İstanbul'a ilk taşındığımda, oturduğum sokağın hemen başında bulunan güzellik salonunun hayatımın en önemli merkezlerinden biri olacağını düşünememiştim elbette. Yani haftada bir günümü orada geçireceğimi biliyordum ama tıpkı emekli erkeklerin mahallenin kahvesine gittikleri rutinde bir çekim merkezi olabileceği hiç aklıma gelmemişti
Önceleri normal insanların gittikleri gibi gitmeye başladım oraya. Sonra sonra her geliş, geçişte " merhaba" demek için uğradığım bir yer haline geldi ve günümüz itibarıyla da neredeyse kendi evimde geçirdiğim ölçüde vakit geçirdiğim bir alan oldu benim için… İşin ilginç tarafı sadece benim için değil, sokakta oturan tüm kadınlar için de aynı şekilde bir anlamı olduğunu anlamam ise uzun sürmedi… 30- 65 yaş arası kadınlar için bir çeşit dernek gibi bir yerdi orası… Evet, resmen kendimize ait bir "mor çatımız" var ama ben dâhil tüm kadınlar aynı derecede şirret olduğumuz için bildiğimiz anlamdaki bir "mor çatıdan" bahsetmiyorum elbette. Duygusal anlamda destek merkezi gibi düşünün.
Yavaş yavaş tanıdım kadınların hepsini. Kimi eşinden ayrılmış, kimi henüz evlenmemiş, kiminin çok mutlu bir evliliği var, kimi sevgilisiyle beraber, bazısı da aşk acısı çekiyor… Kâğıda dökülmemiş, imzaya vurulmamış, sessiz bir anlaşma gereğince herkes herkesi içten bir şekilde dinliyor, herkes bir şekilde fikrini ortaya koyuyor ve o kapıdan çıkıldığı anda ise kimse kimsenin sırrını ifşa etmiyor… Yani az önce de dediğim gibi ciddi anlamda bir duygusal destek merkezi orası…
"Kocam evlilik yıldönümümüzü unuttu" diye dalıyor bazen bir tanesi içeriye ve içeride henüz koca yüzü görmemiş hem cinslerini görünce haline şükredip, çıkıyor dışarıya…
"Yalnızlıktan sıkıldım artık" diye zırlayan bir başkamızsa eve gidip, eşinin çamaşırını yıkayacak olanı görünce "aman yıkayacaksam illa bir çamaşır, kendiminkini yıkarım" diye ayrılıyor; yalnızlığını seve seve kabul edip.
Sevgilisi aramayan, çocuğu azıtan, yemeği yanan, kilo alan, kilo veren, işinden ayrılan, eşinden sıkılan soluğu orada alıyor…
İlişkilerle ilgili yazı yazan bir kadın olarak, orayı keşfettiğimde ne kadar sevindiğimi tahmin edebilirsiniz sanırım. Her yaş grubundan onlarca kadından, farklı farklı hikâyeler dinlemek nasıl bir mücevher anlatamam size… Elbette herkesin sırrı, o kapıların ardında kalıyor ama hayata ve ilişkilere bambaşka gözlerle bakmayı öğreniyorum orada… Kadınların ne kadar güçlü olduklarını görüyorum… Yaşadıkları onca derde rağmen nasıl dimdik ayakta kaldıklarını hayranlıkla izliyorum… Sadece "yazar" sıfatımla değil bir kadın olarak da onlardan aldıklarımla hayatta kalmayı öğreniyorum… 3 günlük ilişkilerle ilgili harcadığımız enerjilerin ya da yaşadığımız üzüntülerin nasıl da boş olduğunu anlıyorum.
