Fernando Jorge'nin mücevher yolculuğu
GÜZELLİK

Fernando Jorge'nin mücevher yolculuğu

Feromon etkisi yaratan tasarımlarıyla uluslararası mücevher dünyasının en heyecan verici ismine dönüşen Fernando Jorge ile İstanbul’da, Midnight Express’te buluştuk.

GÜNCELLEME TARİHİ: 29 Haziran 2018

Güneş Uysalefe
Fotoğraflar Selin Saral

Fernando Jorge'nin tasarımlarına bakıp veya takıp da Brezilya güneşini teninizde hissetmemeniz mümkün değil. Kıvrımlarıyla denizin dalgalarını, renkleriyle vahşi Güney Amerika florasını taşıyan parçalar, Jorge'nin kadın bedeninin cazibesine yakışır mücevherler yaratma dürtüsüyle ortaya çıkmışlar. Tasarımcı, Central Saint Martins'de aldığı eğitim ve on yıla yakın tasarım deneyimi ardından kurduğu markasında, 2010'dan beri memleketine dair klişe 'seksi' algısını evirip çevirerek zarif mücevherler tasarlıyor. Amazonit, serpentin veya labradorit gibi az bilindik madenleri kullanmayı ve Brezilyalı zanaatkarla çalışmayı seven Jorge, İstanbul'daki Midnight Express butiğinde bir trunk show düzenleyince, böylesine yaratıcı ve ayakları yere basan bir yetenekle tanışmamız, ilham verici bir sohbetle sonuçlandı.

Mücevher hayatınıza nasıl girdi?
Mücevher maceram çizime olan sevgimle başladı. Çocukluğumda çok çizim yapardım, insanlarla iletişim kurmanın bir yoluydu benim için.

Ne çizerdiniz?
Portreler… Kumsalda olduğumuz, büyükannemi ve büyükbabamı kumların içine çizdiğim bir günü hatırlıyorum. Bana bir kalem verirlerdi ve uslu uslu otururdum. Şimdi bile büyük bir renkli boya yığınına sahibim; kendimi şekiller ve renklerle ifade etmeyi daha kolay buluyorum. Ancak ailemde profesyonel olarak sanatla uğraşan kimse yoktu. Dolayısıyla bunu bir hobi olarak gördüm ve üniversitede uluslararası ticaret okumaya başladım. O dönemlerde kendimi kayıp hissediyordum. 17 yaşında Sao Paulo'ya taşındım ve Alman tipi bir eğitim buldum, yani haftanın yarısı okula, diğer yarısı işe gidiyordum. Çalıştığım Alman kimya firması iki yıl sonra beni işe almak istedi. Orada çok sevdiğim bir beyefendi vardı; beni onun yerine getirmeyi düşündüklerini duydum ve birden o işi aslında istemediğimi fark ettim. Koşarak bir arkadaşıma gittim ve bana, "Sen kurumsal bir şirkette çalışacak biri değilsin, git ve yaratıcı olabileceğin, çizimlerini yapabileceğin bir iş bul!" dedi.

Sizi tasarıma yönlendiren böyle bir arkadaşınız olduğu için çok şanslıymışsınız.
Kesinlikle! O zamanlar 19 yaşındaydım ve endüstriyel tasarım dersleri almaya başladım. Ancak ne tarz bir tasarım yapmak istediğime karar verememiştim. Birçok çizim yaptım ve staj programlarına başvurdum. Sonunda gizemli bir şirket tarafından mülakata çağrıldım. O sıralarda kulağıma ilk piercing'imi yaptırmıştım, bu konuda bir sürü soru yöneltilince biraz çekindim ve bir sonraki randevuya piercing'siz gittim. Hemen fark edip nerede olduğunu sordular. Meğer onca sorunun sebebi mücevher tasarımına ilgim olup olmadığını anlamakmış. Böylece mücevher üreten bu firmada teknik çizimlerden sorumlu kişi oldum. İlk haftamın sonunda, tasarımcılardan işin püf noktalarını öğrenmiş, gerçek bir parça yaratacak bilgiye ulaşmıştım.

