Değeri anlamında gizli
Rahat ama bilgin, nüktedan ama derin... Beyrutlu mücevher efsanesi Selim Mouzannar ile Bebek’teki konsept butik Midnight’ta buluştuk, tasarımlarına şekil veren ikonoklast karakteriyle yakından tanıştık.
GÜNCELLEME TARİHİ: 24 Haziran 2019
Güneş Uysalefe
Madem İstanbul'da buluştuk, soralım; Anadolu ve Osmanlı'dan ilhamla tasarlayan Türk tasarımcılar da var ama hepsi sizin gibi başarılı olamıyor. Dışarıdan bakan biri olarak, bu kültürü ele alışınızdan bahseder misiniz?
Sanırım bu neler yaşadığınız ve kabiliyetinizle ilgili; deneyimlerin bir dengesi yani. Daha çocukken Beyrut souq'unda gördüklerim estetik algımın temelini oluşturuyor. Tahmin edersiniz ki, burası Kapalıçarşı'nın minyatür bir kopyası gibi. Ne de olsa Lübnan 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu himayesindeydi. Avrupa'da geçirdiğim yılların da mücevheri ele alışımdaki etkisini hesaba katarsanız, zamane Osmanlı mücevherlerine ve onlara özgü hüzne parıltı ve yaşam getirmiş olduğumu söyleyebilirsiniz. Çünkü bu ekole ait parçalar, biraz melankoliye sahiptirler. Melankoliyi severim, İstanbul da melankolik bir şehirdir; taşların diziliminde, yapımında bir hüzün vardır diyelim. Ben bu melankolinin depresif olmayan, optimist halini ve tazeliğini korudum. "Bling bling" şeyleri sevmem, benim yaptığım bir hayat katmak. Taş seçimi, teknik, hacim; hepsi bir denge, uyum içinde olmalı. Bunu bazen başarıyorum, başaramadığımda ise o mücevheri yeni baştan ele alıp yapıyorum, ta ki içime sinene kadar. İsteğim, mücevherlerimin evrensel, zamansız ve herkese uygun olmaları.

İstanbul adlı bir koleksiyonunuz var, bu şehri temsil etmesi için neden bir yıldızı tercih ettiniz?
Ben bir hayalperestim. Koleksiyonu hazırlarken pek çok enerjinin etkisi altındaydım. İstanbul'un coğrafi olarak yıldızlarla bağlantılı olduğunu düşünüyordum; kısaca bu koleksiyon bir rüyanın sonucu. Yıldızı ele aldığımda, ona bir hacim vermek, üç boyutlu bir efekt kazandırmak istedim. Fransa'daki bir mücevher yazarı benim yıldızımı Chanel'inkine benzetmişti örneğin.
Kıyaslamalardan bahsetmişken, tarzınız ve tasarımlarınız taklit ediliyor. Bu durumu nasıl görüyorsunuz?
Olumlu bakıyorum. İnsanoğlu taklit etmeyi sever; başarmanın en kolay yolu budur çünkü. Taklit ediliyorsanız, iyi ve yeni bir şey yapmışsınızdır! Ancak en iyi zanaatkarla çalışsalar dahi, taklit hazırladıkları sürece orjinalinin DNA'sına sahip olamazlar.

Siz mücevher alanında kendinize özgü bir söyleminiz olduğunu nasıl anlamıştınız, hatırlıyor musunuz?
17 yaşımda Paris'e gidip mineraloji bölümünden mezun oldum, Suudi Arabistan'da bir taş tüccarıyla çalıştım, sonra Bangkok'a, New York'a, Belçika'ya yolum düştü. 14 sene expat olarak yaşadım, öğrencilik yılları gibiydi. Bu, kendi markamı kurmadan önceydi. Çok sıkılgan biriyimdir ama öğrenmeyi severim. Dev yakutlar, nadide pırlantalar elimin altındaydı, milyonlarca taş alıp sattım, Burma'da madenlerin içlerine kadar indim, 400 çalışanlı atölyeleri yönettim. Lübnan'da iç savaş bittiğinde artık Beyrut'a dönmek istedim. Büyükbabam ve babam da mücevher işindeydi, aile işine katılmak istedim ama kafalarımız uyuşmadı. Ben de kendim bir şeyler yapmaya karar verdim, küçük küçük ilerlemeye başladım.
Savaştan çıkmış bir ülkede mücevher tasarlamak biraz absürd değil miydi?
Terapi gibiydi, vahşeti umuda dönüştürmek gibiydi. Herkes yaşamaya devam etmek, özgür olmak ister. İnsanlar hayvanlar gibi vahşi olabilirler ama mücevher gibi böyle rafine işler de yapabilirler işte.