Geçtiğimiz sene, yaklaşık 9 aydır beraber olduğum "adamdan" ayrıldığımda yaşadığım orta çaplı bunalımdan o kadınlardan biri çıkarttı mesela beni… Ben güya güçlü kadın ayaklarında, saçma bir ruh haliyle ortalarda gezerken; o muhteşem kadınlardan biri hiç beklemediği bir anda 10 senelik eşi tarafından terk edildi… "Terk edilmek" belki kaba bir tabir ama ortada hiçbir sorun olmadığı halde birden bire "ben artık hayatımı yalnız yaşamak istiyorum" diyerek evden ayrılan bir adamın eylemini ancak bu şekilde ifade edebiliyorum… Neyse… Tam o dönemlerde, o arkadaşımın duruşu ve tavrı beni inanılmaz etkiledi. Son derece asil ve gururlu bir şekilde karşıladı yaşadıklarını ve "Vardır her işte bir hayır" dedi; biz onu nasıl teselli ederiz diye düşünürken. İşte tam o anda utandım kendimden. Onun yaşadığıyla kendiminkini kıyaslayınca, sümük kıvamındaki ruh halimden ciddi anlamda utanç duydum. Hatta bunu kendisine söyledim "senin gücün bana da güç verdi ve nasıl yaşanması gerektiğini öğrettin bana" diye…
Verdiği cevap ise daha da muhteşemdi… "Organlarını bağışlamış olan bir insanın ölümü nasıl başkalarına can veriyorsa; benim evliliğimin ölümü de sana yeniden hayat verdi demek ki. Belki de bundaki hayır da buydu" dedi bana ve ona olan hayranlığımı daha da yükseltti…
Kısacası ben sokağımın kadınlarıyla besleniyorum… Kadın olmanın ne demek olduğunu öğreniyorum… Şimdiye kadar bildiğimi sandığım birçok şeyi yeniden öğreniyorum, gerçek halleriyle… Bundan bir sene önce ahkâm kestiğim konulara aslında ne kadar uzak olduğumu anlıyorum. Sadece kendi çevremle sınırlı tuttuğum "bilirkişiliğimi" yeniden eğitiyorum…
Zaten bu konudaki en büyük dersi de salonun sahibi arkadaşımın yardımcısı Seda'dan aldım itiraf etmek gerekirse… Henüz 15 yaşındaki Seda, bir gün bana "Pınar Abla, sen ilişkiler ilgili yazı yazıyorsun, değil mi?" diye sordu beni dikkatlice inceleyerek. Patavatsızlığı ile ünlü olan Seda'nın sorduğu sorunun altından iyi bir şey çıkmayacağını hemen anladım. Çünkü Seda bana daha önce de "Pınar Abla, senin kitaplarını alan var mı yaa?" demişti, kitaplarımın çok sattığını söylesem de bana inanmayacağını belli eden bir ifadeyle ve bana "senin gibi yazar mı olur" demek istemişti kendi dilinde… O yüzden de "ilişkilerle ilgili mi yazıyorsun" dediğinde de beni yine küçük çaplı bir depresyona sokacağını farkındaydım… Yine de cesaretimi toplayıp " Evet, ilişkilerle ilgili yazıyorum" dedim. Bir süre beni inceledikten sonra " Madem çok biliyorsun, niye hala yalnızsın da sevgilin yok senin" dedi. Salonda bulunan diğer tüm kadınlar soluklarını tutup, vereceğim cevabı beklediler. Yaklaşık bir dakika boyunca sessizliğimizi koruduktan sonra sanki biri, bir yerlerde bir düğmeye basmış gibi gülmeye başladık. Şimdiye kadar bana çoktan sorulmuş olması gereken en önemli soruyu 15 yaşındaki Seda sormuştu. Son derece de haklıydı açıkçası… Biraz kem küm ettikten sonra çocuğu aydınlatmanın sosyal bir sorumluluk olduğuna kanaat getirdim ve " Sana ne, Seda" dedim… Evet, Seda'yı aydınlatma konusunda egoma yenilmiş olsam da resmen aydınlandım o anda ve henüz hiçbir şey bilmediğimi kabul ettim…
Ben sokağımın kadınlarından; kadın olmayı, insan olmayı öğreniyorum… Ve çok mutluyum bana egolarımdan arınmayı öğrettikleri için; hayatın gerçekleriyle yüzleşmemi sağladıkları için…
Uzun zamandır yazmaya ara verdiğim ve çok özlediğim bu sayfaya, ayaklarım yere daha sağlam basarak döndüm artık…
Hep beraber yaşayarak ve paylaşarak öğrenelim aşkı, kadın olmayı, sevgiyi, gitmeyi, kalmayı, sevmeyi, dürüst olmayı, ayakta durmayı, güçlü olmayı ve hepsinden önemlisi dokunduğu hayatlarda iz bırakmayı başarmış insanlar olmayı…
Sevgilerimle…
Önceleri normal insanların gittikleri gibi gitmeye başladım oraya. Sonra sonra her geliş, geçişte " merhaba" demek için uğradığım bir yer haline geldi ve günümüz itibarıyla da neredeyse kendi evimde geçirdiğim ölçüde vakit geçirdiğim bir alan oldu benim için… İşin ilginç tarafı sadece benim için değil, sokakta oturan tüm kadınlar için de aynı şekilde bir anlamı olduğunu anlamam ise uzun sürmedi… 30- 65 yaş arası kadınlar için bir çeşit dernek gibi bir yerdi orası… Evet, resmen kendimize ait bir "mor çatımız" var ama ben dâhil tüm kadınlar aynı derecede şirret olduğumuz için bildiğimiz anlamdaki bir "mor çatıdan" bahsetmiyorum elbette. Duygusal anlamda destek merkezi gibi düşünün.
