Duyulmaya Değer Öyküler
LIFESTYLE

Duyulmaya Değer Öyküler

1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların duyulmaya değer öyküleri, Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı adlı sergi ile Meşher’de açıldı. Serginin küratörü Deniz Artun’dan dinliyoruz.

GÜNCELLEME TARİHİ: 18 Aralık 2021

Bade Çakar
Portre fotoğrafı Kutup Dalgakıran

Ben-Sen-Onlar, çok özel öykülere yer veren bir sergi. Fikir nasıl ortaya çıktı?
Bundan yaklaşık iki yıl önce, sanatçı kadınların merkezde olacağı bir sergi fikri ilk ortaya çıktığında, niyetimiz yaşayan sanatçılardan bir seçki yapmaktı. Türkiye'deki çağdaş sanat üretiminin gücünü ortaya koymak arzusunda olan hamimiz Çiğdem Simavi, bizi dünyanın çeşitli sanat merkezlerinde izlenecek bir sergi hazırlamak üzere davet etmişti. Öte yandan, zaman içinde malum nedenlerle serginin rotası Dubai'den ya da Londra'dan uzaklaştı. Adresimizin İstanbul olacağı, özellikle de serginin Meşher'de açılacağı kesinleştiğinde, bakışını bugüne değil, tarihe odaklayan bir araştırma sergisi bize çok daha anlamlı gelmeye başladı. Çağdaş sanatçı kadınların; eserlerinin sergilenmesi kadar, üretimlerinin köklerini tanımaya, düşüncelerini kendilerinden bir önceki ve daha önceki kuşaklara referans vererek geliştirmeye de ihtiyaçları vardı.

Sanat tarihinin tanınmış sanatçı kadınları kadar, gözden kaçırılan sanatçıların da yer aldığı bu serginin ana fikri çok değerli. Aslında sanat tarihinin eşitsiz tavrını değiştiren bir sergi. Sanatçıların eserlerini başkaları tarafından verilen değerlerden uzak tutarak, yan yana sergiliyor.

Arzumuz, sanat tarihinin adil ya da estetik değerler üzerinden tutulan bir kayıt olmadığının altını çizmekti. Aksine, sonsuz sosyolojik değişken, son derece kuvvetli eserleri yutup yok edebiliyor ve belki o kadar da kuvvetli olmayan başkalarını başyapıtlaştırabiliyordu. Bunu dolambaçlı yollardan söylemeyi değil, olabilecek en açık biçimde ifade edebilmeyi istiyorduk; erişebildiğimiz tüm eserleri aynı düzlem üzerinde yan yana sergilemeye böylece karar verdik. Doğum-ölüm yıllarını dahi bilmediğimiz Safiye ile yaşam öyküsü defalarca kaleme alınmış, eserleri arşivlenmiş ve Tate'te dünya izleyicisinin önüne çıkmış Fahrelnissa'yı aynı duvarda izlemek, aynı kitapta okumak, aralarındaki farklılıklar kadar benzerliklere de dikkat çeker diye umduk. Sanat tarihini bu alanın profesyonellerinin elinden alıp, Meşher izleyicilerine emanet etmek istedik. Her izleyicinin yan yana gelen iki eser arasında kuracağı bağ farklı olacaktı ve bu farklı ilişkilerin hepsi tarih nezdinde geçerliydi.

Bu sergi için, kadınların sanat dünyasındaki duruşunu belli eden kolektif bir çalışma diyebilir miyiz?
Tıpkı sergide farklı alanlardan, farklı malzemelerle çalışan pek çok kadını bir araya getirmeye gayret ettiğimiz gibi, serginin mutfağında da böyle çalıştık. Dolayısıyla şayet sorunuzu doğru anladıysam, evet, kesinlikle kolektif bir çalışma idi. Her şey, sanatçı kadınlar kadar, mimar ve iletişim uzmanı kadınları; yazarları ve tasarımcı kadınları; müze gözetmeni ve eleştirmen kadınları; küratörleri ve şairleri de bir araya getiren çok kalabalık ve yaratıcı bir ekip içinde gelişti. Galerinin mütevazılık ölçeği ile kıyaslandığında, bu deneyim benim için öğretici oldu. Hazırlanırken tıpkı duvardaki resimler gibi yan yana durabildiğimize inanıyorum.

117 sanatçının yer aldığı serginin oluşum sürecinde sizi en çok hangi anlar etkiledi?
Tek tek aileler ile çalışmak sürecin en özel parçasıydı. İlk bakışta 117 kadından biri olan bir kadın, ailesi için daima tek ve eşsiz. Sanıyorum her ismin ve her eserin ayrı bir tarih kurabileceğinden, onlarla tanıştıkça, konuştukça daha da emin olduk. Şahsen benim için en duygusal anlar açılışta, ailelerinden iki kadının eserleri yan yana geldiği için o sırada tanışanlara tanıklık etmek oldu. "Sanıyorum sizin anneanneniz ile benim teyzemin eseri şurada birlikte sergileniyor" diye birbirleri ile tokalaşmak üzere ellerini uzatanların etkisinden kurtulmak ne mümkün!

