Manolo Blahnik yeni koleksiyonunu anlattı
MODA

Manolo Blahnik yeni koleksiyonunu anlattı

Hayatını konu alan biyografik filmin galasından tam bir yıl sonra, eserleri dünyadaki müzelerin yarısında sergilenirken Manolo Blahnik yeni koleksiyonunu ilk defa Harper’s Bazaar’a Tokyo’da anlattı.

GÜNCELLEME TARİHİ: 26 Aralık 2018

Fotoğraf Shinmei

Yaz güneşinin doldurduğu Ginza semtinde, özenle seçtiğimiz yelpazeyi Manolo Blahnik'e takdim ediyoruz ve bunu mutlulukla karşılıyor: "Bu benim zafer hatıram olsun! Japonya'ya dair her şeyi severim."

Onun 1970 yılında ilk kez moda sahnesine çıkışından bu yana, tüm tasarımcıların desteğini kazanarak 'ayakkabıların kralı' unvanını kazandığını hatırlatmamıza gerek yok. Bugüne kadar izlediği yol ona gerçekten de 'asil' bir hayat yaşattı. Sofia Coppola ondan yönetmeni olduğu Marie Antoinette filmi için özel ayakkabı tasarımları ısmarladı ve "Marie Antoinette'in kendisi bile kesinlikle ayakkabılarını Manolo'dan alırdı diye düşündüm!" diye itirafta bulundu. "Manolo'nun ayakkabıları seksten daha iyi." diye onu öven Madonna'yı da es geçemeyiz. 1998'de yayın hayatına başlayan televizyon dizisi Sex and the City'de Sarah Jessica Parker'ın canlandırdığı Carrie de 'Manolo'larını sevmekten asla vazgeçmedi.

2017'de vizyona giren Manolo, The Boy Who Made Shoes for Lizards, belgesel türünün hazzını doyasıya yaşatıyor. Etkileyici sahnelerden birinde, muazzam bir villayı sakin sakin resmeden tasarımcı rengarenk çiçeklerle dolu bahçede öylesine zarif duruyor ki... Aynı rafine tavırla yavaşça açtığı yelpazesiyle birlikte, efsane yetenek bize hayatını anlatıyor.

MANOLO BLAHNIK: Japon nostaljisine tapıyorum. Özellikle de sinema ustası Akira Kurosawa'nın filmlerine. Japon kültürü eşsizdir ve dünyanın en rafine zevklerine sahiptir. Paul Schrader'in Mishima: Dört Bölümde Hayatım filmi Yukio Mishima'nın ölümüyle ilgili gerçekleri anlatır. Yukio Mishima ve Luchino Visconti benim kahramanlarım. Her ikisi de tüm eylem ve düşüncelerinde zariftir.


Ossie Clark'ın defilesinde yer alan Blahnik tasarımı ayakkabılar

HARPER'S BAZAAR: İlk ayakkabı koleksiyonunuzu nasıl hatırlıyorsunuz?
MB: 1971'de Kansai Yamamoto ile yaptığımız bir işti. Defilesi için ona ayakkabı hazırlamayı önerdim; geleneksel topuklu Japon ayakkabısı Getas'ları yorumlayacaktım. Portobello Pazarı'ndan aldığım malzemelerle birlikte zar zor bir haftada tamamlamıştım. Tuğla, hasır ve asit yeşili ve pembe renkte yılan derisi kullandığımı hatırlıyorum. Kariyerime o ayakkabılarla başladım ve dürüst olmak gerekirse, o zamanlar iyi mi kötü mü olduklarına dair bir fikrim yoktu. Onları korkmuş bir şekilde Yamamoto'ya teslim ettim. Bana sadece "Tamam" demişti.

HB: New York'a gidişiniz size ne kattı?
MB: Orada ürünlerimi Bayan Vreeland'a gösterdim ve bana "Muhteşem aksesuarlar, bu alanda kendini güçlendir ve bunu korkmadan yap." dedi. O yüzden tamamen tesadüfi bir şekilde bu alana kendimi adadım. Tiyatro kostümü tasarımcısı olma niyetim vardı oysa benim!


Blahnik'in hayatını değiştiren moda duayeni Diana Vreeland

HB: O sözleri duyunca ne düşündünüz?
MB: Annem de ayakkabı tasarlardı. Ondan miras kaldı herhalde diye düşündüm.

