Büyük üstat: Karl Lagerfeld!
MODA

Büyük üstat: Karl Lagerfeld!

Geçtiğimiz 35 yılda Karl Lagerfeld, Chanel modaevine yeniden hayat verirken, kurucusunun vizyonuna olan sadakatini de asla yitirmedi.

GÜNCELLEME TARİHİ: 22 Ekim 2018

Yazar Justine Picardie ile yaptığı bu sohbette, tasarımcının 1950'ler Paris'indeki couture eğitiminin ilk yıllarına gidiyor, eski elbiselere duyduğu nefretin sebebini öğreniyor, disiplinli Alman annesi ile olan ilişkisine tanıklık ediyoruz.

Kendisiyle tanışmamdan bu yana geçen yirmi senede, Karl Lagerfeld geçmişinin detayları ya da geleceğe dair planları hakkında konuşmaktan daima imtina etti. Bir keresinde, "Hayatımda ne büyük pişmanlıklarım ne de keşkelerim var" demişti. "Geçmiş söz konusu olduğunda hafıza kaybı yaşıyorum." Bir defasında da şöyle dediğini hatırlıyorum; "Yapacağım en son şey kendimi tarif etmek. Zira yarın bugün olduğum kişinin tam tersi olabilirim."

Lagerfeld böyle söylese de bunca yıl içinde benim gördüğüm hep aynı kişiydi: Zeki, sezgileri kuvvetli, bıçak kadar keskin dilli, yine de çoğu zaman şaşırtıcı derecede kibar. Fakat şayet kendisinin tercih ettiği gibi "tanımsız" biri olduğunu kabul edersek; onu tarif etmenin en akıllıca yolu, Rue Cambon'daki Chanel stüdyosunda gerçekleştirdiğimiz son buluşmamızı anlatmak olur.


Chanel Sonbahar/Kış 2018 defilesi

Stüdyonun alışılmadık derecede sessiz olduğu bir Cuma akşamı, iki büyük defile arasındaki kısa zaman diliminde (bir önceki ay gördüğüm melankolik Sonbahar/ Kış 2018 koleksiyonu ve tasarımcının son hazırlıklarını o gün tamamladığı neşeli Cruise sunumu) buluştuk.

Tek bir detay haricinde Lagerfeld her zamanki gibiydi; yüksek yakalı beyaz gömleği, simsiyah jean'i, özel dikim siyah ceketi ve yeni taranıp pudralanmış beyaz saçlarıyla alabildiğine görkemli... Tek fark, monokrom üniformasına yumuşaklık kazandıran gümüş rengi sakallarıydı. Bu ufak detay ona öylesine kibar bir hava kazandırmıştı ki, kendimi sakalına dokunmaktan zor alıkoydum!

Merakıma yenik düşerek sordum; Acaba çok sevgili kedisi Choupette, kendi tüyleriyle aynı renk olan bu sakallardan hoşlanıyor muydu? Cevabı, "Evet!" oldu. "Sevmediği ve öfkelendiği tek bir şey var; gece ona arkamı dönerek uyumam." Tahmin ettiğiniz gibi birbirlerine çok yakın olan Choupette ve Karl, beyaz keten çarşaflar ve antika dantellerle çevrili yatakta birlikte uyuyorlar. "Karnı acıktığında uyanıp mutfağa gider ve eğer yemeğini orada bulamazsa gelip üzerime atlar, hemen beni uyandırır. Bazen de gecenin bir yarısı oyun oynamak ister. Etrafımda koşmaya başlar ve kaşmir battaniyeye küçük dişlerini geçirerek beni ısırır."

"Birbirinize gittikçe daha çok benzeyeceksiniz" diyorum. Yaptığım yoruma katılarak, "Evet, yaşlı bir çift gibi..." diyor ve iPhone'undan Choupette'in fotoğraflarını gülümseyerek bana gösteriyor. "O tıpkı duygusal bir insan gibi... Ayrıca çok da eğlenceli. Örneğin gazete okuduğumda yanıma gelip benimle birlikte okuyor. Yemeğini masada yiyor. Eğer yemeğini yere koyarsam kesinlikle dokunmuyor. Öyle insani ki... Bazen onun annemin reenkarnasyonu olduğunu düşünüyorum."

