Bloomsbury ve ötesi
MODA

Bloomsbury ve ötesi

Juliet Nicolson, Harper’s Bazaar’ın 150 senelik edebi geleneğini büyükannesi Vita Sackville-West ile yakın arkadaşı yazar Virginia Woolf’un dergide yer alan yazılarını anımsayarak kutluyor.

GÜNCELLEME TARİHİ: 7 Temmuz 2017

Fotoğraflar: Harry Cory Wright

Amerikan ekonomisinin en talihsiz dönemlerinden olan Büyük Depresyon'un yarattığı melankolinin dağılmaya başladığı 1931 yılında, Harper's Bazaar İngiltere, Ekim sayısı için kırmızı, gri ve beyazın en parlak halleriyle dolu, grafik bir kapakla piyasaya çıkmıştı. Bir yazar olarak bu makale için bana dünyanın en eski moda dergisinin 20'li ve 30'lu yıllardaki arşivleri arasında tura çıkmam teklif edildiğinde, kendimi tersinden bir öğle yemeği yiyormuş gibi hissettim: Çünkü araştırma sürecinin verdiği krem karamele benzeyen haz önce, yazmanın kuru bir bifteğe benzeyen stresi ise sonra geldi. Parıl parıl parlayan sayfaların kokularını, art deco çizimlerin dramatik etkilerini koruduğu sayfalar geçmişi dokunulabilir kılıyor, pek az kitabın tattırabileceği yenilik duygusunu vermeyi hala başarıyordu.

Ama hepsinden öte, o zaman ve hala Bazaar okuyucusunun sanatsal, entelektüel ve duygusal yönlerini derinleştiren tavrı bakiydi. Her resim altında, kıyafetlerin kesim ve kumaşlarının anlatımında, okuyucuda uyanacak duygular dikkate alınmış; dergideki her köşe yazısında ve hatta onlara eşlik eden reklamlarda dahi aynı hatasız hassasiyet gösterilmişti. Ocak 1937 sayısında mesela, Vionnet'den uzun bir kaban, 'yıldız çiçeği kadifesi, koyu bir yakut taşı gibi, antik döneminde heykelleri kadar heykelsi' gibi edebi bir dille ifade edilmişti. Edebiyata karşı duyarlılık, Bazaar'ın tüm sayılarında net olarak görülebiliyor; maskara hakkında çıkan lirik bir makalede 'siyah bir vizyon' cümlesiyle Hamlet'e selam ediliyordu.

Kelimelere duyulan aşk, bu sayfaları daima aydınlattı. Harper's Bazaar'ın edebi mirası 150 yıl öncesine, Charles Dickens, Anthony Trollope, Thomas Hardy ve Henry James gibi dev yazarların dergiye katkıda bulunduğu yıllara kadar gidiyor. Henüz ilk günlerinden beri Bazaar, kullandığı kelimeler ve önerdiği stille, moda ile sanat arasındaki sınırların yok olmasına destek verdi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın arasındaki dönemde sayfalarına yine modern yazarlığın göz alıcı versiyonları hakimdi.


İngiliz sanat hayatında önemli bir yere sahip olan Bloomsbury Group sanatçılarının, yazarlarının, düşünürlerinin, gezginlerinin, aşıklarının ve dostlarının eserleri de Bazaar'ın sayfalarını yüceltti. Büyükannem Vita Sackville-West'in Bazaar için yazdığı hikayelerden birine denk gelmek, beni bu uzunboylu, hiç de büyükanneyi andırmayan figürün şehrin tarlalarında yürüdüğü, benimse ona yetişmek için arkasından koştuğum çocukluk anılarıma götürdü.

Arşivlerde gezerken bu sayede onun yedi yaşımdan beri duymadığım, inkar edilemez denli derin, dumanlı, tanıdık ve aristokrat sesi kulaklarımda yeniden çınladı. Yakın arkadaşları ve uzun evlilikleri boyunca büyükbabam Harold'un hayran olduğu mizah anlayışı da öyle.

