Havada etkinlik kokusu var
ÜNLÜ STİLİ

Havada etkinlik kokusu var

'İstanbul'da yapılacaklar' listesi kabarık. Konserlere, filmlere, sergilere yetişmek için zamanı iyi ayarlamak gerek. Karar vermekte zorlananların imdadına ise rehberimiz yetişiyor

GÜNCELLEME TARİHİ: 26 Eylül 2011

Hazal Yılmaz / Sabah - Cumartesi

İstanbul şehrini sanat basınca, beni de her yere yetişme telaşından stres bastı, hatta aynanın dediği doğruysa saçımda bir-iki yeni beyaz tel türedi. Her şeyi aynı anda yapamayacağıma karar verdikten sonra ajandamı haftalık düzende sergi gezme işine ayırdım. Rahatladım.

► Pazartesi: Sergiler tatil. İnternette boş zaman. Robinson Crusoe Kitabevi, websitesine (rob389.com) Bugün kim doğdu bölümü eklemiş. Yazarların hayatlarını okuyorum. Hastasıyım.
► Salı: Kanepeden, "Dondurma yiyeceğiz," suretiyle kandırılıp, kaldırıldıktan sonra artSümer'e (Mumhane Caddesi, Laroz Han no:67, Karaköy) gitmeye and içtim. 'Sıfır Noktası' karma sergisinde, bir zamanlar Babazula konserlerinde o inanılmaz çizimleri yapan Ceren Oykut'un da işleri var.
► Çarşamba: Önce İstanbul Modern'de 'Tekinsiz Karşılaşmalar' fotoğraf sergisini görmeye, sonra önüm arkam yönüm: Kadıköy. Arkaoda'da Aylin Güngör & Sadi Güran & James Hakan Dedeoğlu, 'Tırtıllar' programının açılışı onuruna parti veriyor. Gecenin aynı zamanda bir radyo programına dönüşeceğini ve sonraki hafta yayınlanacağını da eklemişler notlarına. Ben de sana ileteyim.
► Perşembe: Sıralselviler'de yeni galeri Pilot (Sıraselviler Caddesi no:83/2) herkes tarafından methedildi. Halil Altındere fotoğraflarını görmüş toplulukların yüzünde hin bir gülümseme vardı.
► Cuma: Gölge Kahve'de Americano'yla afyonu patlatıp, Arter'de Kutluğ Ataman - Aya Yolculuk işine gıpta, kıskançlık, arzuyla bakılacak. Akşam yemeğini de Münferit'te sirkeli salatalıkla açıp, Salon'da John Scofield R&B Quartet ile kapatalım diyorum.
► Cumartesi: Perili Köşk. Öyle atladım gittim modeli olmuyor. sduman@borusan.com adresine mail atıp, 'gelicem tamam mı' demek lazım. Antrepo'dan gemi kalkıyor. Bir saatte hem kıyılara bakarak, hem de trafikten kaçarak Rumeli Hisarı'na gidiliyor. Hazır oralara varmışken geceyi de Set Balık'ta açarsın artık.

Son Kez, İlk Kez
► Gerçek Hikayeler 1: Çalışma masamın üzerinde bir aşk mektubu var. Unutulmuş, önemsenmeyen bir halde duruyor. Hayatımda hiç aşk mektubu almadığım için bir yazara ısmarlamıştım. Sekiz gün sonra, yedi sayfalık güzel bir mektup vardı elimde.
► Gerçek Hikayeler 2: Onu, 1985 yılında bir konferans sırasında gördüm. Hoş bir adamdı. Üzerinde tek bir şeyi beğenmedim: Kravatı. Ertesi gün isimsiz olarak bordo bir kravat yolladım. Birkaç gün sonra tesadüfen bir restoranda gördüğümde kravatımı takıyordu. Bu sefer de gömleğiyle uyuşmuyordu. Ona her Noel'de bir hediye göndermeye karar verdim. 1986'da ipek çoraplar, 1987'de siyah bir yelek, 1988'de beyaz gömlek, 1989'da altın rengi kol düğmeleri, 1990'da çam ağacı kokulu iç çamaşırları, 1991'de hiçbir şey, 1992'de fitilli gri bir pantolon aldı. Yolladığım her şeyi aynı anda giydiği gün, onunla tanışmak isterim.
► Gerçek Hikayeler 3: Her zaman benim yerime karar verilmesini sevmişimdir. B. ile bir oyunumuz vardı. Tek günlerde ben, çift günlerde kararları o verirdi, Amerika'ya giderken yerini doldurması için bana bir zar hediye etti. Bunlar henüz Türkçeye çevrilmemiş Sophie Calle -Des Histoires Vraies (Gerçek Hikayeler) kitabından bölümler. Ben kendisine 'başucu kitabım' ismini taktım. Bu yüzden Sakıp Sabancı Müzesi'nde İstanbul'a özel sergisi olduğunu öğrenince, işi gücü, bilgisayarı terk edip Emirgan'a koştum. Sophie, serginin 'Son Kez' isimli bölümde, görme kaybıyla doğan veya görme yetisini sonradan kaybetmiş 13 kişiye hatırladıkları son görüntüyü soruyor. 'İlk Kez' isimli ikinci bölümünde, İstanbul'da yaşayan ancak denizi hiç görmemiş insanların denizle ilk karşılaşmalarını görüntülüyor.

Öğleden sonra kuşağında
Filmlerde ağlarım. Etrafta beni tanıyan 10 kişiye sorsan, onların güldükleri sahnelerde mendili elden bırakamamışlığım, "Amma kurmuşlar," dedikleri anlarda hüngür şakır dökülmüşlüğüm, "Bu kadar da senaryo yazılmaz," eleştirileri geldiğinde içlenmişliğim pek çoktur. Film film değildir çünkü gözümde. Her film gerçek bir hikayenin, hatta çoğu zaman pek çok hikayenin fragmanlarını taşır. Bu doğrultuda her film biraz da benim hikayemdir. Ağlamam, belki de verilmemiş kararlara, yaşanmamış hayatlara, korkulup da dönülmüş yarım yollaradır. Bugün Marie-Sabine Roger kitabından uyarlama Jean Becker koltuğundan yönetilme, Gerard Depardieu ve Gisèle Casadesus'un oynadığı La Tête en Friche/My Afternoons with Margueritte filmini izledim. Okuma yazmayı az buçuk bilse de, parktaki güvercinlerin 19'una birden isim takan Germain Chazes ve 90'lı yaşlarına merdiven dayamış kütüphaneci Margueritte'in arkadaşlığı. Sonunda şöyle diyor: "Aşk hikayelerinde her zaman 'Seni seviyorum,' diyen biri olmaz... Oysa birisi, sever karşısındakini..." Standartlarıma uyup ağladım. Sana da tavsiye ederim. Biraz için açılır.

Hazal'ın notu: Gisèle Casadesus oyunculuğunun hastası olunca diğer filmlerini de araştırdım. Yine Jean Becker imzalı Les Enfants du Marais; Claude Lelouch yönetimindeki Ces amours-la ve Hommes, femmes, mode d'emploie favorilerim.