Bir düğün çok cenaze!
ÜNLÜ STİLİ

Bir düğün çok cenaze!

Türkiye’nin ilk zombi filmi, gösterime hazır! Arkadaşlarının düğününe gittikleri Büyük ada’da zombilerin saldırısına uğrayan bir grup gencin hikayesinia nlatan "Ada: Zombilerin Düğünü" iki genç sinema yazarının çektiği bir korku komedi. Geçen yaz Ada’da z

GÜNCELLEME TARİHİ: 3 Şubat 2010

Birlikte büyümüş ve küçük yaşta sinemanın büyüsüne kapılmış iki sıkı sinema izleyicisiydiler; hani şu iyi-kötü ayırmadan karşılarına çıkan her filmi büyük bir iştahla seyreden film manyaklarından. Yıllarca film izlediler,bu arada sinema tarihini de yalayıp yuttular ve zamanla filmler üzerine yazıp çizmeye başladılar. Çok geçmeden de Türkiye'nin en genç sinema yazarları olarak ün saldılar. Daha önce birlikte kısa filmler çekmişlerdi. Günün birinde ilk uzun metrajlarını çekmek için harekete geçmeye karar verdiler.Bu karar onları bir ayrım noktasına getiriyordu. Eğer sinema yapmakla ilgili düşlerini gerçekleştireceklerse bunca yıl emek verdikleri mesleklerine, en azından bir süreliğine veda etmek zorundaydılar.İşlerinden ayrıldılar, hazırlıklarını tamamladılar ve Türkiye'nin ilk zombi filmini çekmek üzere yola çıktılar. Bir çok aşamasına tanık olduğumuz, hatta kimi kabalalık sahnelerde figüran olarak setinde bulunduğumuz film, gösterime hazır. Hepimiz merak ve heyecanla ortaya çıkan sonucu bekliyoruz. İstedik ki, bugüne kadar mikrofon uzattıkları yönetmenlerin yerine bu kez mikrofonu birbirlerine uzatsınlar ve kendi hikayelerini kendileri anlatsınlar. Bizi kırmadılar ve sizler için ilk filmleri "Ada:Zombilerin Düğünü"nün yapım hikayesine odaklanan bir röportaj gerçekleştirdiler. İşte, Türkiye'nin ilk zombi filminin olağan dışı hikayesi…

M. Emir Eren: Tüm düzeninizi bozup bir zombi filmi çekmeye nasıl karar verdiniz? Herkesin bize en çok sorduğu soru bu galiba,değil mi? Sence neden böyle bir işe giriştik? Neden her ay yatan garanti maaşımızı, yemek kartlarımızı, on yıldır mesai harcadığımız mesleğimizi bırakıp sinemacılığa giriştik?

Talip Ertürk: Hem benim hem de senin medyadaki işlerimiz, genelinde sinema gazeteciliği dediğimiz iş, "sabah dokuz akşam beş mesaili" bir iş olmadığından, her an mesaisi süren bir iş alanı olduğundan, teknik olarak hem bir film çekip hem de bu mesleği yapmamız zaten pek mümkün değildi. Eğer mümkün olsaydı belki bir yandan çalışıp bir yandan da film çekmeyi deneyebilirdik, hem ekonomik durumumuz da hala yerli yerinde olurdu, ancak bu pek mümkün olmadı! Bir noktada bir karar vermemiz gerekti.

M.E.E: İşte o noktada aslında daha köklü bir karar da vermiş olduk.Özetle, teknik olarak zaten işleyişin bu şekilde olması gerekiyordu, yani tüm mesaimizi filme vermemiz lazımdı. Ama işlerimizden ayrılıp tüm zamanımızı bu filme vermeye karar verdiğimizde aynı zamanda artık sinemacılığın yapım alanında çalışmaya karar vermiş olduk hep birlikte. Yazar olarak içli dışlı olduğumuz sinema kültürüyle bu kez sinemacı olarak ilişki kuracaktık. Verdiğimiz karar biraz buydu. Filmin bir zombi filmi olması, durumumuzu daha ilginç hale getirmiş olabilir tabii…

T.E: Aslında işin daha enteresan olan ve üzerinde durmamız gereken tarafı bu olabilir, yani neden bir zombi filmi çekmeye giriştiğimiz.

M.E.E: Zombi filmi çekmemizin, mesleklerimizle çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Sonuçta sinema yazarı olarak, sinemanın kendine özgü türleriyle, alt türleriyle ilgilenmek, çoğu kişinin önemsemeyeceği filmlere dahi sevgi beslemek biraz meslek hastalığı sayılır. Hep söylüyoruz; bizim Zeki Demirkubuz filmlerinede, James Cameron'a da, Henri-Georges Clouzot'ya da, GeorgeA. Romero'ya da sevgimiz saygımız sonsuz ve eşit olabiliyor. Bazen biri diğerinin önüne geçiveriyor. Bazı bazı yanlarına yeni isimler geliyor ama çeşitlilik değişmiyor. Yılda en az 250-300 filmle haşır neşir olan insanın hastalığı bu, sinema yazarı hastalığı. Dolayısıyla, bir alt tür olarak zombi filmlerinin hayranı olabiliriz, ama bu hayatı boyunca sadece zombi filmi izleyen deliler olduğumuz anlamına gelmez. Bir sürü şeyin yanında zombi filmlerinide, genel olarak salgın filmlerini, kıyamet öykülerini de, bu türün mizah ağırlıklı örneklerini de seviyoruz. Ayrıca zombi filmi çekmek bizim için gerçekten de bir gençlik hayali bir yandan.