Karl'ın annesi Elisabeth her zaman ilgimi çeken, hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğim bir kişilik oldu. Ancak o, özellikle çocukluk yıllarından bahsetmekten pek hoşlanmaz. Yine de bugün her zamankinden daha açık sözlü. Zengin bir Alman iş adamı olan Otto Lagerfeld'in ikinci karısı Elisabeth, tek oğlu Karl'ın üzerinde güçlü bir otoriteye sahipmiş. Karl annesinden "mükemmel" olarak bahsetse de, çocukluğuna dair anıları biraz dehşet verici: Piyano kapağını oğlu piyano çalarken parmaklarının üzerine kapatması, daha az gürültülü olduğu için resim çizmesini emretmesi, her fırsatta oğluyla alay etmesi (ellerinin çirkin, burun deliklerinin çok geniş, saçının tuhaf durduğunu söylemesi)... Elisabeth üzerinde öyle etkili bir otorite kurmuş ki, Karl bugün bile annesini kızdıran ellerini saklamak için toplum içinde parmaksız eldivenler takıyor. Tüm bunlara rağmen annesi tek bir konuda ona tamamen güvenmiş: Her koşulda kendi başının çaresine bakabilecek olmasına... Sıkı disiplin sahibi Karl bu özelliği sayesinde kariyerinde sağlam adımlar atmış ve çağdaşı olan diğer tasarımcılardan çok daha uzun süreli bir başarı yakalamış.

İlk gençlik yıllarında Karl, Almanya'daki evinden ayrılarak Paris'te eğitim almak istemiş. "İnsanlar anneme, 'Oraya giderse kaybolur' demişler. Annemin yanıtı ise şu olmuş: 'Yolunu kaybeden insanlar olabilir ancak oğlum kesinlikle onlardan biri değil." Annesinin bu konuda haklı çıktığı ortada. İlk asistanlık işine Balmain modaevinde başlayan Karl, ardından 1954 yılında International Wool Secretariat sponsorluğunda düzenlenen moda yarışmasında palto tasarımıyla ödül kazanmış. (Aynı yıl ödül kazanan Saint Laurent ile arkadaşlıkları da bu dönemde başlamış.)

Karl'a Pierre Balmain'in nasıl biri olduğunu sorduğumda; "Karmaşık, snob fakat buna rağmen iyi biriydi. Onu çalışırken izlemeyi severdim" diyor.

Çıraklık zamanları, illüstrasyona olan özel yeteneğinin ortaya çıkıp geliştiği dönem. "Aslında bunu dünyanın en sıkıcı yoluyla öğrendim. Balmain'de fotokopi makinesi yoktu, dolayısıyla her elbisenin taslak çizimini yapmak zorundaydık. Koleksiyon çıktıktan sonraki üç hafta boyunca aramızdan biri sabaha karşı ikiye dek çalışır, çizim yapardı ve bu çizimler müşterilere yollanırdı. Çizimlerimde hâlâ her teknik detayı görebilmenizin asıl sebebi işte budur."

Bu illüstrasyonlar günümüzde Karl'ın Fendi, Chanel ve kendi ismini taşıyan markasındaki (sonuncusunu, "markadan çok benim bir karikatürüm gibi" sözleriyle tanımlıyor) tasarımlarının temelini oluşturmayı sürdürüyor.

Karl'a, çizdiği skeçlerin eski tarz elbiseleri anımsattığını söylüyorum. "Eski elbiselerden nefret ederim" diyor ve vintage bir parçaya baktığında, bunun dünyadaki en depresif şey olduğunu düşündüğünü söylüyor. Oysa kendisi her zaman ileri baksa da -bir sonraki defileye ve gelecekteki ilham kaynaklarına- geçmişin couture tasarım kodlarını, özellikle Gabriel Chanel'inkileri yorumlama konusunda da bir o kadar usta. Karl 1983 yılında Chanel'in kreatif direktörlüğünü üstlendiğinde marka, kurucusunun 1971'deki ölümünden bu yana çok az değişim geçirmişti ve bir arayış içerisindeydi. Onun dahiyane yöntemi, Coco'nun ikonik tasarımlarına; Küçük Siyah Elbise'ye, tüvit ceketlerine, incilerine tam dozunda yeni bir nefes katmak oldu. Bu kararı, markanın hiç olmadığı kadar büyük bir başarı elde etmesini sağladı. Öyle ki, Haziran ayında finansal rakamlarını yayınlayan şirket, 108 yıllık tarihinde ilk kez, 2017'deki toplam yıllık satışının 10 milyar dolara yakın olduğunu açıkladı (rakiplerini geride bırakarak bir önceki yıla oranla yüzde 11 artış elde etti).

