Chanel Cruise 2017 defilesi
MODA

Chanel Cruise 2017 defilesi

Jarse pantolonlar tasarlayıp kadınları daracık döpiyeslerden kurtararak zamanında bir moda devrimi gerçekleştiren Coco Chanel ve özgürlük savaşçısı Che Guevera’nın ülkesi! Chanel Cruise 2017 defilesi için daha mükemmel bir mekan seçilemezdi.

GÜNCELLEME TARİHİ: 8 Şubat 2019

Zamanın ruhunu koklamakta, hatta daha da önden düşünüp belirlemekte duayen olan, namı diğer kral Karl Lagerfeld tasarımlardaki detaylardan müziğe, sahne dekorundan after party'e öyle bir show gerçekleştirdi ki artık kanımca bundan sonra emekli olabilir. Daha iyisini ne onun ne de başka birinin yapabileceğini hayal bile edemiyorum… Tam da Lagerfeld'in Chanel'den ayrılacağının konuşulduğu dönemde böylesi bir show'un zamanlaması biraz manidar. Selefinin, Saint Laurent'ın Saint'ini kaldıran Hedi Slimane olması dedikoduları ise tüylerimi ürpertiyor…

Gülen Yelmen

Küba'ya, yıllardır gitmek isteyip direkt uçuş veya fırsat olmadığından gidemediğim ülkeye, çok özel bir günde, 1 Mayıs'ta indim. Her sokaktan Küba'ya özgü rap ve latino karışımı reggaeton notaları ve sokak çalgıcılarının seslendirdiği 'Comandante Che Guevara' şarkısının sözleri yükseliyordu. 1959 ihtilalinden sonra tüm zenginlerin Küba'yı terk etmesi ve ülkenin tüm dünyaya kapatılması burayı zamanda dondurmuş gibi... Muhteşem barok mimariye sahip olan fakat bakımsızlık ve nemden dökülen binaların kapısından ya da penceresinden beyaz atletli amcalar ya da renkli taytlarının içinde şişman teyzeler gözlerini bizden ayırmıyor! Arabaların neredeyse tümü 60'lı yıllardan kalma. Dolayısıyla burada gezerken 70'lerin başını yakalayabildiğim İstanbul sokaklarında dolaştığımı hissettim. Arabalar, binalar, bisikletler, at arabaları, tabelalar, müzikler her şey 70'lere aitmiş gibiydi. 2016 yılında olduğumuzu hatırlatan tek şey ise gençlerin giydiği fosforlu tayt ve şortlardı…

Mart ayında gerçekleşen Rolling Stones konseri ve Obama'nın ziyareti sonrası Küba'nın dünyaya açılacağının sinyalleri 2 Mayıs günü ülkeye 1959'dan bu yana ilk kez dev bir Amerikan yolcu gemisinin yanaşmasıyla adeta tescillendi. Chanel gibi bir modaevinin de Cruise 2017 defilesini burada gerçekleştirmesi demekti ki artık Küba zamanda donmuş bir ülke ya da bir film seti olarak kalmayacak, herhangi bir Karayip adasına dönüşecek… Çoğu Kübalının işsiz olduğunu ve çalışanların da ortalama 350 dolar gibi bir asgari ücretle geçindiğini düşününce 10 dolar karşılığında her türlü hizmeti almak şaşırtıcı gelmiyor. Kübalılarla fotoğraf çektirmenin bile bir bedeli var!

Chanel 200 kadar uluslararası basın mensubunu ve ünlüyü Küba'ya davet etti. Dünyanın dört bir yanından gelen seçilmiş basın mensupları tarihi anıtlar kategorisine giren ve 1930'da inşa edilen Hotel Nacional'de konakladı. Bu otel 70'lerde Güney Amerika mafyasının yıllık toplantılarına ev sahipliği yapmış. Hatta Frank Sinatra'nın çocukluğunda bir mafya babası tarafından keşfedilip bu toplantıların birinde otelin efsanevi avlusunda ilk defa şarkı söylediği dahi konuşulur.

İlk gün Karl Lagerfeld'in fotoğraf çalışmalarının sergisi Work in Progress' i gezdik ve yerel lokantalarda korkunç yemekler yedik. Şehrin ara sokaklarında grup halinde Chanel çantalarımızla dolaşırken 'Ooo Coco Chanel' gibi laf atmalara maruz kaldık. İkinci gün, Ernest Hemingway'in alkolün pençesinden kaçmak için adanın en ücra bölgesinde inşa ettirdiği San Francisco de Paula'daki evini ziyaret ettik. Hemingway'in eserlerini yazdığı daktilosuna dokunduk ve ona ilham veren bahçesinde yürüdük. Daha sonra akşamları balık tutup balıkçılarla sohbet ettiği köye indik ve masasının hala korunduğu favori restoranına gittik.

