Ersin Karabulut'un renkli dünyası
ÜNLÜ STİLİ

Ersin Karabulut'un renkli dünyası

Kariyerine Lombak dergisinde başlayan ersin karabulut, şimdilerde uykusuz dergisinde, “yer altı öyküleri” adlı köşe için çizim yapmakla meşgul. Çizerlerin efsanevi sohbetlerini merak edip, buna dâhil olmak için buluştuğumuz Ersin Karabulut’un renkli düny

GÜNCELLEME TARİHİ: 6 Haziran 2012

Röportaj: Miray Uçar/ Esquire

Sürekli çizgili tişört giydiğine dair bir efsane var. Bu konu hakkında ne diyeceksin?

ERSİN KARABULUT: Kendimi sürekli çizgili tişört giymiş şekilde çizdiğimden dolayı,insanlar tüm gardırobumun çizgili tişörtlerle dolu olduğunu zannediyor. Oysa oradaki tişört, çizdiğim Ersin karakterine ait. Gerçek hayattaki Ersin, tabii ki sürekli çizgili tişörtüyle gezmiyor. Ama şansa bakın ki, bugün de üzerimde çizgili tişört var.

Gerçek hayatta da "Sandık İçi"ndeki Ersin kadar duygusal ve hassas mısındır?

EK: Bu biraz da, "Sandık İçi"ni çizdiğim zaman dilimiyle ilgili. Köşeyi ilk çizmeye başladığım zamanlarda, henüz 20'li yaşlarının başında bir çocuktum. O zamanlar, tabii ki farklı hassasiyetlerim vardı. Herkes gibi, sosyal fobilere ve kendimce korkulara sahiptim ama zaman içinde, bunlar değişti ve hayatımdaki değişiklikler, köşemin tavrına da yansıdı. Zaman içinde, hayatla dalga geçebilen biri hâline geldim ve doğal olarak bu durum, çizdiğim karaktere de yansıdı.

Eğer bir şansın olsaydı; şimdiki Ersin olarak, 20'li yaşlarındaki Ersin'e neler söylemek isterdin?

EK: Kesinlikle "Çok ağlama!" derdim! Hayat, insanı bir şekilde bir yerlere götürüyor. Eskiden ağladıklarıma, şimdi gülüyorum.

Mizah dergileri; vapur, dolmuş, otobüs dergileridir. Bir yerlerde köşeni okuyanlara rastlayınca ne hissediyorsun?

EK: Yıllar geçmesine rağmen, hâlâ benim köşemi okuyan birilerini görünce heyecanlanıyorum. Düşünsenize; vapurda birinin yanına oturuyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki elinde sizin emek verdiğiniz dergi var. Hâliyle, hemen göz ucuyla hangi köşeyi okuduğuna bakıyorum. Eğer şans eseri benim köşemi okuyorsa, gülüp gülmeyeceğini de merak ediyorum. Bazıları, benim köşeme dönüp bakmıyor bile; bazılarıysa, direkt olarak benim sayfamı açıyor. İşte, o anda hissettiğim mutluluğu anlatmanın bir yolu yok. Tarifsiz...

Dergide bir günün nasıl geçiyor?

Köşemi, son bir yıldır evde çiziyorum. Çünkü ofisimizde, bir türlü sigara yasağını uygulayamadık. Bu nedenle ben de, sigara içmediğim için, çizimlerimi evde yapıyorum. Ofise ise, yalnızca gündem sayfasının toplantıları yapmak ve sayfanın çinisini halletmek için gidiyorum.

Çizerler hep erkek erkeğe mi takılır? Bu sektörde çok fazla kadın çizer yok gibi görünüyor da…

EK: Mizah sektörü, erkek egemen bir sektör. İnanın, biz de bu durumdan son derece rahatsızız. Toplumsal sebeplerden dolayı mı, ya da çizerliğin erkek işi gibi algılanmasından mı bilemiyorum ama gerçektende çok az kadın çizer var. Bu yüzden de ister istemez, aramızda hep erkek muhabbeti dönüyor. Hepimiz, benzer çocukluklara, benzer karakterlere, benzer hayatlara sahibiz. Dolayısıyla konuştuğumuz şeyler, hep kendi hayatlarımıza yönelik oluyor. Ama öyle sürekli kadınlardan bahsediyor falan da değiliz tabii ki.

Çizerlerin içe dönük olduğu düşünülür. Ya sen; gerçekten öyle misin?

EK: Ben de öyle düşünüyordum; ancak aramızda, fazlasıyla sosyal olanlarımız da yok değil. Ama dediğim gibi, genellikle, hepimizin benzer geçmişleri var. Özellikle ergenlik dönemlerimiz, birebir aynı diyebilirim. Bu dönemlerdeki; içedönük hâlimizi, korkularımızı ve yaşadıklarımızı kâğıda döktüğümüzde, birbirimize ne kadar benzediğimizde ortaya çıkıyor zaten. Seni bu kadar popüler kılan şey nedir? Samimiyetin mi, çizgilerin mi? EK: Çizgi, sadece duyguları anlatmaya yarayan bir araçtır. İçinde duygu olmayan çizgi, ne kadar iyi olursa olsun, size hiçbir şey hissettirmez. Karikatürlerde de, çizgi öykülerde de paylaşacağın iyi bir hikâyen yoksa; o çizdiğin şey, pek de işe yaramaz. Asıl önemli olan, karşı tarafın seninle empati kurmasıdır. Okuyucu kendisini senin yerine koyabiliyorsa, o öykü olmuş demektir.