Büyükannemin Bazaar için kaleme aldığı öykülerde, karmaşık cinsel yaşamının getirdiği çelişkili durumlar ve içe kapanıklığa duyduğu meyil net olarak görülebiliyor. Liberty (Ekim, 1930) adlı öyküsünde şair kocası Roy'dan cinsel manada çaldığı komşusu Mary Campbell ile gerçek hikayesi, evli bir kadının en yakın arkadaşının kocasıyla yaşadığı ilişkinin kurgusu arasında bir yerlerde saklanıyor. The Strange Adventure of Mr. Petherick ( Nisan, 1933) öyküsündeyse ana kahraman insanlardan yoksun Londra sokaklarında varoluşsal bir yürüyüşe çıkıyor. Buna zıt olarak, seyahat üzerine makalelerinde daha hafif, çenesi düşük ve çekici bir ton var. Bu, bahçıvanlık üzerine daha sonra yazacağı köşe yazılarındaki üslubu anımsatıyor. The Province of Burgundy'de ( 1930, Temmuz) ise bir markete girip 'noktalama işaretleriyle dolu mavi bir şişe' ile 'zeytin yeşili bir fitilli kadifeden kaban' istiyor. Her iki üründe de farklı bir hayvanın amblemi var.


Ama Bazaar'a 20. yüzyılda katkıda bulunan en baş döndürücü isim hiç şüphesiz ki büyükannem Vita'nın arkadaşı (bazen de sevgilisi) Virginia Woolf 'tu. Kelimeleri, hayatının tüm alanlarına dair bize bilgi veriyordu: 1917'de kocası Leonard Woolf ile Hogarth Yayıncılığı kurmuşlardı. Bu, EM Forster ve TS Eliot'un eserlerini basan yayıneviydi aynı zamanda. 30'larda Virginia, Dalgalar (1931) ve Yıllar (1937) ile en önemli romanlarından ikisini yayınladı. Woolf 'un, efsanevi Man Ray tarafından çekilen ve Bazaar'ın 1937 Ocak sayısında yayınlanan fotoğrafı, Yıllar'ın piyasaya çıkışını kutluyordu. Aynı 10 sene boyunca Woolf, Bazaar'la kısa öykü serileri yazmak üzere anlaştı. Aralarında kimlik meselesine gerçeküstü bir yerden bakan In The Looking Glass, bir sene önce İspanya İç Savaşı'nda kaybettiği yeğeni Julian Bell'in yasını tuttuğu The Shooting Party, yozlaşmayı konu aldığı Düşes ile Kuyumcu gibi öykülerin olduğu Bazaar yıllarındaki belki de en önemli eseri ise Lappin and Lapinova idi. Klostrofobik ve cinsel olarak sıra dışı biçimde varolan bir aşkın anlatıldığı bu eserde, Virginia'nın eşi Leonard ile girdiği rol oyunları da saklıydı. Aynı hikayede yazarın, bir evliliğin içine sıkışıp kalmakla ilgili korkuları, kız kardeşi Vanessa'ya yazdığı mektupta söylediği gibi, 'lanet olası bir köleliğe' indirgenmekle ilgili çekincelerin izini sürebiliyordunuz.

Virginia'nın eserlerinin bir moda dergisinde yayınlanması konusunda istekli oluşu, aslında göründüğü kadar şaşırtıcı değil. Hayatın, özellikle de giysilerin gündelik, sıradan detaylarına duyduğu hayranlık, onun sadece beyni için yaşayıp; görünüşünü umursamadığı varsayımıyla çelişiyor. Lady Chatterley filminde savunma avukatını canlandıran ve şu an 102 yaşındaki Jeremy Hutchinson QC, bugün muhtemelen Virginia'nın stiline dair anıları ilk elden hatırlayan tek insan; "En basit söylemle, Virginia sürekli parlayan bir kadındı.

Şöyle söyleyebilirim ki onun odadaki varlığı daima hırpani/ pasaklı gibi kelimelerin taban tabana zıttıydı." Virginia, dönemin aristokrat kadınlarını giydiren, ressam Roger Fry'ın markası Omega Workshops için 1913-1919 arasında gönüllü modellik de yaptı. Mektup, günlük ve romanlarındaki tüm anlatımlarında bir yer için uygunsuz giyinen kişi olma konusundaki stresini hep okuyucuyla paylaştı. 1928'de, büyükannem Vita'ya yazdığı mektupta, bir partide takmak için satın aldığı şapkanın renklerinin yanlışlığından ve davetlilerden birinin ona 'trajik' gözlerle bakmasından duyduğu rahatsızlığı anlatıyordu. 'Ben bile benim için garip sayılırdım' diyerek mizah anlayışını da içeri sızdırıyordu. Virginia, büyükannem Vita'nın duygusal ve cinsel ikileminden büyülenmeye daima devam etti. Ve bu, onun stil sahibi bireyselliğine ve dışa dönük özgüvenine duyduğu hayranlıkla birleşip ilginç bir harman oldu. Vita'nın imzası haline gelmiş ipek bluzu, incileri, fitilli kadife etekleri ve yüksek, bağcıklı botlarla tamamladığı, yumuşak bir feminenliğin ifadesi olan kombinleri o yılların erkek egemenliğine karşı hoş bir duruştu. Yine Vita, Woolf 'un başyapıtı Orlando (1928) için gizli bir ilham kaynağıydı. Orlando'da, 400 sene süresince kitabın kadın/erkek başkahramanın stil ve cinsellik anlamındaki akışkanlığı anlatılıyordu. Tıpkı Bloomsbury Group gibi: Zaten dönemin cinsel, politik ve sosyal sınırları reddetme konusunda öncüleri de onlardı...

