Modanın mesajı alındı mı?
Paris Moda Haftası’nda gerçekleşen Dior Sonbahar/Kış 2020 defilesi, podyuma kurulan, markanın deyişiyle ‘aydınlatılmış manifesto’lar aracılığıyla feminizm mesajlarının taçlandırıldığı özel bir şova dönüştü. Peki, podyum tüm bu sosyal ağırlığı kaldırabilec
GÜNCELLEME TARİHİ: 6 Nisan 2020
Çağla Bingöl
Consent, Patriarchy=Co2, Women Arise the Uprising… Maria Grazia Chiuri'nin liderliğinde Dior yine kalbinin feminist dava için attığını bize podyumdan iletti. Tam da Hollywood'u ve dalga dalga dünyayı sallayan #MeToo hareketine neden olan Harvey Weinstein tecavüzden hüküm giydikten sadece 24 saat sonra. Bu tesadüf neredeyse sahnede küçük bir zafer kutlaması gibiydi. Dior bunu, 2016 yaz sezonunda ilk kadın kreatif direktörü Chiuri başa geçtiğinden beri yapıyor. Tasarımcı, ilk defilesinin açılışını Nijeryalı feminist yazar Chimamanda Ngozi Adichie'den alıntı "We should all be feminists" yazan tişörtle yapmıştı. Her sezon üzerine ekleyerek devam etti. Kısaca, şovlarında güzel tasarımların yanı sıra feminizmi feminenliğin önüne koyduğu mesajını da bizlere sundu. Peki, bu mesajlar bize ne kadar geçiyor? Lüks modaevleri toplumsal sorunları konu edindiklerinde, bunu bir pazarlama aracı olarak mı görmeliyiz, yoksa sorunu görünür kıldıkları için onları kutlamalı mıyız?
GELECEĞİN MARKALARI MESAJ KAYGILI OLMALI
Ünlü trend tahmin ajansı WGSN, 2021 yılı öngörülerine yer verdiği raporda, önümüzdeki dönemin yeni bir iyilik hareketine gebe olduğundan söz ediyordu. Tüm sosyal zorbalığa, politik açmazlara, toplumsal adaletsizliklere karşın insanların iyilik çevresinde toplanacağını, Kindness Keepers başlığı altında veriyordu. Yani her türlü zorluktan ve baskıdan yorulmuş yeni jenerasyonun önceliği, çözüm üretmek için çalışan markalar olacak.
Fakat bu noktada markaların ne kadar samimi olduğu da sınanıyor ve testi geçemeyenleri sosyal medya linci bekliyor ki, yakın tarihimiz çok büyük markalara sürülmüş kara lekeleri de tozlu sayfalarında barındırıyor. Bu tozlu sayfaların en kötü yanı ise çağımızda her şey gibi onların da dijitale aktarılmış olması. Herhangi bir tarihte tekrar karşımıza çıkmaları için birkaç anahtar kelimelik Google araştırması yapmamız yeterli. Yani bir anlamda ruhu bir türlü huzura kavuşmayan hayaletler gibi hep aramızdalar. O yüzden markalar için en iyisi huzursuz hayaletler yaratmamak...

"Ben, Ben Dior'um"
"I Say I." Dior'un önümüzdeki kış için belirlediği yeni slogan bu. Feminizmde yeni dönemin bireyselliğine gönderme yapan (bize de kelime oyunu yapma fırsatı veren) bu söz aslında İtalyan sanat eleştirmeni Carla Lonzi'nin 1972 yılında kaleme aldığı Klitoral Kadın ve Vajinal Kadın isimli feminist manifestodan alıntı. Ama şimdilerin sıcak başlıklarından 'kendini ifade etme özgürlüğüne' de başarıyla uyum sağlıyor. Altındaki feminist mesajı anlamak da zor değil. Ayrıca nereye isterseniz çekebilirsiniz. En başta vurgu yapılan Consent, yani rıza konusu için de uygun, kadının cinselliği üreme güdüsünün önüne koyma hakkına da, herhangi bir insanın kendi tutkularını her şeyin önüne koyma ihtiyacına da… Kısaca Dior yine hedefi 12'den vurmuş ve büyük ihtimalle bu tişört de Instagram post'larının en popüler parçalarından biri olarak birçok Influencer'ın kombinlerini süsleyecek.
Ama bunu böylesine başarıyla, sanki çok kolaymış gibi yapabilmek için kuşkusuz iyi bir altyapı gerekiyor. Çünkü eğer davanızda yeterince samimi değilseniz, bunu karşınızdaki çok iyi anlıyor ve yüzünüze vurmaktan geri durmuyor.
Sosyal ve Politik Mesajların Ortasında
Farklı bir zamanda yaşıyoruz. Bugün bir savaş çalkantısı ile güne başlıyoruz, yarının teması hiç duyulmadık bir epidemik oluyor, haftaya belki ağır bir göçmen krizi ya da çevresel felaket ile uyanacağız. Bunlar arasından hangisine daha fazla duyarlılık göstermemiz gerektiğini bize kimse dikte edemez ve acıları yarıştırmanın hiçbir anlamı yok. Ayrıca kim nasıl protesto etmek isterse eder; isteyen yürüyüşlere katılır, kimi giydikleriyle, kimi sosyal medya mesajları ya da maddi desteği ile bunu gösterir.

