Urfa-Mardin'de Kiloya Dikkat Etmek Mümkün mü?
MODA HABER

Urfa-Mardin'de Kiloya Dikkat Etmek Mümkün mü?

GÜNCELLEME TARİHİ: 24 Ocak 2011

Bana gelen danışanlarımın bazıları, doğu ve güneydoğu Anadolu'ya iş veya gezi için gittiklerinde (özellikle Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin) yediklerine dikkat etmekte zorlandıklarını söylerlerdi. Tabii, hani atalarımız boş yere dememişler: 'Bekara karı boşamak kolay' diye Aynı hesap, ben de 'sadece kebap yiyin, diğer mezelere dokunmayın' diye tavsiyelerde bulunuyordum. Meğer ne boş tavsiyelermiş bunlar. Oralara gidince, öyle nazik nazik 'Yok, ben sadece kebap yiyeceğim' demekle olmuyormuş. Önünüze bir ordu nefis gözüken ve kokuları da bir o kadar harika olan yemekler konulunca, insanın nefsine hakim olması da bir o kadar zorlaşıyormuş. Ben de bunu Ekim 2010'da eşim ve büyük bir arkadaş grubuyla Mardin-Urfa gezisine gittiğimde anladım. (Yazının en sonunda yer alan resimlere bakmayı unutmayın sakın!)

Dört günlük seyahatimiz boyunca görsel ve tarih açısından gözlerimiz ve bilgi dağarcığımızın doyduğundan daha dazla sanırım midelerimiz doydu

Seyahate çıkmadan önce herkes bana 'Aman Didem, oralarda yemekler çok güzel oluyor, gitmeden birkaç kilo ver, öyle git, nasıl olsa oralarda yiyeceksiniz' dedi. Normalde yerken 'az yedim, çok yedim' diye düşünmeyen ben, tatile gitmeden önce daha çok yemek düşünmeye başladım. Şimdi ben size sakın 'şu anda sakın kırmızı bir kalp düşünmeyin' dedim. Eminim bir çoğunuz kırmızı kalp düşündü. Bundan dolayı bırakın daha az yemeyi, daha çok yemek istedim seyahate gitmeden önce. Bunu yazmamın sebebi, lütfen yemek ile ilgili üzerinize baskılar koymayın ters tepebilir. Akışta kalın sadece...














Dönelim seyahatimize: Perşembe sabahı Şanlıurfa'ya uçtuk. Fırat nehri üzerinde küçük bir tekne gezintisi sonrasında Duba restaurant'ta öğlen yemeği için oturduk. O ne masa öyle!!! Allahtan acıyla arama iyi olmadığından bir çok mezeye dokunma fırsatım olmadı. Tabii ki bu kadar mezenin yanı sıra bir de Urfa kebabı geldi. Yemekten sonra Urfa ve etrafını gezdikten sonra akşam otelimize geri döndük. Akşam yemeğimizi 'Sıra Gecesi' (Geleneksel olarak Urfa'da arkadaş gruplarının, özellikle kış aylarında, haftada bir olmak üzere bir araya geldikleri toplantılardır) eşliğinde yiyecektik. Yemekte sürekli daha önümüzdekiler bitmeden yenileri geliyordu.

Sabah açık büfe yöresel köy kahvaltımızdan sonra Harran'ı gezdik. Öğlen yemeğimiz için Cevahir Konukevi'ne gittik. Bir gece önceki menümüze benzer bir menümüz vardı. Gerçi 24 saat içinde üçüncü Urfa kebabımı yiyişim olduğundan artık kebap eski cazibesini ve heyacanını yitirmişti. Zaten kafamda da 'az yiyeceğim' diye bir düşünce yerine bu seyahatin her anlamıyla tadını çıkarmak vardı. Eskiden kilolu yıllarımda hep 'Şimdi yiyeyim akşam daha az yiyeceğim ya da yarın az yerim, ya da döndükten sonra hemen rejime gireceğim' düşüncesiyle tatillerimi geçirirdim. Şimdi ise akışta kendimi dinliyorum. Zaten vücudum durmam gereken yerde beni durduruyor. Eminim kilolu olanlarınız bu yazıyı okurken 'Nasıl yani? Nasıl böyle birşey olabilir? Ben 24 saat yiyebilirim ve vücudum hiç bana dur demez' diyebilir. Sizleri çok iyi anlıyorum. Ben de sizler gibi düşünüyordum. Bu bir süreç ve zamanla bazı taşlar yerine oturuyor, inanın bana.













Akşama Allahtan Mardin'e geçtik, çünkü daha fazla kebap yiyebileceğimi sanmıyordum. Cercis Murat Konağı'nda yemeğimizi geleneksel kına gecesi eşliğinde yedik. Bu yemekte en çok hoşuma giden mezelerin sunulduğu tabaklardı ve mezelerin ne anlama geldikleriydi. Ertesi günü hemen bakır tabağın aynısından kendime aldım. Masanın ortasında yer alan mezelerin içindeki nar aile bütünlüğünü, badem ağız tadını, üzüm bereketi, pekmez gösterilen her emeğin ve sabrın tatlıya bağlanmasını, pirinç üremeyi, ceviz zenginliği, çörekli ekmek iyi başlangıçları ifade etmekteydi. Tüm bu yiyecekler yenilmese bile bağ bozumu süresince her öğünde masaya konulup kaldırılıyordu.

Sabah açık büfe kahvaltımızdan sonra, öğlen Deyrul Zarafan Manastırı'nın bahçesinde Suriye'den gelen Süryani gelin tarafından özel olarak hazırlanmış menüyü yedik. Artık öğlen yemeğinden sonra 3 gün boyunca durmadan yemiş olmanın verdiği ağırlıkla daha fazla yemek bile düşünmek istemiyordum. Akşam odaya döndüğümüzde inanılmaz bir sancıyla oradan oraya odanın içinde yürüyordum. Murat'a da söyleniyordum 'Bir daha bu kadar çok yemeyeceğim' diye. Akşam bağ evindeki yemeğe gittiğimizde bir çatal bile yemek yiyemedim. Gece ateşim çıktı ve ertesi sabah 3 gündür kilitlenen bağırsaklarımın çalışmasıyla rahatladım.

İstanbul'a döndükten sonra eski tempo sağlıklı beslenme ve pilates ile normal günlerime geri döndüm. İnsanlar seyahatteyken bence yemeyi stres etmemeliler. Esasında eğer tatil dönüşü hemen dikkat etseler tatilde aldıkları kilolar üstlerine yapışmaz ve eski hallerine dönerler. Genelde insanların yaptıkları hata ' Battı balık yan gider' misali kendilerini koyvermeleri. Hayat bir denge, bazen çok yersiniz, bazen az ve dengelersiniz. Her zaman çok az yiyeceğim diye kasmaya gerek yok ama her zaman çok yiyeceğim de demeyin bir zahmet.