Serena Uziyel'den yeni bir başlangıç
MODA

Serena Uziyel'den yeni bir başlangıç

O, dünya çapında bir aksesuar tasarımcısı ve kendi adını taşıyan markasının ilk mağazasını bu ay İstanbul’da açıyor. Bu yepyeni oluşumun tüm detaylarını öğrenmek üzere Serena Uziyel ile bir araya geldik.

GÜNCELLEME TARİHİ: 13 Kasım 2019

Çimen Uzsoy G.
Fotoğraf Merve Ağazat

Üzerine arı işlenmiş sivri burunlu çarıklarını bir Amerikan moda dergisinin sayfalarında ilk gördüğümde Serena'yı tanımıyordum ama bundan büyük gurur duymuştum. Dünya çapında aranan tasarımları, zekice kurgulanmış bir PR stratejisinin değil, sınır tanımaz hayal gücünün ve mesleki birikiminin bir sonucu. Şimdi kendi adını taşıyan markasıyla arzu nesneleri üretmeye devam ediyor. Detayları kendisinden dinliyoruz.

Uzun yıllardır bu sektördesin, farklı markalar için ayakkabı ve çanta tasarladın. Bu ay itibariyle kendi adını taşıyan mağazanı açıyorsun. Bu markalaşma sürecini senden dinleyebilir miyiz?
Yaklaşık 16 senedir bu işle uğraşıyorum. Hayatım boyunca hep bir şeyler yarattım, eğitimim de o şekilde oldu. On yaşımdan beri resim dersleri alıyordum. Çok iyi bir öğrenci değildim ve beni, "Dersini yaparsan seni resim kursuna götüreceğiz" diyerek motive ederlerdi, ilgim hep o yöndeydi. Notre Dame de Sion ve Koç Lisesi'nin ardından Parsons School of Design'a gittim. Ailem beni hep bu konuda desteklediği için çok şanslıyım. Parsons'ta moda ve iletişim tasarımını bir araya getiren çift anadal yaptım ve bu süreçte sadece kıyafet yapmak istemediğimi ama modaya dokunmak ve detaylarla bir şeyler yapmak istediğimi keşfettim. Ayakkabı tasarımı kursları almaya başladım ve bundan çok zevk aldım. Bütün stajlarımı Calvin Klein, Donna Karan, Alberta Ferretti, Moschino gibi markaların çanta ve ayakkabı bölümlerinde yaptım ve anladım ki bunu çok seviyorum. Tezimi de yine bununla ilgili yaptım.

Mezun olduktan sonra Milano'da bir ayakkabı okuluna gittim. Ayakkabının konstrüksiyonu çok önemli, bir bina gibi. Çok zordur ayakkabı yapmak. Floransa'da da kısa bir okulum oldu ve tekrar New York'a döndüm. Orada bir markada asistanlık yapmaya başladım ve kendi adımla marka yaratmayı o zamanlar düşünmeye başladım, acaba nasıl olur diye. Ama amacım illa kendi markam olsun değildi. Bu hayatta bir şey yaratıyorsanız, bir misyonu olması lazım diye düşünüyorum.

Hep Avrupa'ya gitmek istiyordum, o yüzden Floransa'ya gittim ve orada mentorumla tanıştım. Hayatımdaki en büyük dönüm noktalarından biridir. 86 yaşında Giuseppe adında bir zanaatkardı. Bana çok büyük destek oldu. Çok aksi, kocaman elleriyle çanta ve ayakkabılar yapan, uzun zaman Prada'da, Ferragamo'da çalışmış, adını Floransa'da ayakkabı sektöründeki herkesin bildiği biri. Onun yanında gerçek anlamda bir ayakkabı yapma eğitimi aldım. Sonra Türkiye'ye döndüm ve bir marka işbirliği içerisinde üretmeye başladım. Bu süreçte ne yazık ki Giuseppe'yi kaybettim ve kendimi nasıl daha iyi ifade edebilirim diye düşünürken Serena Uziyel markasını kurmaya karar verdim. Bu oluşumda en çok istediğim şey bu zanaatkarlığı ortaya koymak. Misyonum bu diyebilirim. Son bir yıldır üzerinde çalışıyorum.

Koleksiyonu nerelerde görüp satın alabileceğiz?
Mağazam Kasım ayı başında Kuruçeşme'de açılıyor. Paris Moda Haftası'nda dünyaya tanıtımını yaptık. 2020 yaz koleksiyonuyla dünya arenasına gireceğiz hayırlısıyla. Netaporter.com'da da zaten satışımız başlıyor bu ay. Aynı zamanda kendi internet sitemiz üzerinden de online satışımız var.

İlk koleksiyonu çok merak ediyoruz. Yine aşina olduğumuz sivri burunlu siluetler mi hakim?
Sürprizler var, daha farklı şeyler yaptım. Mesela daha evvel hiç deri kullanmıyorudum, şimdi, yeni koleksiyonda çok fazla deri kullandım. Vejetaryenim, o yüzden bir marka yaratırken dünyaya yarar sağlamak hep kafamda. Vegetable tan dediğimiz kromsuz deriler kullanıyorum. İçlerinin astarlarını her zaman kumaştan yapıyorum. Çok farklı materyalleri yan yana getirmeyi seviyorum, bu koleksiyonda da bunu göreceksiniz. Kontrastlardan her zaman ilham alıyorum. Doğal materyalleri seviyorum. Rafya, taşlar, püsküller, iplikler kullanıyoruz.