İkinci Dünya Savaşı öncesinde değişim, çelişki, androjenlik, feminizm, dışa vurumculuk, iyimserlik ve yaklaşmakta olan savaşın korkusu ile geçen 10 yıl yazarları sınırları zorlama konusunda cesaretlendirmişti. Vita'nın eşi, büyükbabam Harold Nicolson'ın Bazaar için yazdığı makalelerde dışa dönük, esprili, hem zamanının içinde hem de ötesinde olmayı başaran bir üslup vardı. Edebi yönü olan bir moda dergisinde yazmak, büyükbabama evlilikten paraya, lüks yaşamdan alkole, ikiyüzlülükten hizmetçilere, pek çok alternatif konu hakkında fikir beyan edebilme fırsatı vermişti.


Bazaar'ın sayfalarından geçen diğer ünlü ve özgün kalemleri düşünelim: Frank Swinnerton'un eleştirileri, Vita'nın kuzeni Margaret Sackville'in şiirleri, EM Forster'ın makaleleri, Evelyn Waugh ve Nancy Mitford'un kısa öyküleri bunlardan sadece bazıları. Charlie Chaplin'in sevgilisi ve Winston Churchill'in kuzeni Claire Sheridan'ın Meksika ve Kuzey Afrika'ya yaptığı seyahatlerin, 'kelebeklerin yarasalar kadar büyük olduğunu' yazdığı, 11 yaşındaki oğluyla Atlas Dağları'na çıktığı gezilerin de Bazaar sayfalarındaki yerlerini unutmayalım.

Bazaar'da sadece böyle edebi metinler değil; dönemin entelektüellerinin nerede akşam yemeği yediği gibi magazin yazıları da vardı elbet. 1929'da, Covent Garden'daki Boulestin adlı restoranda Lytton Strachey ile Maynard Keyneses'i gözden uzak bir masada görebilir, Woolf ve Nicolson ailelerini sohbet ederken bulabilirdiniz. JM Barrie, 'pembe kremanın içindeki pembe yapraklar' gibi görünen karideslerini yerken HG Wells ile sohbet ediyor olabilirdi. Thomas Hardy'nin eski eşi yalnız başına sessizce yemek yerken; Bazaar'ın köşe yazarı, masaların 1869 tarihli şişelerle dolu olduğunu not düşmüştü. 'Bright Young People' olarak bilinen gençlik akımıyla ünlü Savrani restoranda insanlar Tuna Nehri'nden tutulmuş barbun balıklarını yiyordu.

Ama karanlık ve çelişki dönem, ülkenin üzerine çöktüğünde Bloomsbury'nin kalbi, bundan en çok etkilenen yerlerden biri oldu. İspanya İç Savaşı'nda Woolf 'un yeğeni Julian Bell'in öldüğü haberi geldi önce. Bundan dört sene sonra da en dramatik olaylardan biri olarak Virginia Woolf 'un intiharı her yerde yankılandı. Yazarın 1940 ve 1941 yıllarında tuttuğu günlüklerden notlar, ancak 1953'te Kraliçe II. Elizabeth'in taç giyme töreninden sonra Bazaar'da yayımlanabildi. Dünya, umutların yeniden yeşerdiği bir döneme girse de Virginia'nın satırlarındaki dokunaklı tavır değişmiyor; gerçekliği detaylarıyla anlattığı, çok sevdiği Londra'sının sonsuza kadar değiştiğini hayal ettiği satırların geçerliliği hiçbir yere gitmiyordu.

Bloomsbury'ye olan hayranlığımız da hiçbir zaman azalmadı. Sussex'in dağlarına, köylerine, kırsalına aşık olan sanatçıların radikal eserlerine verilen ad olan Sussex modernizminin etkileri hala sürerken grubun bu bölgede bulunan Charleston'daki evleri, bugün hala sanat ve edebiyatın merkezlerinden biri. Bazaar İngiltere de aynı biçimde, üzerinde yükseldiği bu edebi mirası, Charleston'da her sene düzenlenen bu kültür festivaline dahil olarak ve hatta 150. yaşını burada kutlayarak korudu...