Yavaş yavaş tanıdım kadınların hepsini. Kimi eşinden ayrılmış, kimi henüz evlenmemiş, kiminin çok mutlu bir evliliği var, kimi sevgilisiyle beraber, bazısı da aşk acısı çekiyor… Kâğıda dökülmemiş, imzaya vurulmamış, sessiz bir anlaşma gereğince herkes herkesi içten bir şekilde dinliyor, herkes bir şekilde fikrini ortaya koyuyor ve o kapıdan çıkıldığı anda ise kimse kimsenin sırrını ifşa etmiyor… Yani az önce de dediğim gibi ciddi anlamda bir duygusal destek merkezi orası…
"Kocam evlilik yıldönümümüzü unuttu" diye dalıyor bazen bir tanesi içeriye ve içeride henüz koca yüzü görmemiş hem cinslerini görünce haline şükredip, çıkıyor dışarıya…
"Yalnızlıktan sıkıldım artık" diye zırlayan bir başkamızsa eve gidip, eşinin çamaşırını yıkayacak olanı görünce "aman yıkayacaksam illa bir çamaşır, kendiminkini yıkarım" diye ayrılıyor; yalnızlığını seve seve kabul edip.
Sevgilisi aramayan, çocuğu azıtan, yemeği yanan, kilo alan, kilo veren, işinden ayrılan, eşinden sıkılan soluğu orada alıyor…
İlişkilerle ilgili yazı yazan bir kadın olarak, orayı keşfettiğimde ne kadar sevindiğimi tahmin edebilirsiniz sanırım. Her yaş grubundan onlarca kadından, farklı farklı hikâyeler dinlemek nasıl bir mücevher anlatamam size… Elbette herkesin sırrı, o kapıların ardında kalıyor ama hayata ve ilişkilere bambaşka gözlerle bakmayı öğreniyorum orada… Kadınların ne kadar güçlü olduklarını görüyorum… Yaşadıkları onca derde rağmen nasıl dimdik ayakta kaldıklarını hayranlıkla izliyorum… Sadece "yazar" sıfatımla değil bir kadın olarak da onlardan aldıklarımla hayatta kalmayı öğreniyorum… 3 günlük ilişkilerle ilgili harcadığımız enerjilerin ya da yaşadığımız üzüntülerin nasıl da boş olduğunu anlıyorum.
