere evine konuk olduk.

Evinizde favori köşeniz neresi?
Evimiz İskandinav tarzı bir dekorasyona sahip; salondaki tüm mobilyalarda konfor ön planda. Sanırım en çok Eames Lounge Chair ve Ottoman'a ayaklarımı uzatıp bir şeyler okumayı seviyorum. Yoğun bir günün ardından eve geldiğimde çocuklarım yatana kadar onlarla vakit geçiriyorum. Pozitif enerjileri bütün stresi yok etmeye yetiyor. Günümüzü birbirimize anlatmayı, beraber müzik dinlemeyi ve dans etmeyi çok seviyoruz. Çocukları yatırdıktan sonra, eğer evdeysem dizi veya film izlemeyi seviyorum.

Kişisel stilinizi nasıl tanımlarsınız?
Stilimi rahat, spor ve şık olarak tanımlayabilirim. Çocukluğumu Fransa'da geçirdiğim için biraz Parizyen bir stilim var. Gardırobumda jean'ler, çizgili bluzlar ve blazer'lar ağırlıkta. Az makyaj yaparım ve saç stilimde abartıdan uzak kalmayı tercih ederim. Küpe, şal ve yanımdan ayırmadığım güneş gözlüklerimle stilime bir farklılık ve renk katmayı severim. Vazgeçilmezlerim; güneş gözlükleri ve çizgili üstler.

Eskiden modaya daha çok önem verirdim, ergenlik yıllarımdan bu yana grunge, hip hop, prep gibi çeşitli stil evrelerim oldu. Kurumsal çalıştığım yıllarda elbise ve pantolon-ceket takımlar giyer, saç stilimi değiştirmeyi severdim fakat yaşım ilerledikçe kendime yakışanı öğrendim ve kendi stilim oluştu.

Özellikle düşkün olduğunuz bir parça var mı?
Gözlüklerim ve spor ayakkabılarım benim için çok önemli. Yaz, kış fark etmeksizin her gün kıyafetime göre farklı bir güneş gözlüğü takarım. Spor ayakkabılarım da önemli, yıllar içinde geniş bir koleksiyon oluşturdum diyebilirim. Gözlükte Garrett Leight ve Ray-Ban Wayfarer her daim favorim.

Son zamanlarda moda ve tasarım alanında ilginizi çeken yeni yetenekler var mı?
Yerli tasarımcıların koleksiyonları hoşuma gidiyor. Ayrıca tüm tercihlerimde olduğu gibi modada da daha etik ve sürdürülebilir markalar benim için önem kazandı. Türkiye'de Begüm Khan, Rumisu, Mehry Mu, ITMFL markalarını severek takip ediyorum. Yurtdışından Reformation, Veja, Bembien, A.P.C., Acne Studios, James Perse, Mansur Gavriel, Staud, Saloni, Zimmermann ve Brogger'ı takipteyim. Ayrıca Prada, Miu Miu, Jil Sander ve Marni her zaman takip ettiğim markalar. Bu sene Bottega Veneta ve Loewe'yi de severek izliyorum.

Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorsunuz. Paylaşımlarınızda nelere odaklanıyorsunuz?
Sosyal medya paylaşımlarıma seyahat ederken beni etkileyen manzaraları ve deneyimlerimi yansıtmayı seviyorum. Benim için önemli olan paylaşımlarımın gerçek, yani az kurgulu ve spontan olması. Her ne kadar özel yaşamı dahil etmeyi çok sevmesem de deneyimlerimi paylaştığım için bir miktar özelimi de paylaşmak durumunda kalıyorum.

Size göre İstanbul'un tadı en güzel nerelerde çıkar?
Bence en güzel Boğaz'da çıkar. Deniz kenarında balık keyfi yapmak veya tekneyle Boğaz'ı gezmek dünyada benzeri olmayan deneyimler. Hele bunu bir de ilkbaharda erguvanlar açmışken yapabilmek erçekten çok özel. Yurtdışından misafirlerimiz geldiğinde, her şehir turunda ne kadar özel bir şehirde yaşadığımızı hatırlayıp, İstanbul'a bir kez daha aşık oluyorum. Kargaşası, tarihi, kültürel mirası, doğası ve güzelliğiyle dünyada tek! Kandilli'de Suna Balıkçısı'nda gün batarken yemek yemek eşsiz bir deneyim. Senede birkaç kere tarihi İstanbul'da turist gibi gezerim; Ayasofya, Topkapı, Kariye Müzesi ruhuma çok iyi geliyor. Kapalı Çarşı'da kaybolmaya, Eminönü ara sokaklarında gezmeye, Mısır Çarşısı'nda renk ve koku cümbüşü arasında dolaşmaya bayılıyorum. Ailecek Belgrad Ormanı'na gitmeyi çok seviyoruz ve tabii ki modern İstanbul'un simgesi mahallemiz Bebek'te vakit geçirmek çok ayrıcalıklı.