Jane Fonda, 1972'de Oscar ödülünü alırken hakim yaka takımıyla "erkekler için giyinmiyorum" mesajını vermişti
Modanın sosyal olaylardaki rolü yeni bir şey değil zaten. Her daim sosyal sınıfların, statünün ya da politik fikirlerin bir yansıması olan kıyafetlerin ikonik anlara imza atmışlığı da var: Kadınların seçme haklarını savunan Suffragettes hareketinin beyaz, mor ve yeşil renkleri benimsemesi, 60'larda mini eteğin özgürlük sembolüne dönüşmesi, 1972 Oscar töreninde Jane Fonda'nın hakim yakalı takım elbisesi ile sahneye çıkarken erkekler için giyinmediği mesajını vermesi… Günümüze dönersek; #MeToo hareketinin çıktığı 2018'de Altın Küre'de tüm kadın yıldızların karalara bürünmesi, Super Bowl şovunda Beyoncé ve dansçılarının Black Panthers'dan ilham alan kostümlerle Amerika'daki ırkçılığa gönderme yapmaları...
SÜRDÜRÜLEBİLİR MESAJLAR
Dior, sosyal mesaj veren defileler ortaya koyan tek marka değil. Ama bunu bir süreklilik içinde yapan sayılı isimlerden. Sadece iki sene önceki podyumları hatırlarsanız; anti-faşist, anti-ırkçı, anti-misojinist, kısaca 'anti' mesajlardan yıkılıyorlardı. Sonra ilk rüzgar geçti ve sesler azaldı. Tabii, sloganlı tişörtler de.

Vivienne Westwood, Punk moda aracılığıyla tasarım geçmişi boyunca podyumdan politik mesajlarını esirgemedi
Tüm bu kakafoni arasında, moda ve politikanın tam kesiştiği noktada duran Vivienne Westwood, Celine yıllarındaki Phoebe Philo, Miuccia Prada ve tabii ki Stella McCartney sosyal farkındalık ve öncülük konusunda akla gelen diğer başarılı isimler. Daha da önemlisi, son dönemde çok değerli olduğu üzere, davasında da 'sürdürülebilir' olan isimler. Elbette bu modaevlerinin ticari yapılar olduğunu unutmamak ve gönüllü katıldıkları sosyal sorumluluk projelerini ona göre değerlendirmek gerekir. Ama bugün herhangi bir sosyal mesajın sadece bir kişiye daha ulaşmasına aracılık eden her marka çok kıymetli. Dior'un Sicilyalı kadın sanat kolektifi Claire Fontaine tarafından hazırlanan neon manifesto panoları da gerek sosyal medyada, gerekse geleneksel basında kendine bulduğu yer ile böyle kıymetliydi ve mesajını iletti. Önümüzdeki dönem için sürdürülebilirlik hedefi koyan markalar, öncelikle kendi varlıklarını sürdürebilmek için sosyal konularda seslerini duyurmaya ya da farklı seslerin duyulmasına aracılık etmeye mecburlar. Çünkü yeni jenerasyon, koleksiyondan önce iyilik karnesine bakmaya meyilli. Podyum ise markalar derslerini iyi çalıştıkları sürece bu mesajları kaldırabilecek güçte.
DİOR SONBAHAR/KIŞ 2020 