Modadaki ustalığını olağan gösterip, üstün başarısını mütevazı bir tavırla yansıtsa da, Karl bulunduğu noktaya uzun ve zorlu bir eğitim sürecinden geçerek geldi. Balmain couture atölyesinde üç yıl çalıştıktan sonra Jean Patou'nun tarihi couture evine geçiş yaptı. "Orada geçirdiğim beş yılda kıyafetlerin tüm yapım sürecini eksiksiz şekilde öğrendim. 1920'lerin kadın terzileri hâlâ orada çalışıyorlardı, bana her şeyi öğrettiler."

Attığı bu sağlam temellerin ardından, başta Chloé olmak üzere diğer modaevleri için serbest çalışmaya başladı. Peşinden, 1965 yılında Fendi ile yaptığı ve günümüzde halen devam eden verimli işbirliği geldi. Beni şaşırtan sadece Karl'ın pek çok tasarımcıyı acımasızca öğüten bir sektörde bunca yıl sağlam adımlarla yoluna devam edebilmesi değil, aynı zamanda süregelen mükemmeliyetçiliği ve lüks markaların idealist müşterilerinin nelerden etkilenebileceğini sezgileriyle çözebilmesi. Bu profesyonelliğin çok ötesinde bir şey.

Karl, özel hayatının iş hayatına karışmasına asla izin vermeyen katıksız bir profesyonel olmakla birlikte, yıllar içinde işini hayatının merkezine oturttu. Choupette'i saymazsak; tasarlamak, çizmek, okumak ve hayal kurmaktan daha çok sevdiği bir şey yok ve tüm bunların birleşimi onun her daim büyüleyici koleksiyonlar yaratmasını sağladı.

Sohbetimiz sırasında bana kazandığı başarıda kaderin payı olduğunu gösteren bir hikaye anlatıyor: "Çok gençken gittiğim bir falcı bana şöyle demişti; Senin hayat hikayen garip. Başkalarınınki bittiğinde seninki başlıyor." Ama akabinde annesinin alaycı sesinin zihninde yankılandığını hissetmiş. "Artık yaşadığım şeyleri tekrar düşünme fırsatımın olduğu bir dönemdeyim. Çoğu şeyin yeterince iyi olmadığını düşünüyorum ve kendimi tembel görüyorum. Oysa aslında öyle değilim ve işimi gerçekten çok seviyorum. Ayrıca Chanel ve Fendi'nin de bağlı olduğu LVMH grubunda işimi en iyi şartlarda yapma şansına sahibim. Kimseyle toplantı yapmıyorum, kimse benden bir şey talep etmiyor, sadece ne istediğimi söylüyorum ve gerçekleşiyor.


Chanel Sonbahar/Kış 2018 defilesinden

Karl'ın LVMH başkanı ve CEO'su Bernard Arnault ile karşılıklı saygı ve takdire dayanan sıcak bir ilişkisi var. Chanel'in sahipleri Wertheimers ile de "aile gibi" diye tanımladığı bir dostluk ilişkisi kurmuş. İş ortamında ise birlikte çalıştığı kişilerle arasında uzun senelere dayalı sıkı bir bağ var: Chanel'in stüdyo direktörü Virginie Viard 30 yıldır onunla birlikte, Amanda Harlech 1996 yılında kreatif danışman olarak ekibe katıldı, kişisel asistanı Sebastien Jondeau 20 yıldır yanında ve daha birçok sadık çalışanı var. Ancak tüm güçlü dostlukları yanında Karl, Emily Dickinson şiirleri ve Colette'in romanları gibi eski favorileri ile yeni keşiflerinin bir arada bulunduğu devasa kitap koleksiyonu ile başbaşa zaman geçirmekten de büyük haz alıyor. "Geçenlerde Rilke'nin Paul Valéry tarafından çevrilen bir şiirine rastladım. Genellikle çeviri şiir okumayı sevmem ancak bu hiç de fena sayılmazdı."

Bu noktada ona katılarak bir yorumda bulunuyorum: Şiiri tercüme etmek adeta yeniden şiir yazmak gibi. Karl kesinlikle aynı fikirde olduğunu söylüyor; "Özellikle de Rilke gibi iyi olanları çevirebilmek..."