İlk defa bir mücevhere hayat verişinizin nasıl bir his olduğunu hatırlıyor musunuz?
Harika bir histi. Bunca yıl sonra bile, markamdan, mücevherlerimi ünlü kadınların takmasından ve dergilere çıkmamdan çok daha önemli bir his. Bir şeyi yoktan yaratma, gerçek bir şey yaratma hissi... Anlatılmaz bir duygu.


Tasarımcı, Londra merkezli çalışıyor olsa da, özellikle ülkesi Brezilya'da çıkarılan Amazonit gibi doğal taşlara öncelik vermeyi seviyor.

Belki de sizi etkisi altına alan mücevherin manevi değeriydi...
Mücevherin steryotip pırıltılı taşların ötesinde bir şey olduğunu sonradan anladım. İşin güzel yanı, bu değerli taşların doğal madenlerden elde ediliyor olmasıydı. Böylece mücevheratın bu 'ham' duygusu benim ilgi alanım oldu. Lisans eğitimim süresince mücevhere geri dönüp bakma ve kendimi geliştirme fırsatım oldu. Mücevherin güç ve sevgi sembolü olmanın ötesinde, zamansız bir olaylar dizisinin değişmezi olduğunu, medeniyetlerce gezdiğini, sosyal statü veya saygı sembolü olarak tıpkı kıyafetler gibi kullanıldığını öğrendim. Konuşmadan, tanışmadan önce gördüğünüz ilk şeydi. Yerin altından çıkan bu materyaller de bağ kurmak için birer araçtı. Böyle bir tarihe ve güzelliğe sahip olan bu kültürü gördükten sonra, Brezilya'da mücevher konusunda çok şey olmadığını fark ettim.

Türkiye'de mücevherin önemli bir yeri var, sahi Brezilya'daki genel algısı nasıl?
Türkiye aslında coğrafi olarak bu materyallerin çıkarıldığı yerlerden biri olmuş, bu yüzden kullanımında da çok renk barındırır hale gelmiş tarihte. Brezilya'da ise daha çok tüylerin kullanıldığı bir geçmişi var. Avrupalılar'ın gelmesiyle daha renkli taşlar, haçlar yapılmaya başlanmış. Sonra karnaval kültürüyle birleşmiş. Şimdi birçok farklı renkte taşın yan yana geldiği modeller Brezilya mücevheratını temsil ediyor. Ama bana kalırsa bu biraz yapay bir görüntü çünkü bir orijinalliği yok.


Kıvrımlı formları ve vücut hatlarını takip eden akışkan yapıları, Fernando Jorge'nin mücevherlerine adeta feromon gücü aşılıyor, ayrı bir seksapel kazandırıyor.

Nasıl oldu da Londra'da eğitim almaya karar verdiniz?
Brezilya'dan sıkılmıştım. Mücevher alanında farklı işlerde çalıştıktan sonra, bir okulun ders vermemi istemesi üzerine bu alanda akademik eğitimim olmamasından rahatsız oldum ve o yıl Londra'ya tatile gittiğimde Central St. Martins'e başvurdum. Kabul edilince işimden ayrıldım, arabamı ve evimi satıp Londra'ya taşındım. Master'a ve kendimi tanımaya başladım.

Güncel çizginizin oturuş süreci için ne söylerdiniz?
Benim sorunum mücevherlerimin çekici, seksi olmasını istememdi. Mücevherleri seksi bulan Brezilyalı bir adamdım! Bir mücevher sizde şok etkisi yaratmalı, ondan gözlerinizi alamamalısınız. Brezilya'ya has bu duygusallığın ve güzellik anlayışının kökenini araştırırken bir yandan da çiziyor, çiziyor, çiziyordum. Kasti olarak erotik şekiller çiziyor, sonra onları zarif hale getiriyordum. Çünkü benim vizyonuma, kültürüme göre seksapel zarif olabilir. Eğer güzel bir kadın derisinin içinde rahatsa ve bunu doğal bir biçimde sergileyebiliyorsa, bundan daha güzel bir şey yok.