Yaratıcılığını en çok nelerle beslersin?
Gezmeyi çok seviyorum. Sırt çantamla dünyayı geziyorum ve orada gördüğüm şeyleri bir şekilde tasarımlarıma uyarlıyorum. Mesela yeni koleksiyonda çok güzel çantalar var, değişik konstrüksiyonlar kullandım. Bir yerlerde gördüğüm objeler oluyor mesela, onu kafamda canlandırıp, hayal edip, farklı şekillerde yorumlayıp materyallerle birleştirerek hayata geçiriyorum. Bazı tasarımcılar vardır, büyük büyük çizimler yaparlar, ben tam tersi küçük not defterime çiziyorum. İlgimi çeken şeyleri not alırım, materyallere dokunurum, atölyelere gider, üzerlerinde uğraşırım. İstanbul'da büyüdüm, New York'ta yaşadım, İtalya ve Paris'te zaman geçirdim, Zara'da çalıştığım dönemde İspanya'da yaşadım, tekrar Türkiye'ye döndüm ama yine Hindistan ve Toskana'da çok zaman geçiriyorum çünkü üretim atölyeleri orada. Dünyada ayakkabı zanaatinin en iyi yapıldığı yerlerden biri Toskana biliyorsunuz. Tüm bu farklı coğrafyalar bende müthiş etkiler yaratıyor. Ailemden gördüklerim de var elbette.

En son neydi seni etkileyen mesela?
Cruise koleksiyonumda püsküllü bir model var mesela, onun hikayesini anlatayım. Hindistan'da taşlar görmüştüm; bir müzedeki çok büyük antika bir kolye üzerindeydi. Ne yaptım ettim Hindistan'da o taşlardan yaptırttım. Kolyeden çok etkilenmiştim, mutlaka yorumlamam gerektiğini hissettim. O taşları üst üste koyduk, siyah püskülleri koyduk ve Atrani diye bir ayakkabı modeli ve çantası ortaya çıktı.

Üretim nerede gerçekleşiyor?
Her şey İtalya'da, Toskana'da ve Veneto bölgesinde yapılıyor. Çok uzun zamandır onlarla çalıştığım için oralarda önemli bağlantılarım oluştu. Benim için detaylar ve zanaat çok önemli, oradaki atölyeler de bu konuda çok iyi. Ayakkabıda; kıyafette ya da herhangi bir aksesuarda olduğundan farklı olarak çok farklı bileşenler var; topuğu ayrı, kalıbı ayrı, iç tabanı, dış tabanı... Biri eksik olsa olmaz. Dolayısıyla hepsinin üreticisinin birbirine yakın olması lazım. Hepsini çok iyi bilmek ve birbirlerini doğru biçimde tamamlamalarını sağlamak lazım. Bence bu da İtalya'da iyi çözülmüş.

İstanbul, New York, Floransa, Londra, Paris... Dünyanın pek çok farklı şehrinde yaşadın ya da bulundun. Favorin hangisi?
İstanbul, kesinlikle!

Bu mevsimde İstanbul'un en güzel yeri ya da şeyi ne sence?
Her zaman Boğaz derim. O güzel kokusu ve yılların vermişliği, o duygu dünyanın hiçbir yerinde yok. Avrupa'dan Asya'ya on dakikada geçmek Avrupalılara çok sürreel geliyor mesela. İstanbul benim en çok sevdiğim şehir.

İlk mağazan için Kuruçeşme'yi seçmen de Boğaz sevgin yüzünden mi?
Kesinlikle. Kuruçeşme'de mağazamınızın olduğu sokak eski İstanbul ve mahalle duygusunu çok iyi veren bir yer. İnsanı evde hissettiriyor. İnsanlar mağazayı ararken belki de girmeyecekleri bir sokağa girecek, bu da hoş geliyor bana.

Şu anki koleksiyondan en çok giydiğin, favori parçan hangisi?
Hepsi demek istiyorum aslında ama bir tane söylemem gerekirse Fiocco adlı fiyonklu slipper.

Senin için trend belirleyici demek yanlış olmaz. Önce sen yapıyorsun, sonra her yerde karşımıza çıkmaya başlıyor. Bulmuşken soralım, öngördüğün trendler var mı? Hangi parçaların peşinden gidelim?
Bence dünyada en önemli şey değerli parçaları almak. Hızlı tüketim ve çevreye verdiğimiz zarar göz ardı edilmemeli. Bir şey alıyorsak onunla gerçekten duygusal bir bağ kuruyor olmamız lazım, trendlerden daha önemli olan şey bu. Trendler gelip geçer ama çocuğunuza bırakabileceğiniz değerli ürünler daha önemli. Benim için şu anki en önemli konu bu.