Çoğu insanın "Aynı ben." Dediği bir adam olmak senin için nasıl bir duygu?

EK: Bunu o kadar çok insandan duyuyorum ki, artık kimseye "Hadi canım!" diyemiyorum. Aslında öykülerimi çizerken, "Acaba kendilerini benim yerime koyarlar mı?" gibi bir düşüncem olmuyor. Anlattığım şeyler o kadar ortak ki; ister istemez, sizin gençliğinizle, çocukluğunuzla bir bağ kuruyorum. Çok kişisel şeyler de çizdiğim oluyor ama çoğu zaman, birçok insanın hayatındaki hikâyelere ortak oluyorum.

Herkesin saklamaya çalıştığı anlarını köşeye taşımak, cesaret isteyen bir iş. Hiç çizdiğin bir şeyden pişmanlık duyduğun oldu mu?

EK: Elbette oldu. Özellikle, "Sandık İçi"ni çizmeye başladığım ilk zamanlarda, babam hakkında çok fazla şey yazıp çizmiştim. O günlere dönüp bakınca, ailesiyle çok da barışık olmayan bir Ersin görebilirsiniz. Çılgınca bir ergenlik hâlindeymişim, babam bana bir şey söylemiş ve ben de ona sinirlenip tüm hırsımı çizgilerden çıkarmışım. Dönüp bakınca, çizdiğim o şeylerin gereksiz olduğunu anlıyorum.

İkinci kitapta, ailenin gönlünü almışsın ama. Ne de olsa birçok sayfada, anne ve babanla ilgili oldukça güzel hikâyeler var.

EK: Galiba yaş ilerledikçe, insan anne ve babasına benzemeye ve dolayısıyla da empati kurmaya başlıyor. Şimdi babamla arkadaş gibi takılıyor, birlikte sergileri geziyor, oldukça keyifli vakit geçiriyoruz. Bahadır Boysal, kendini hepfazla yakışıklı çizerdi. Sen de kendini özellikle çirkin çizmeye çalışıyorsun gibi bir durum var sanki ortada.

EK: Eskiden, bunu bilinçli yapıyordum; ama sonrasında, o durum, bir tipe dönüştü. Artık kendimi, özellikle çirkinleştirmeye çalışmıyorum. Yalnızca, duygularımı yansıtmaya çalışıyorum. Diğer bir deyişle, eğer o gün kendimi iyi hissediyorsam, süper yakışıklı bir adam çıkıyor ortaya; kötü hissediyorsam ise, göbekli, iki büklüm bir tip... Gerçek hayatta, hepimiz öyle değil miyizdir zaten? İyi hissettiğimizde, bizden güzeli yoktur; kötü bir anımızdaysak ise, aynaya bile bakmayız.

Sokakta görüp de çizmeye karar verdiğin en son olay nedir?

EK: Sokakta, iki genç kızın oyununa gelmiştim. En son, onu çizdim. İstiklal Caddesi'nde yürürken iki genç kız yanıma yanaştı. Biri, "Pardon, seni öpebilir miyim?" diye sordu. Ben de bu genç kızın bizim okurlardan biri olduğunu düşünerek, isteğini kabul ettim ve yanağımı uzattım. Oysa karşımdaki kız, dudağını uzatmış, benim onu öpmemi bekliyordu. Tabii bir an için şaşırdım ve ne yapacağımı bilemeyip geri çekildim. Bu durum karşısında, kızların tepkisi, "Bu da amma havalıymış!" oldu. Meğerse kızlar, kendilerini, karşılarına çıkan ilk erkeğe öptürebileceklerine dair bir iddiaya girmiş. İddianın kurbanı olarak da, piyangodan ben çıkmışım. Bu hikâyeyi köşeme taşımıştım.

Kız arkadaşın var mı?

EK: Evet.

Peki, seni kadın hayranlarından kıskanıyor mu?

EK: İlk başlarda, biraz kıskanmıştı; fakat şimdilerde, bu durumu daha anlayışla karşılıyor. Zaten mizah çizerlerinin hayranları çok tadımlık oluyor. Hiçbirimiz, bir televizyon tipi değiliz. Sizin anlayacağınız, öyle sanıldığı gibi dört bir yanımız kadınlarla çevrili falan değil.

Bu işe bulaşmaya karar verenlere ne önerirsin?

EK: Bu işe başlamaya karar veren herkes, bir şekilde bizlere özenerek bu kararı alıyor. Fakat çizerlik, kesinlikle, zannedildiği gibi kolay bir iş değil. Hayatın her alanında farklı bilgi birikimine sahibi olmak ve kendini geliştirmek, bu meslekte başarılı olmak için çok önemli bir faktördür. Çünkü belli bir donanım sahibi olmak, çizgiye de yansıyor. Bize gelen amatör arkadaşların en büyük hatası, yaptıkları işi bir süre sonra küçümsüyor olmalarıdır. Oysa çizgi, her zaman bir araçtır.Onlara önerim, ilk olarak her anlamda dolu birer birey olmak için çaba sarf etmeleri... Sonrası, zamanla mutlaka gelecektir.