Sıra kendi markanızı kurmaya geldiğinde neden Londra'yı tercih ettiniz?
Londra'daki yaratıcılık ve hareket beni canlı tutuyor. Farklı kültürleri gözlemlemek, araştırmak için daha iyi bir seçim olamazdı. Brezilya'da yaşasaydım her şey benim için daha rahat, çabasız olabilirdi. Dolayısıyla Londra'da çalışmaya devam ettim.

Brezilya'nın şu anki imajınıza katkısı çok. Peki, kendinizi tek bir ilhama hapsedilmiş gibi hissediyor musunuz?
Evet, bazen kendimi Brezilya'nın taşları ve kıvrımları tarafından kuşatılmış gibi hissettiğim oluyor. Böylesi durumları aşmanın yolu tasarlamaya devam etmek ve başarıyı sürdürmekten geçiyor. Sadece Brezilyalı olduğum için değil, hisleri ve zarafeti anladığım için bir şeyler yaratıyorum. Örneğin Bloom tam da bu sorunuza yönelik. Bu koleksiyonda Brezilya klişelerini bir yana bırakıp, daha otantik bir temaya yöneldim.

Nadiren figüratif, daha çok soyut şekillerle çalışıyorsunuz. Koleksiyonun adı Bloom da olsa, alışıldık çiçek mücevherler yok…
Evet, çünkü benim amacım oraya çiçeğin kendisini değil, fikrini uyandıran şekilleri yerleştirmek. Daha sonra bu fikri bir pırlanta koleksiyonu olan Brilliant takip etti. Bu koleksiyonla Las Vegas'taki Couture Awards'dan ödül aldım ve pırlanta sektöründen birçok kişi birlikte çalışmak istediğini söyleyerek, kullanmam için birçok pırlanta önerdi. Odağımı her zaman yaptığım şeyden başka bir alana, pırlantaya yönlendirmem
kritik bir karardı. Para, zaman, kreatif kontrol; bunları düşünmem gerekiyordu. Yerin altından çıkan ve karbonun en mükemmel hali olan bu taşla çalışmak bana büyük heyecan veriyor. Pırlantanın saflığı çok çekici. Işığı yansıtması… Benim için önemli olan o pırlantayı taktığında ışıl ışıl parlayacak olan kadın. Brilliant'ın gördüğü ilgi de inanılmazdı.


Jorge'nin Stream adlı koleksiyonundan kalsedon, labradorit ve pırlantalı küpeler ve yüzük

İnsanların ne istediğini tahmin edebilmenizi neye bağlıyorsunuz?
15 yıldır mücevherat işindeyim ve her koleksiyonumla birlikte, gelen insanlardaki kodu, ne istediklerini hisssedebiliyorum. Mücevher üzerine eğitim almış olmam, iş geçmişim, mücevher deneyen insanları gözlemlemem… Hepsi bu hissi oluşturan parçalardan. Elbette bir de mağazalar ve ünlüler boyutu var ama benim için önemli kısım bu değil. Önemli olan fikirlerimin büyümesi, gelişmesi.

Pırlantaları nasıl bir koleksiyon takip edecek, karar verdiniz mi?
Kocaman parçalardan oluşan bir koleksiyon üzerinde çalışıyorum ve Brilliant koleksiyonunu tamamlayacak şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Hippi mücevherleri ile High Jewelry'yi bir araya getireceğiz. Şekil açısından klasik formlar ön planda olacak ancak materyaller farkı yaratacak. Düşüncesi dahi şimdiden içimi kıpır kıpır yapıyor!