Kitaptaki anlatımınızda kadınların sanat tarihindeki çalışmalarının ve çabalarının altını çiziyorsunuz. Bu sergi tüm bu çalışmalara nasıl bir katkı sağlıyor?
Serginin omurgasını; yayınlanmasının tam da ellinci yılında, Linda Nochlin'in "Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?" makalesi oluşturuyor. Geçtiğimiz elli yılın müzeler tarihini hızlıca taradığımızda, aynı kült makalenin pek çok sergiye ilham kaynağı olduğunu gördük. Dünyanın sayısız yerinde, sayısız kurum kendi koleksiyonlarına Nochlin'in filtresinden yeniden bakmış, sayısız kişi dirseklerini onun yazdıklarına yaslayarak yeni yazılar yazmış, yeni sorular sormuş, yepyeni sergiler hazırlamış. Bunların tekil değerleri dışında, birbirlerinden beslenen bir kümülatif değeri de olduğunu fark ettik. Ne kadar çoğunu alt alta sıralayabilirsek, eleştirilerimiz o kadar çok güçleniyor, tarih o kadar çeşitleniyor, zenginleşiyordu. Dolayısıyla Türkiye'den sanatçı kadınların kurumsal öykülerini bir kez daha yazmak, örneğin İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nden söz etmek ya da tek tek biyografilerini araştırmak ve dolayısıyla alt alta silinmiş satırları toplamaya çalışmaktansa, yazılmış olanlara eklenmeye gayret etmek bize son derece önemli geldi. Dünyadaki öyküleri duyduğumuzu duyurmak, onların da bizi duymalarını sağlar diye ümit ettik.

"Türkiye'deki sanatçı kadınların varlığı tarihsizdir." Bu, kitabın önsözünde yazdığınız bir cümle. Beni oldukça etkiledi. Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
Bugün yaşayan ve çalışan sanatçı kadınların, ihtiyaç duydukları ya da arzu ettikleri an geriye doğru bir, iki sayfa çevirebilmeleri gerektiğine inanıyorum. Şahsen ben, önceki kuşaklardan meslektaşlarımın öykülerini merak içinde araştırıyor, karşıma çıkan her yeni bilgiyi özenle diğerlerine ekleyerek kendime ilham alacağım bir galerici kadınlar tarihi, tarihleri biriktirmeye çalışıyorum. Fakat Türkiye'den çağdaş sanatçı kadınların, üretimlerini yalnızca evrensel değil, yerel bir referans sistemi içinde de değerlendirebilmelerinin; bu coğrafyanın kadim yöntem ve malzemeleri içinde kendi köklerini aramalarının; yeniliği önceki kuşakların bildiklerinin üzerine ekleyerek ilerleyebilmelerinin olanaksız olduğunu düşünüyorum. Serginin, sanat tarihinin onları mahkum ettiği bu müthiş yalnızlıktan biraz da olsa kurtarabileceğini ümit ediyorum. Serginin yerleşim şekli de çok önemli.

Ben-Sen-Onlar; bu kelimelerin her biri üç kata yayılıyor. Sergi düzenlemesinden biraz bahseder misiniz?
Ben-Sen-Onlar, Meşher binasının üç katına yayılıyor. Giriş katındaki 'Ben'; aynada kendi mütevazı varlıkları ile karşılaşan şöhretsiz kadınlara odaklanıyor. Serginin farklı köşelerine yerleştirilen aynalar, tek bir kadının birkaç yüzünü yakalamaya çalışıyor. Kadınların, tarihten kendi kendilerini sildikleri, adlarının üzerini bile bile karaladıkları da oluyor. Dolayısıyla ayna, bazen de eskiz aşamasında terk edilmiş eserleri ya da kariyerleri bir dev aynasına yansıtmaya ve onları "büyütmeye" yarıyor.

Birinci kattaki 'Sen'; yumuşak ve birleştirici olan öteki ile karşılaşmaları anlatıyor. Öncelikli 'Sen' olarak çocukları çağırıyor. Portrelerin ve otoportrelerin çoğu, anne olmanın ya da olmamanın deneyimi ve öznellik, aile olmanın tanımı ve şefkat, sanatçı olmanın gücü ve ölümsüzlük hakkında düşünmek üzere davet ediliyor. Ayrıca 'Sen', anneliğin idealindeki kutsallık ile çıplaklığın ideasındaki tenselliği karşı karşıya yerleştiriyor.

İkinci kattaki 'Onlar'; kadınlara başkalarının gözünden bakıyor. Çiçek, özellikle vazoda olduğunda, başkaları tarafından kadınlara yakıştırılan sıfatları taşıyor: Duygusal, kırılgan, amatör ruhlu, sıradan, domestik ve dekoratif. Pek çok sanatçı kadın, kendisinden güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği için, ancak vazoda çiçekler boyayarak resim yapabiliyor. Sergiye, hiçbir öncelik gözetilmeden, neredeyse kendiliğinden saçılan çiçekler, şematik aile ağacının, çizgisel sanat tarihinin de alternatifini temsil ediyor.