Ben kazandım!
MODA HABER

Ben kazandım!

GÜNCELLEME TARİHİ: 9 Mayıs 2011

Tutturdu ille de adaya gidelim diye!

Nasıl arkadaş olduğumuzu bir türlü hatırlayamadığım ama yıllardır benim hayatımda, benden daha fazla söz hakkına sahip olan Alper Çukultay'dan bahsediyorum. Hatta benim bana ait anılarımı filan bile benden daha iyi bilir ve bazen benim anılarımı bana anlatır. Öyle değişik bir arkadaştır, Alper ama vazgeçilmezdir…
Neyse…
Tutturdu ille de adaya gidelim diye!
Büyükada'ya gitmek istiyormuş. İstanbul'a her geldiğinde gidermiş Büyükada'ya.

''Tamam'' dedim.
Gidelim istedim ben de. Zaten ben de severim Büyükada'yı. Daha doğrusu ben ada severim. Adanın, denizin ortasında tek başına durmasını severim. İstenildiği anda ulaşılamamasını severim. Adaların kendilerine has kokularını severim. Adada olmanın verdiği farklı özgürlüğü ve sadeliği severim. Kısacası ben Büyükada'ya gitmeye itiraz edecek biri değilim zaten.

O kadar çok tutturdu ki ve benim hayır diyeceğimden o kadar emindi ki ''tamam'' dediğimi anlamadığı için kapıdan çıkana kadar da yalvarmaya devam etti, bozmadım! Hatta hoşuma gitti bana sürekli yalvarması; farklı bir keyif aldığımı bile söyleyebilirim!

''Benim orada arkadaşlarım, sevdiklerim, sevenlerim var'' dedi…
''İyi' dedim…
''Aya Yorgi Kilisesi'nde dilek dileyeceğiz'' dedi…
''Gitmişken yaparız'' dedim…
''Yılık da özlemiştir beni'' dedi…

Bir an baktım ne diyor diye ama o manasız cümleye de ''kıyamam'' diye cevap verdim…

Böyle böyle vapura binene kadar ikna çalışmalarına devam etti. Çok fazla konuştu; hiç susmadı! Vapura binince anladı; yolda olduğumuzu ve zaten gittiğimizi; yalvarmasına gerek olmadığını.
Anlayınca, rahatladı ve mutlu oldu.

O anlayınca ben de rahatladım ve mutlu oldum artık en azından Büyükada'ya varıncaya kadar susar; denizi seyreder; martılara simit atar ve konuşmaz diye bir sevinç dalgası kapladı içimi…

Bilemezdim ki sevinince daha çok konuşacağını. Bir daha asla susmayacakmış gibi konuştu. Enerji fazlası olduğu için konudan konuya atlayarak anlattı. Takip edemez hale geldim. Bıraktım, takip etmeyi. Bir an vapurdan atlayıp, ızdırabıma son vermeyi arzuladım ama kendime ''saçmalama, sen bu kadar güçsüz olamazsın''dedim.

Ağladım bir ara güneş gözlüklerimin arkasına saklanıp ama anladı ve adaya gittiğimiz için mutluluktan ağlıyorum sandı. ''Evet, çok mutluyum'' dedim.

Mutluluk üzerine anlatmaya başladı. Dinledim haliyle, gözlerimi denizin mavisine dikip! O kadar çok sevdiğim biri olmasaydı eğer; ona neler yapabileceğimi hayal ettim o anlatırken. Tatlı hayallerim adaya ulaşmamızla sona erdi.

Adaya ayak bastık ve bahsettiği arkadaşlarından biri geldi.

Hayatımda gördüğüm en küstah yaratıktı arkadaşı. Hiç hoşlanmadım! O da benden zerre kadar hoşlanmadığını tek bir bakışıyla anlattı zaten. Nihayetinde benim en yakın arkadaşım, onun yılda bir, iki kez gördüğü ama yollarda beklediği, kimselerle paylaşmaya kıyamadığı biriydi. Ben dişli bir rakiptim onun için.