Sizce mekan seçiminde insanlar nelere öncelik veriyor?
İnsanlar öncelikle iyi yemek yemek istiyor, bunu da makul fiyatlara yapabilmek istiyor. Diğer unsur bence dekorasyon, insanlar kendilerini iyi hissettikleri mekanları tercih ediyor. Kalıcı bir mekan olmak için çok çalışmak, iyi yemek ve servis sunmak, kendini sürekli yenilemek, kalite ve standartların sürdürülebilir olması şart.

Ruhunuzu beslediğini düşündüğünüz seyahat rotalarını bizimle paylaşır mısınız?
Seyahat etme kavramıyla bütünleşen bir insan olarak, seyahatin yaşama amacım olduğunu söyleyebilirim. Ruhumu besleyen tek bir adres yok. Her sene Ayvalık, Olympos, Paris, Londra ve Los Angeles gibi düzenli gittiğimiz destinasyonlar var. Her biri farklı anlamda ruhumu doyuruyor. Ayvalık ve Olympos, daha ayaklarımın yere bastığı, doğayla iç içe ve sade bir hayat yaşayabildiğim yerler. Bu iki yerde kafa dinliyor, kendimi şarj ediyorum. Paris ve Londra gibi Avrupa başkentleri kültür anlamında ruhumu doyuruyor. Bu şehirlerde sergiler gezip, hayatta en keyif aldığım şey olan müzikal ve tiyatro izliyor, konserlere gidiyorum. Aslında restoran keşfi, eşimle 16 yıldır misyonumuz ve tutkumuz. Yeni keşif seyahatlerimiz restoran rezervasyonlarına göre şekilleniyor. Los Angeles ise İstanbul'daki hayattan kopup ailecek birlikte dolu dolu vakit geçirdiğimiz bir şehir. Bütün gün açık havada sörf yapıp, bisiklete binip, dünyanın her mutfağından farklı restoranlar keşfettiğimiz aile kaçamağımız.

Seyahat alışkanlıklarınızdan bahseder misiniz?
Bilinçli tüketmeye çalışırken, seyahat alışkanlıklarımız da artık bu doğrultuda değişiyor. Doğayla bağ kurmak, geri dönüşümü alışkanlık haline getirmek, gezdiğimiz yerlerde yaşayan insanların yaşam kalitesini artırmak önem kazandı. Lüks ada tatili konusunda öncü marka Soneva'nın tesisleri benim için çok önemli bir yere sahip. No shoes, no news (ayakkabı yok, haber yok) sloganıyla sürdürülebilir, yerel, organik, eğitici ve eğlenceli deneyimler sunuyor. Günümüzde gerçek lüksün benim için anlamı, hayatımızda daha nadir olan şeylere ulaşabilmek. Her gittiğimde hem müthiş bir doğanın içinde vakit geçirip, hem dünyaca ünlü şefler tarafından hazırlanmış yemekler yiyor, hem de meşhur sanatçılar, yazarlar ve uzman kişilerle tanışıp ruhumu doyuruyorum. Bonusu ise çok iddialı ekolojik bir yaklaşıma katkıda bulunmak. Çevreye duyarlılık konusunda da rakipleri ile ayrışan Soneva, inşaatlarda sürdürülebilir ve ekolojik malzemeler seçerek, yerel halka istihdam yaratarak, plastik su şişelerini yasaklayıp, kırmızı et tüketimini azaltmaya gayret göstererek farklı bir tatil anlayışı sunuyor.

Konfor alanlarınız nereler?
Evim, Lucca, Cantinery ve uçaklar. En çok dinlendiğim, sorumluluklardan kaçabildiğim ve iyi vakit geçirdiğim yer uzun mesafe uçuşlar.

Yaz için seyahat planınız?
Şimdilik belli olan seyahatler Miami, Belize, New York, Los Angeles, Olympos ve Ayvalık. Los Angeles'tayken önceden görmediğim yerlere birkaç günlüğüne kaçmayı planlıyorum. Mesela Hawaii veya Oregon...

Sizi heyecanlandıran yeni projeler neler?
İlk defa Anadolu yakasında açtığımız Cantinery at the Square ve C Coffee Bar adlı yeni konseptimiz için şu an çok heyecanlıyız. Haliç Tersane ve Karaköy projeleri merakla tamamlanmasını beklediklerim arasında. Bu projelerin İstanbul'a hak ettiği ivmeyi yeniden kazandıracağını düşünüyorum.