Sıkılgan olduğunuzu söylüyorsunuz, nedir sizi hâlâ üretmeye teşvik eden?
Bu iş alanından sıkılmanın imkanı yok çünkü hep yeni bir şeyin peşindesiniz, kısıtlı değilsiniz. Moda tasarımında her şey plan ve pazarlamayla ilerliyor; hiç bana göre değil. Ben hissettiğim gibi ilerliyorum, yıldız veya kalbi trend olduğu için yapmıyorum. Sadece taşa bakıyorum; yansımalarına, renklerine...
Nedir size şu sıralar ilham verenler?
Ayaklarım yere basar ama benim hayatım bitmeyen bir rüya gibi. Bazen kötü yanları da var tabii! Yaşam dümdüz akan bir nehir değil; kıvrımları, patlamaları var...

Karşılaştığınız en büyük güçlük neydi?
Beyrut'tan dünyaya açılmak ve insanlara ulaşmak.
Artık bu geride kaldığına göre, şimdi kendi kendinize koyduğunuz challenge'lar var mı?
Amacım dünyada bin tane satış noktasına sahip olmak değil, mücevherlerimi takanları mutlu etmek. Mutluluk farklı kaynaklardan gelebilir.
Siz trendlerden etkilenmeseniz de pırlantalara olan ilgi azalıyor. Sizin odaklandığınız özel bir taş var mı?
Birini söylersem diğerine ayıp olur! Ama elbette, belli dönemlerde belli taşlara farklı çekim duyarsınız. Evet, pırlantalar önemlidir, mücevherin temel taşıdır ama benim için özel bir yerleri yok, hatta onları soğuk bulurum biraz. Renkli taşları, mesela safirin her tonunu severim. Derin ve güzel bir spineli ruhsuz bir yakuta tercih ederim. Bir süredir yeşil tonlardaki zultaniti inceliyorum; Kapadokya civarında çıkarılan Türkiye'ye özgü bir taş.

Beyrut'ta farklı tasarımcılara ait parçaları kürate ettiğiniz bir butik daha var, değil mi?
Ben dünyanın merkezi değilim, açık fikirli olmayı seviyorum. Yeni bir yeteneği tanımaktan, mücevherimi satın alan birine onu tanıtmaktan hoşlanıyorum. Bir de vintage butiğim var; atalarımızın mücevhere nasıl yaklaştığını görmek bana hayranlık veriyor. Lübnan ve civarındaki ailelerden tedarik ediyorum. O taşlara bakarak nasıl yaşadıklarını tahmin etmeye çalışıyorum.
Kendiniz neden mücevher takmıyorsunuz?
Böyle kendimi daha hafif ve özgür hissediyorum. Üzerimde taşımaktansa mücevhere bakmayı tercih ederim.

Erkeklere mücevheri yakıştırıyor musunuz peki?
Erkekler için şu an bir koleksiyon hazırlamaktayım. Kolay değil doğrusu; erkekleri memnun etmek için çok mükemmeliyetçi olmalısınız.
Son koleksiyonunuz Fish for Love and Happiness'ın hikayesini paylaşır mısınız?
Bir balık yapmayı düşünüyordum. Bilirsiniz, balık biraz aptal bir hayvandır, ondan çok emin olamıyordum! Ancak balığın pullarını hareketli ve mineli parçalardan yapmak ilginç geldi. Teknik açıdan araştırma yapmam gereken üretim süreci çok keyifliydi. Kolay giyilebilir parçalar ortaya çıktı. Ben zaten insanlar mücevherlerimi "değerli" görsünler istemiyorum. Bu çok ağır bir kelime; "Herkes satın alamaz" demek. Ancak her pahalı olan şey güzel olacak diye bir kural yok ve demokratik olma fikri benim hoşuma gidiyor. Eğer değerli demek nadir demekse, kalpten bir kucaklama da nadir olabilir. Bence "samimi" benim mücevherlerimi en iyi tanımlayan kelime; Latince kökeninde "mühürsüz" demek, yani zarfı açık gönderilmiş bir mektup gibi.