Atladı çıktı arkadaşımın kucağına ve yerleşti oraya. Yerleştikten sonra dönüp, bana bakıp ''tısss'' şeklinde bir ses çıkarttı. İyi bir anlama gelmediğini düşündüm, niyeyse!

Tanıştırdı arkadaşım bizi, ''Pınar'' dedi ve beni gösterdi, başımla selam verdim kibar olmaya çalışarak.
''Yılık'' dedi kucağında tuttuğu, kabarık tüylü, sahtekâr olduğu her halinden belli kediyi göstererek. Ben ne kadar zarif olmaya çalıştıysam Yılık, kendi adasında olmanın verdiği rahatlıkla ve kişiliğinden kaynaklanan bir züppelikle yine tısladı bana bakıp. Alınmamaya çalıştım. Bozulduğumu belli etmek istemedim. Kediyle kedi olmak istemedim.

''Önce Aya Yorgi'ye gidelim'' dedi arkadaşım.

''Tamam'' dedim ama dönüp bakınca benimle değil de Yılık'la konuştuğunu görünce içim acıdı ama çaktırmadım. Yılık, halimi anladığı için keyifle miyavladı. Ben de arkadaşım başka bir yere bakarken elime döktüğüm suyu hafifçe Yılık'a doğru fışkırttım parmaklarımı kullanarak.

İnadım tuttu ve onlar ikisi faytonla çıkarlarken ben bisikletle çıktım, kiliseye. Sırf arkadaşım bensizliğin ne olduğunu anlasın diye. Aralarda faytonu durdurup, beni beklemeleri filan gerekti ve her seferinde aşağılık kedinin beni küçümseyen bakışlarına maruz kaldım ama yenilmedim ona!
Nihayet kiliseye vardık. Ben onlardan sonra vardım aslında. Dilek diledim arkadaşım ve Yılık beni dışarıda beklerlerken.

''Tanrım, dışarı çıktığımda Yılık gitmiş olsun ve ben arkadaşımla baş başa kalabileyim. Arkadaşım ne kadar çok konuşursa konuşsun ama sadece benimle konuşsun'' dedim.

Dışarı çıktım ve Yılık bana ''Nerede kaldın? Seni beklemek zorunda mıyız?'' bakışı attı. Arkadaşım arada kalmasın diye ses çıkartmadım. Yemeğe gittik. Arkadaşım yemek boyunca da hep Yılık'la konuştu, beni ihmal etti. Tuvalete gidip, ağladım. Kıskandım çünkü daha önce hep benimle konuşan arkadaşımın kediyi bana tercih etmesini. Çok ağladım!

Sonra Büyükada keyfinin bitme saati geldi; arkadaşım ve Yılık iskelede vedalaştılar. Güç bela, çevredekilerin de yardımıyla Yılık'ı arkadaşımın kucağından aldık. Vapura binmeden önce dönüp, tek kaşımı kaldırıp, gülümsemedim pis kediye! Tısladı! Sanırım ''Sen bir daha buralara gelirsen, çok fena yaparım'' demek istedi. Öpücük yolladım, gülümseyerek. Vapurdan el salladık sonra ona. Arkadaşım içtenlikle; bense ''ben kazandım'' ifadesiyle dakikalarca el salladık. Bakışlarından anladığım kadarıyla uçabilse o vapura uçup, beni paralardı ama bir kediydi nihayetinde ve uçamazdı. O güvenle de abarttım sanırım gövde gösterimi.

Dönüş yolu boyunca arkadaşım yine anlattı bir sürü hikâye ve ben bu kez keyifle dinledim.
Bir daha adaya gider miyim? Zor! Başka adalara giderim ama o kedinin olduğu herhangi bir toprak parçasında beni huzurun beklemediğini biliyorum artık. Güzel bir gün müydü? Yılık'ın olmadığı her dakika muhteşemdi.

Yılık olmasaydı eğer bu yazı çok ama çok başka bir yazı olacaktı. Büyükada'yı anlatacaktım ama olmadı, kısmet değilmiş.