Şiir örneği, bir tasarımcı olarak Karl'ın Chanel'e özgü bir dil yaratması ile benzeşiyor. Onun tasarımları, tercümeden ziyade eşsiz birer şiir niteliğinde... 35 yıldır Chanel mirasını yeniden yorumlayan Karl, Gabrielle Chanel'e kıyasla çok daha uzun bir süredir markanın başında. İkinci Dünya Savaşı sebebiyle kariyerine ara vermek zorunda kalan Chanel, 1910'da kurduğu couture evini 1939'da kapatmış, 1954 yılında yeniden açmıştı.

"Bir Alman olarak, savaş sırasında Almanlar ile bir sorun yaşadığım söylenemez" diyor Karl. "Savaşın sonunu anımsıyorum ama beni etkileyen bir süreç değildi çünkü o dönem Danimarka sınırı yakınlarındaki bir kırsal bölgede yaşıyordum." Annesinin özgür düşünceli biri olduğunu ve Musevi kökenli Alman feminist yazar Hedwig Dohm'un eserleri ile tanışmasını ona borçlu olduğunu anlatarak devam ediyor hikayesine.

Babası ailesini Nazi Almanya'sından (Third Reich) olabildiğince uzak tutmak istemiş. Annesinin gözünde ise Hitler çirkin birinden ibaretmiş. "Onu sadece bir kez gördü ve çok çirkin olduğunu söyledi..." Karl, annesinin -sonradan Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels ile evlenen- Magda Goebbels ile aynı okula gittiğini de anlatıyor. "Okulun son senesinde hafta sonları Berlin'e gitme izinleri varmış. Magda, kendinden yaşça çok büyük ve zengin olan ilk eşi Günther Quandt ile bu tren yolculuklarından birinde tanışmış. Seyahatlerde ona eşlik eden annem bu konuyla hiçbir alakasının olmadığını söylerdi."


Lagerfeld, Bazaar'ın o dönemki genel yayın yönetmeni Carmel Snow ve Richard Avedon ile, 1958

Böylece ilk kez Karl'ın Alman çocukluğuna dair bir şeyler öğreniyorum ama her zamanki gibi anlatımı klasik bir sohbetin gidişatından çok uzak. Konu kapanıyor, ben de son Chanel Métiers d'Art koleksiyonunu ne kadar beğendiğimden bahsediyorum. Koleksiyon geçtiğimiz Aralık ayında, onun doğum yeri olan Hamburg'da tanıtıldı. Ancak Karl'ın şov için seçtiği ortam nostaljik olmaktan çok uzaktı; mimarlık şirketi Herzog & de Meuron tarafından tasarlanan yeni konser binası Elbphilharmonie, göz alıcı modernliğiyle tasarımların sergilendiği adres oldu. "Almanya'daki bazı kişiler bunu annemi onurlandırmak için yaptığımı söylediler. İşin aslı, kendisi Hamburg'dan nefret ederdi. Genç yaşta evlenen annem ve kız kardeşi, daha sonra kendilerinden yaşça büyük erkeklerle ikinci evliliklerini gerçekleştirdiler. Babam annemden 16 yaş büyüktü, eniştem (aynı zamanda vaftiz babam) ise teyzemden 30 yaş büyüktü ve dünyadaki en muhteşem adamdı. Aynı zamanda bana tokat atmış tek insandır. Sabahları çok erken kalktığı için her gün siesta yapardı; öğleden sonra bir saat uyur, ardından yürüyüşe çıkardı. Tatil dönemlerinde onları ziyarete giderdim. Bir gün yürüyüşü sırasında ona eşlik ettim. Freiligrath adlı sokağa vardık. 10 yaşındaydım ve, 'Freiligrath kim?' diye sordum. İşte, o zaman suratıma tokat attı ve eve dönene dek benimle konuşmadı. Kapıyı açtığında karşısında duran anneme, 'Elisabeth, oğlun da senin gibi kültürsüz biri' dedi. Freiligrath kimdi biliyor musunuz? 1848 Alman devriminin en önemli şairi."

Şok içerisinde bir çocuğun o yaşta bu bilgiden yoksun olabileceğini söylediğimde Karl omuz silkiyor, sonra ekliyor; "Eniştem 104 yıl yaşadı. Ağabeyi 106, kız kardeşi 103 ve annesi de 102 yaşına dek yaşadılar. Eniştem 1868'de doğdu, 1972'de öldü ve hiç hastalanmadı. Bu gerçekten mükemmel." Karl'ın onlardan çok daha uzun süre yaşamaya ve çalışmaya kararlı olduğu görülüyor.