Geçtiğimiz sene, yaklaşık 9 aydır beraber olduğum "adamdan" ayrıldığımda yaşadığım orta çaplı bunalımdan o kadınlardan biri çıkarttı mesela beni… Ben güya güçlü kadın ayaklarında, saçma bir ruh haliyle ortalarda gezerken; o muhteşem kadınlardan biri hiç beklemediği bir anda 10 senelik eşi tarafından terk edildi… "Terk edilmek" belki kaba bir tabir ama ortada hiçbir sorun olmadığı halde birden bire "ben artık hayatımı yalnız yaşamak istiyorum" diyerek evden ayrılan bir adamın eylemini ancak bu şekilde ifade edebiliyorum… Neyse… Tam o dönemlerde, o arkadaşımın duruşu ve tavrı beni inanılmaz etkiledi. Son derece asil ve gururlu bir şekilde karşıladı yaşadıklarını ve "Vardır her işte bir hayır" dedi; biz onu nasıl teselli ederiz diye düşünürken. İşte tam o anda utandım kendimden. Onun yaşadığıyla kendiminkini kıyaslayınca, sümük kıvamındaki ruh halimden ciddi anlamda utanç duydum. Hatta bunu kendisine söyledim "senin gücün bana da güç verdi ve nasıl yaşanması gerektiğini öğrettin bana" diye…
Verdiği cevap ise daha da muhteşemdi… "Organlarını bağışlamış olan bir insanın ölümü nasıl başkalarına can veriyorsa; benim evliliğimin ölümü de sana yeniden hayat verdi demek ki. Belki de bundaki hayır da buydu" dedi bana ve ona olan hayranlığımı daha da yükseltti…
Kısacası ben sokağımın kadınlarıyla besleniyorum… Kadın olmanın ne demek olduğunu öğreniyorum… Şimdiye kadar bildiğimi sandığım birçok şeyi yeniden öğreniyorum, gerçek halleriyle… Bundan bir sene önce ahkâm kestiğim konulara aslında ne kadar uzak olduğumu anlıyorum. Sadece kendi çevremle sınırlı tuttuğum "bilirkişiliğimi" yeniden eğitiyorum…
Zaten bu konudaki en büyük dersi de salonun sahibi arkadaşımın yardımcısı Seda'dan aldım itiraf etmek gerekirse… Henüz 15 yaşındaki Seda, bir gün bana "Pınar Abla, sen ilişkiler ilgili yazı yazıyorsun, değil mi?" diye sordu beni dikkatlice inceleyerek. Patavatsızlığı ile ünlü olan Seda'nın sorduğu sorunun altından iyi bir şey çıkmayacağını hemen anladım. Çünkü Seda bana daha önce de "Pınar Abla, senin kitaplarını alan var mı yaa?" demişti, kitaplarımın çok sattığını söylesem de bana inanmayacağını belli eden bir ifadeyle ve bana "senin gibi yazar mı olur" demek istemişti kendi dilinde… O yüzden de "ilişkilerle ilgili mi yazıyorsun" dediğinde de beni yine küçük çaplı bir depresyona sokacağını farkındaydım… Yine de cesaretimi toplayıp " Evet, ilişkilerle ilgili yazıyorum" dedim. Bir süre beni inceledikten sonra " Madem çok biliyorsun, niye hala yalnızsın da sevgilin yok senin" dedi. Salonda bulunan diğer tüm kadınlar soluklarını tutup, vereceğim cevabı beklediler. Yaklaşık bir dakika boyunca sessizliğimizi koruduktan sonra sanki biri, bir yerlerde bir düğmeye basmış gibi gülmeye başladık. Şimdiye kadar bana çoktan sorulmuş olması gereken en önemli soruyu 15 yaşındaki Seda sormuştu. Son derece de haklıydı açıkçası… Biraz kem küm ettikten sonra çocuğu aydınlatmanın sosyal bir sorumluluk olduğuna kanaat getirdim ve " Sana ne, Seda" dedim… Evet, Seda'yı aydınlatma konusunda egoma yenilmiş olsam da resmen aydınlandım o anda ve henüz hiçbir şey bilmediğimi kabul ettim…
Ben sokağımın kadınlarından; kadın olmayı, insan olmayı öğreniyorum… Ve çok mutluyum bana egolarımdan arınmayı öğrettikleri için; hayatın gerçekleriyle yüzleşmemi sağladıkları için…
Uzun zamandır yazmaya ara verdiğim ve çok özlediğim bu sayfaya, ayaklarım yere daha sağlam basarak döndüm artık…
Hep beraber yaşayarak ve paylaşarak öğrenelim aşkı, kadın olmayı, sevgiyi, gitmeyi, kalmayı, sevmeyi, dürüst olmayı, ayakta durmayı, güçlü olmayı ve hepsinden önemlisi dokunduğu hayatlarda iz bırakmayı başarmış insanlar olmayı…
Sevgilerimle…