Akşam saatlerinde sadece meraktan Küba'da uzun yıllar yaşamış bir arkadaşımla oranın en trendy gece kulübünü görmek istedim. Girişi Harlem'in en dökük kulüplerindeki gibi yerde yatan adamlar, ultra mini etekleriyle genç kızlar ve bodyguard'larla dolu mekanın içiyse üstü kapalı bir çay bahçesini andırıyordu. Arkadaşıma; 'Bu kabus mu? Ben dönmek istiyorum!' derken bir saat sonra kendimi reggaeton müzikle dans ederken buldum…

Tam da artık beni şaşırtacak bir şey kalmadı derken defile günü geldi çattı. Nacional Hotel'den rengarenk vintage arabalara üçer beşer bindik. Kafile halinde yine reggaeton müzik, korna sesleri ve yol kenarında insanların çığlıkları eşliğinde defile mekanı Paseo del Prado'ya geldik. 1928'de Fransız bir mimar tarafından inşa edilen bu sokağın her köşesinde aslanlar var. Matmazel Chanel'in en sevdiği hayvanın aslan olması mekan seçiminde önemli rol oynamış.

Geniş caddenin kenarlarındaki iki kişilik banklarda yerimi ararken yolu çevreleyen evlerin balkonundan sarkan insanların coşkusunun podyum dekorundan çok daha etkileyici olduğuna karar kıldım. Defilenin başlamasını beklerken Gisele Bündchen'i gördüm. Yüzüne yaptırdığı ufak müdahaleler fark ediliyordu ama her zamanki Latin enerjisi ve pozitifliğiyle neşe saçıyordu. Carine Roitfeld, elbette sevgili kızı Julia ile gelmişti defileye. Fakat son birkaç ayın en sıcak gününü yaşayan Havana'da Carine'in siyah dantel çorap giymesine anlam veremedim. Bu arada şeffaf uzun tül etek giymeyen davetli yok denecek kadar azdı! Alice Dellal deri mini şortu, Tilda Swinton beyaz gömleği ve Michelle Rodriguez örgü bikini üstüyle en cool davetlilerdi.

Beş ayrı şarkıcı ve orkestranın canlı performanslarıyla modellerin birbiri ardına yürüyüşünü izlemeye başladık... Ful siyah payetle yaratılmış ve Che'ye gönderme yapan birkaç bere hariç hemen hemen tüm siluetleri Maison Michel'in özel olarak tasarladığı Panama şapkaları tamamlıyordu.

Payetlerle yaratılan renkli papağanlar, tropikal bitkiler ve puro işlemeleri başroldeydi. El örgüsü çantalar, puro kutusu şeklinde 'Cocohuba' çantalar, vintage Buick ve Cadillac desenli uzun evaze eteklerse en göze çarpan parçalardı. Benim favorim ise Lindsay Wixon'ın dans ederek sergilediği mavi payetli 'prom' elbise oldu. Şehrin barok binalarının renklerinden esinlenen payetler defileye çocuksu, sıcak, seksi ve eğlenceli bir hava katıyordu. Defile finalindeyse beyazlar içindeki yerel şarkıcıların çığlık çığlığa söylediği şarkılar eşliğinde çılgınca dans ederek yürüyen modeller ve bu kafilenin başı Karl Lagerfeld belirdi. Adeta tren dansı yapar gibi izleyicilerin de peşine takıldığı kafile tüm Paseo del Prado'yu beraber yürürdü.

Defile bitip gözlerimi kapadığımda kulaklarımda Latin şarkıları, bedenimde tarifsiz bir özgürlük hissi, gözümün önünde küstah, modern, feminen, maskülen, çocuksu ve ultra şık tasarımlar vardı. Tabii bir de Küba'nın Picasso'su olarak bilinen Wifredo Lam'ın tabloları ve rengarenk robdöşambrının içinde, ağzında purosu, kirli sakallı bir yakışıklı; Karl'ın 'yakın arkadaşı' Sebastien Jondeau... Birçok basın mensubu da belimle aynı hislerde olacak ki defiledeki bir tişörtün üzerinde yazan 'Coco Libre' hastag'i Instagram'da bir anda bize verilen resmi #Chanelcruisecuba ve #Cococuba'nın yerini aldı.