Ece Kavran ile 24 saat
MODA

Ece Kavran ile 24 saat

Uruntheshow adını verdiği Sonbahar/Kış 2018/19 koleksiyonu için ilhamı çocukluk anıları ve minimalizmde bulan, Urun markasının kurucusu Ece Kavran’ın yoğun geçen gününün kısa özeti…

GÜNCELLEME TARİHİ: 24 Mayıs 2018

Eylem Şimşek

06.30 gibi alarmım çalıyor ama

kendime 07.00'ye kadar uyanma izni tanıyorum son birkaç yıldır. Yataktan kalktığım andan itibaren hızlanıyor her şey. İlk işim bir litre su içip, köpeklerim Molly, Marni, Paşa ve Mime'ın yemeklerini hazırlamak, sonra da sırasıyla hepsini dışarıda dolaştırmak oluyor.

08.30'a kadar dönmüş oluyorum ki, günün en güzel saati benim için. Kahvemi içerken mail'lerimi, ajandamı kontrol ederek güne hazırlanıyorum.

Haftanın belli günleri 09.00'da spora başlıyorum ve ofise gitmem 11.00'i buluyor.

Eğer o gün spor yapmıyorsam, 09.30'da ofiste olacak şekilde hazırlanıyorum. Yıllardır araba kullanmadığım için arka koltukta ofise gidene kadar çalışma fırsatım oluyor. Ofise girince o günün aciliyetleri başlıyor.

10.00'da sabah toplantımız var, ekiple erken bir toplantım yoksa tabii. Günün önemli işlerini gözden geçirerek tüm haftanın projeksiyonunu yapıyoruz.

12.00 üretim ve kalite kontrolü zamanı. Her gün yapmaya çalıştığım bir şey bu ancak bazen iki günde bir oluyor toplantı yoğunluğuna göre.

13.30-14.00 arası mutlaka yemek yiyorum. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeği saatlerim hiç değişmez, bu konuda pek esnek değilim. Aslında programım konusunda genel olarak esnek değilim çünkü 24 saat yetmiyor bana.

14.30 sonrasını boş bırakıyoruz; kalıp ve model üretimi üzerine en az 4-5 saat ayırmam gerekiyor.

18.30 civarı köpeklerimin akşam yürüyüşü için eve doğru yola çıkıyorum. Çok az evde olabildiğim için bu yürüyüşler onlarla geçirebildiğim en kaliteli zamanlar oluyor.

Eğer bir arkadaşımla buluşacaksam, saat 20.00'den önce gerçekleşemiyor maalesef. 20.00'ye kadar yemek yemem ve bunu yaparken mutlaka ya bir bölüm dizi ya da belgesel seyretmem şart. Çocukluğumdan beri evde yemek yerken bir şey izlemezsem yemek yediğimi anlamıyorum. Bu da değiştirmem gereken bir alışkanlık galiba.

20.30'da evde ofis olarak kullandığım kata iniyorum. Bir ya da iki saat koleksiyon üzerine çalışıyorum, çiziyorum. Ve evet, hâlâ kara kalemle koleksiyon çiziyorum. Teknolojik aletlerle pek aram yok; hissi kaybederim korkusuyla galiba.

22.00'de kitap okumam lazım. Kitap okumadan uyuyamıyorum. Lafın gelişi değil, gerçekten uyuyamıyorum. Kitap okumak terapi gibi geliyor bana; her şeyin silindiği, beynimin dinlendiği bir süreç. Bu esnada ya klasik müzik ya da opera dinliyorum. Tek sıkıntı düşük sesle dinleme alışkanlığımın olmaması. Başka bir şey duymamak, müziğin içine girebilmek için sanırım.

Çoğu zaman açık bırakarak 00.00 gibi uyuyorum. Tabii, her zaman bu kadar kolay sonlanmıyor gün. Bir etkinlik oluyor, bir arkadaşımla buluşmam ya da davete gitmem gerekiyor.

O zaman en geç 02.00'de eve dönmeye çalışıyorum. Hafta sonları da başka programlar oluyor; spor, koleksiyon çalışma, bahçede mangal gibi. Bir de yurtdışı seyahatleri var ki, aslında tek fark sabah ve akşamları tek başıma yürüyüş yapıp, toplantı arası bol bol alışveriş yapmam. İstanbul'da buna pek vaktim olmuyor. Galeri ve müze gezmeye de mutlaka bir günümü ayırıyorum. Sanatın her türüne zaafım var, yurtdışı bu açlığa çok iyi geliyor.