HB: O yılların hit mekanı Studio 54'e siz de gider miydiniz?
MB: Uzun hikaye ama büyük ihtimalle oraya gitmeyen tek kişi bendim. Bianca Jagger kulübü çok sevdiğini ve oraya daima benim ayakkabılarımla gittiğini söylerdi. Ama ben o barı pek sevmezdim, çünkü New York'la aramda hiçbir özel his geliştiremedim, şehirle pek uyuşamadım. Bir Avrupalı olarak Hollywood oyuncularına nasıl hitap etmem gerektiğini bilmiyordum. Her neyse, sonuçta Amerika bana muazzam olanaklar sundu, bir de para tabi…

HB: Ayakkabılarınızın tasarım hikayesine geri dönelim.
MB: Londra'ya beş parasız döndüm ve bankadan 2.000 Pound değerinde bir kredi çekmem gerekti. O parayla, erkek ürünleri muhteşem olduğu söylenen Londra'nın doğusundaki Walthamstow bölgesindeki ayakkabı fabrikasına gittim. Bond Street'teki dükkanlarda ayakkabı bakmayı çok severdim. Kraliyet Ailesi ve Ossie Clark için ayakkabı yapılan bir cennetti. Bir gün Ossie fabrikaya uğradı, tasarladığım ayakkabıları gördü ve onlara bayıldı.

HB: Ossie'nin defilesinde ayakkabılarınız nasıl bir başarı elde etti?
MB: Özel bir olay yaşandı o defilede. Bir ayakkabı prototipi yaptım, bir de lastikten topuk. Bunları fabrikaya yollarken, topuğu desteklemesi için gereken demiri koymalarını söylemeyi unuttum. O dakika kariyerimin sonu geldi diye düşündüm. Defile salonu çok sıcaktı ve bu yüzden ayakkabılar iyice kendilerini bıraktılar. Mankenler düzgün bir şekilde yürüyemedikleri için adeta dans eder
gibiydiler. O zaman arkadaşım Cecil Beaton bana "Bu yürüyüş şekli de çok havalıymış!" dedi. Çok şaşırdım, adam hayatımı kurtarmıştı. Onun sayesinde buradayım. Şaka gibi, ama gerçek!


Ossie Clark için Blahnik'in 1971'de geleneksel Japon terliklerinden ilhamla tasarladığı modele ait illüstrasyon

HB: Tüm koleksiyonlarınız içinde en sevdiğiniz hangisi oldu?
MB: Az önce bahsettiğim, Ossie Clark için hazırladığım 1971 yılına ait tasarımlarım. Bana göre o ayakkabılar çok başarılıydı. Ossie harika bir insandı ve Yves Saint Laurent bile onun mağazasından şahane takım elbiseler satın alırdı. O kadar genç ölmesi çok yazık. İkinci sırada ise, John Galliano'nun Paris'teki
ilk defilesi için ger tasarladığım Agatha ayakkabılar var. Ayakkabıları büyük bir aşkla tasarladığım ilk yıllardı.

HB: Galliano ile işbirliği nasıl bir deneyimdi?
MB: Ben dans ayakkabıları hazırlamak istiyordum. Önce fikrimi ona açtım ve ardından fikri beraber geliştirdik.

HB: Bize yeni koleksiyonunuzdan bahseder misiniz? Bir favoriniz var mı?
MB: Harris Tweed koleksiyonu. Bu koleksiyonda özel olarak bizim için üretilmiş kumaşları kullanıyoruz. Kare uçlu modeller en sevdiklerim çünkü ucu sivri klasik modellerden artık çok sıkıldım. Gelecek bahara Brancusi heykellerini andıran topukları olan modeller de koleksiyona ekleyeceğim.

HB: Şu sıralar hangi genç tasarımcı size ilham veriyor?
MB: Simon Porte Jacquemus en sevdiğim genç tasarımcı. Grace Wales Bonner da cidden müthiş biri. Yarı Karayipli, yarı İngiliz. Üç yıldır birlikte çalışıyoruz.

HB: Peki, yaratıcı dünyanızın üyesi olan sanatçılar?
MB: Amerikalı yazar Gore Vidal hoşuma gider. Visconti ve Maria Callas da öyle.


