Aşk dediğin anlardan ibaret...
MODA HABER

Aşk dediğin anlardan ibaret...

GÜNCELLEME TARİHİ: 14 Şubat 2011

Onu bekliyor. Demin telefonda "yarım saate ordayım" demişti. Offf... Kaç kez camdan aşağı baktı, sokağa girerken arabasını görürüm belki diye... Televizyonu açtı... Tam haber bülteni saati. Birbirinden can sıkıcı görüntüler... Kapadı tekrar. En iyisi müzik dinlemekti galiba... Biraz Bossanova, Bebel Gilberto...Sakinleştirir beni diye düşündü... Ne de olsa içi içine sığmıyordu. Ah şu beklemek yok mu? Onu beklerken her dakika adeta bir gün gibi geliyor, bir türlü geçmek bilmiyordu. Beklemek de aşkın bir parçası olsa gerek diye düşündü... Hani Roland Barthes demişti ya:
"Âşık mıyım? Evet, beklediğime göre. Öteki asla beklemez. Bazı bazı beklemeyen kişiyi oynamak isterim; başka bir yerde oyalanmayı, geç gelmeyi denerim ama her zaman yenilirim bu oyunda; ne yaparsam yapayım boşuna, tam zamanında, hatta saatinden önce orada olurum. Âşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: Ben bekleyenim"*.

***
Aylardır yazışıyorlar... Sabahtan akşama kadar... Öyle ki kimi zaman onun cep telefonunda yaşayan bir canlı olduğunu düşünüyor... Bu ise ilk yemeğe çıkışları... Daha önce bir kez sinemaya gittiler...
Gece boyunca sürekli kıkırdıyor. Hani derler ya gülmekten kendini alamıyor, aynen öyle işte... Evet, bu adam onu çok güldürüyor... Sadece o da değil, konuşmaları adeta su gibi akıyor. Sonsuza kadar onunla vakit geçirebilirim diye düşünüyor. Gece ilerliyor. Arka planda çalan Yunan müziği susuyor. Derken, garson hesabı getiriyor. "Kasayı kapatıyoruz beyefendi" diyor ve hesabı uzatıyor. Restoran boşalmış, etrafta onlardan başka masa kalmamış... Saat onikiyi beş geçiyor. Serin bir İstanbul gecesinde iki sokak ötedeki arabaya yürüme vakti. Uzaklardan köpek havlamaları geliyor. Sokak karanlık... Evsiz bir amca kolisine yerleşmiş, yırtık bir battaniyenin altında ispirtosunu yudumluyor...Tuhaf, onun yanındayken hiç korkmuyor... Bu ufak tefek adam onu tüm kötülüklerden koruyacak koca bir dev sanki... Topuklarım arnavut kaldırımlarına sıkışmasa bari diye düşünüyor. O ise tam karşısında "gel hadi" diyor. Sonra ona doğru bir adım atıp elini tutuyor... Önce hafifçe, ürkek... Sonra sımsıkı, hiç bırakmayacakmış gibi... Kalbi çok hızlı çarpıyor bir an... Kulağında Cemal Süreyya:
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra herşey çıkıp geldi

Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne kodum kuralları
Herşey işte böyle oldu önce

***
Uçağı bu gece... Sadece bir hafta kalabildi İstanbul'da bu sefer... Onu sadece bir hafta görebildi... Haziran'a kadar bir ay Paris'te... Sonra dönecek İstanbul'a, temelli hem de...
Evde ikisi yalnız... Ayrılık vakti yaklaştıkça daha da bir sessizleşiyorlar. Oldum olası sevmez vedaları...
Onun en çok şu doğal, kolejli kız havasını seviyor... Bir de neşesini...Oyun çocuğu olmasını... Yaşı 32 olsa da ruhu 18'lerde besbelli. Eski fettan Fransız sevgililerinin yanında ne de masum...
Kalkıyor, taksiyi araması lazım... Durakla konuşurken, o da kalkıyor, karşısında usulca kırmızı paltosunu giyiyor...
Herzamanki gibi yine bu saatte taksi yokmuş durakta, yoldan çevirmesi gerekecek. Evden çıkmak üzere antreye geliyorlar, portmantoda asılı duran şapkayı görüyor... Uzanıp alıyor ve el çantasına koyuyor.
"Napıcaksın bakıyım şapkamı?" diyor kız gülümseyerek. "Senin beren var ya".
Sahi, onun aldığı gri bereyi ne çok taktı bu kış... "Şapkayı takmak için almıyorum. Herhalde kadın şapkası takacak değilim" diyor.
Kızın gözbebeklerinde soru işaretleri anlamaya çalışıyor.
"Şapkayı alıyorum, özledikçe seni koklamak için"...

*(Bir Aşk Söyleminden Parçalar).