Chanel Sonbahar/Kış 2018 defilesi

"Annenden hâlâ etkilendiğini düşünüyor musun?" diye soruyorum. "Belki..." diyor. "Bu kötü bir şey değil. O olsaydı şöyle derdi: 'Bana benziyorsun ama benim kadar iyi değilsin."

"Peki, annen kendini güzel bulur muydu?"

"Evet, kendini mükemmel biri olarak görürdü. Burnuma estetik yaptırmam gerektiğini çünkü kötü göründüğünü söylerdi. Deniz mavisi gözleri, mürekkep siyahı saçları vardı. Tüm Almanlar sarışındı ve siyah saçları sebebiyle annem bohem bir havaya sahipti. Kendi kız kardeşi sarışındı, benim kız kardeşimin sarıya dönük saçları vardı, üvey kardeşiminkileri (babasının ilk evliliğinden olan kızı) hatırlayamıyorum. Onlarla birlikte büyümedim çünkü benden yaşça çok büyüktüler ve yatılı okulda okuyorlardı. Üvey kız kardeşim beş defa evlendi. İlk eşi çok iyi bir insandı ancak diğerlerini hatırlamakta zorlanıyorum. Karl, üvey kız kardeşinin annesinin genç yaşta çocuk doğururken vefat ettiğini söylüyor. Babası ise 80'lerin sonuna dek yaşamını sürdürmüş. "Asla hasta olmazdı ve öldüğü esnada gazete okuyordu."

Konuşmasına ara verince hayaletler hakkında ne düşündüğünü soruyorum. "Onları severim!" diyor. "Rue de l'Université'de yaşadığım evde, Fransız Devrimi sırasında kaçmaya çalışırken öldürülen bir kadının hayaleti olduğundan bahsediliyordu. Ben hiç görmedim ancak annem ziyarete geldiğinde gördüğünü söyledi. Başka bir hayalet de yanında bir çocukla pencerede görülen bir adamdı. Söylenene göre adamın 23 çocuğu varmış. Bazen pencerede şık bir perukla belirirmiş.

Peki, bugünlerde birlikte yaşadığı hayaletler var mı? "Hiç şimdiki kadar mutlu hissettiğim bir dönem olmamıştı" diyor. "Quai Voltaire'de Choupette ile birlikte yaşıyorum."

"Yani artık hayaletler yok mu?"

"Yok. Fakat zamanında Ingres ünlü Madame Moitessier portresini avludaki diğer atölyemde resmetmiş." iPhone'unu çıkarıp, sanatçının 1856 yılında tamamladığı tablonun fotoğrafını gösteriyor ve Picasso'nun bir Ingres hayranı olduğunu, özellikle de bu eserini çok beğendiğini anlatıyor. "Bak" diyerek dikkatimi Madame Moitessier'nin aynaya yansıyan profiline yöneltiyor ve bunun Picasso çalışmalarının habercisi niteliğinde olduğunu söylüyor.


Karl Lagerfeld imzalı bir Coco Chanel çizimi

Karl, modayı sanatla, yarattığı tasarımları ise sanat eserleriyle kıyaslamıyor. Tıpkı Coco Chanel gibi o da modanın kısa ömürlü olduğu ve moda tasarımlarının müzeye ait olmadığı görüşünde. Buna rağmen, bence moda ile sanatın yolu kesişiyor ve birbirlerini kaçınılmaz şekilde yansıtıyorlar. Ve şüphe yok ki, Karl'ın her iki alandaki ileri görüşlü fikirleri, yaratıcı çizgisi ve geçmişteki sanatsal akımları yorumlama gücü günümüzün moda anlayışını şekillendiren önemli unsurlardan.

İki saatlik sohbetimiz, asistanı Sebastian'ın onu Choupette'in beklediği Quai Voltaire'deki evine götürmek üzere gelmesiyle son buluyor. Karl, her zamanki kibarlığıyla sohbetimizin ileriki zamanlarda devam etmesinden mutluluk duyacağını ifade ederek, "Görüşmek üzere" diyor ve hafifçe her iki yanağımdan öperek benimle vedalaşıyor.

"Sabırsızlanıyorum" diyorum ve bunu söylerken çok samimiyim. Arkasından el sallıyorum ve couture'ün komutanı, şıklık şövalyesi, biricik Karl Lagerfeld ile bir sonraki karşılaşmamızın hayalini kurmaya başlıyorum.