Yazar Gore Vidal

HB: Annenize dair anılarınızı sorsak?
MB: Bir Harper's Bazaar abonesiydi! O zamanlar Birinci Dünya Savaşı olduğundan, dergiler yeni kültürlerin tanıtılmasında rol oynardı. İç Savaş'tan sonra ne İspanya'dan ne de Avrupa'dan bir şey satın alınabiliyordu ve dergiler Kanarya Adaları'na Buenos Aires üzerinden geliyordu.

Kanarya Adaları Afrika Kıtası'ndan ve dünyadan izoleydi; ben çok yalnız bir çocukluk geçirdim. Hiçbir şey yoktu, bu nedenle hayal gücüm o dönem oluştu. Adada olan biten her şey bende derin izler bırakmıştır. Nostalji değil bu… Ne desem bilmiyorum, şimdi bile adaya karşı çok değişik hissediyorum.

HB: Bu arada, Chelsea'de bir mağaza açmak nereden aklınıza geldi?
MB: Basit bir sebepten açtım o mağazayı; arkadaşlarım orada yaşıyorlardı. Marianne Faithfull, Bianca Jagger, Cecil Beaton… Çok küçük olsa da en sevdiğim mağazam odur.

HB: Bir ilham periniz var mı?
MB: Evet, Tina Chow. Gerçekten çok özel bir insandı. Sanırım annesi bir Japon'du, Ikebana hocasıydı. Babası Alman'dı. Küçük kız kardeşim gibiydi. Kaşmir pantolonu, fanila ve düz ayakkabıyla kombinlerdi ve onda çok zarif dururdu. Hareketleri ve boynunun şekli mükemmeldi. Zarafetini sanki doğduğu günden beri üzerinde taşıyor gibiydi. Ve Anna Piaggi. Öleli hemen hemen yedi sene oluyor. Sanki dün gibi. Sadece 10 dakikalık bir telefon görüşmesiyle bütün kararları alırdı. Isabella Blow'u da unutamam. Isabella daima benim ayakkabılarımı giyerdi, çok güleryüzlü, deli dolu, nazik, romantik ve zekiydi. Şimdi onlar gibilerine pek rastlanmıyor. Dönem yüzünden olabilir mi? Şu anda her yerin kafa karıştırıcı olduğuna dair bir hissim var. Özellikle de Amerika'nın. Japonya bambaşka. Bence dünyada etkisini artıracak.


Tweed kumaş ile hazırlanan Blahnik tasarımları

HB: Buna gerçekten inanıyor musunuz?
MB: Tabii ki. Japonya diğer ülkelerden çok farklı. 2000 yılında Japonya'dayken, bir imparatorluk bahçesine gittim ver orada uzunca kaldım. Param ve zamanım olsaydı Nara'ya giderdim ve Londra'ya elveda derdim. Kyoto örneğin çok modern bir şehir.

HB: Ayakkabı tasarımı bugün sizin için ne ifade ediyor?
MB: Onlar benim hayatım. Gerçekten büyük önem taşıyorlar.

HB: Gelecekte varmak istediğiniz bir hedef var mı?
MB: Sanırım bugün gelecekten daha da 'gelecek' benim için. Çok karmaşık geliyor belki kulağa ama, nasılsam öyle kalmak isterdim diyeyim. Bu yüzden kendime göre, istediğim kişilerle çalışıyorum. Birinin önce kendisine sadık olması önemli. Elbette ki markamla gelecek yüzyılda da var olmaya devam etmek isterim. Ve kendime zaman ayırmak, tıpkı Azzedine Alaia'nın yaptığı gibi. Ve ne istediğimi göstermek... Gelecek daima iyimserdir, şimdiyse zordur. Dijital gelişmeler birçok şeyi değiştirdi. Bana öyle geliyor ki, internet yüzünden her şey gereğinden fazla
hızlı.

Bunu söyledikten sonra tasarımcının yüzünde birden buruk bir ifade belirdi. Sanki Kanarya Adaları'nın güneşi ve atölyesinin olduğu İngiltere'deki Bath'ın pitoresk manzarasını düşler gibiydi. Hiç şüphesiz büyüleyici ayakkabıları eşliğinde umut dolu geleceklere atılacak nice adımı saymak onu meşgul ediyordu.

BÜYÜK BAROK

Bordo kadife ve altının muhteşem kombinasyonu... Orta Çağ asillerine özgü bu ihtişamlı ayakkabılar, Sicilya barok mimarisinin güzelliğini yansıtarak Blahnik'in favori filmi, Visconti imzalı Leopar'ı hatırlatıyorlar.