T.E: Bir de bu sürecin gelişimi var elbette. Özellikle "Shaun ofthe Dead", "28 Hafta Sonra", "Diary of the Dead" ve "Rec" sonrasında, malum sevgimizin katmerlendiğini söyleyebiliriz. Tam o sırada, festivaller ve film gösterimlerinde tanıştığımız kişilerle birlikte uzun metrajlı bir sinema filmi çekebileceğimize olan inancımız artmaya başlamıştı. O noktadan sonra ortaya bir film çıkarmak için tam bir buçuk yıl uğraştık.

M. E. E: Eli kalem tutan insanlar olarak senaryoyu yazmamızın kolay olduğu düşünülebilir.

T.E.: Senaryo yazmanın güzel cümle kurmakla, edebiyatla, yazı çizi işleriyle uzaktan yakından alakası olmadığını pek güzel bilmemize rağmen, yine de zorlandık oysa. Asıl sıkıntı, bugüne kadar izlediğimiz bir dolu filmin yazdığımız sahnelere sızmasına engel olmaya çalışmaktı galiba. Senaryoya ilk başladığımızda, prodüksiyon ve set gerçeği denen şeyden henüz pek uzakta olduğumuz için işin boyutları biraz farklıydı.

M.E.E.: Sonra yazdıklarımızın bir çoğu kağıdın üzerinde kaldı tabii.

T.E.: Ama ilk senaryomuz da fena olmamıştı. Belki de bunca insanı ikna edebilmemiz, set gerçeğine çok uymayan o senaryo sayesinde oldu. "Set gerçeği"ni benden daha çok yaşadığından o kısmını sen anlat istersen.

M.E.E.: Set zamanı yaklaştıkça, mekan aramaları ve prodüksiyon çalışması hızlandıkça elimizdeki parayla bu senaryonun çekilmesinin mümkün olmadığını acı içinde fark ettik. Üstelik elimizde yeterince para olsa bile çekilemeyecek bir takım sahnelerde yazmışız. Son kertede yaptığımız "prodüksiyon tashihi" bütçeyi fevkalade düşürmekle birlikte, içimizi acıtmadı değil.

T.E.: Bir de "Ada" nın kısa film prodüksiyonundan hallice şartlarda çekileceğinin anlaşıldığı karanlık günler vardı.

M.E.E.: O noktada ekibin tavrı çok belirleyici oldu. Kimse ceketini alıp gitmek yoluna gitmedi, ki yapsalar sonsuz haklı olurlardı, bilakis filmi bu şartlarda da çekebileceğimize bizi de ikna ettiler.Setin son gününde de dediğimiz üzere, milyon dolara kurulamayacak bir ekip ilk filmimizde bize nasip oldu.

T.E.: 3 hafta her gün vapura binip Büyük ada'ya gitmek, sonra ertesi gün buluşmak üzere yorgun argın evlere dağılmak kolay iş değil.

M.E.E.: Her gün adaya taşınma kısmı bizi fevkalade zorlasa da, adada çalışmanın rahatlıklarını da gözardı etmeyelim. Ekipman götürmek,kamyonları taşımak bizi bayağı zorladı ama düzenimizi kurduktan sonra tıkır tıkır yürüdü işler. Başka türlüsü de mümkün değildi zaten; ekstra bir çekim günü için ne bütçemiz, ne de enerjimiz vardı.

T.E.: El kamerası meselesinden de biraz bahsedelim. Daha kolay olacağını düşünmüştük...

M.E.E.: Tümünü bir karakterin kullandığı kameradan izlediğimiz film sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor henüz. En azından uluslararası dağıtıma çıkabilmiş örnekler üzerinden konuşursak durum bu. Bunun bir takım getirileri olacağını düşünmüştük. İnternet ortamında bunun yüzlerce farklı örneğini izleyen, dolayısıyla bu konuda donanımlı olan seyircinin hikayenin gerçekliğine daha kolay ikna olacağını tasarladık. Zaten senaryo da, oyuncu seçimleri de bu tercih üzerinden yapıldı. Lakin sette, el kamerası estetiği işleri biraz karıştırabiliyor. 5 dakikalık kesintisiz bir plan, her seferinde baştan çekilmek zorunda ki, bu da fevkalade zorlayıcı bir şey.

T.E.: Oyuncuların tanınmamış ya da az tanınan yüzler olması gerekiyorduki, seyirci izlediklerinin gerçekliğine daha kolay inansın. Akşam televizyonda izlediği adamı ertesi gün bu hikayenin içinde konumlandırmakta zorlanacaklarını düşünerek, Ozan Ayhan, Esra Ruşan, Rüya Önal, Gülüm Baltacıgil ve Onur Buldu'yla çalışmaya karar verdik. Tanınmamış olmaları şahane oyuncular oldukları gerçeğini değiştirmiyor üstelik. Bir taşla iki kuş!

M.E.E.: Peki bu prodüksiyon şartlarında 200 figüranlı sahnelerin altından nasıl kalktığımıza gelelim istersen.

T.E.: Sevenimiz çokmuş diyelim. Eş, dost, akraba, zombi filmi gönüllüsü...Kimi bulduysak adaya doldurduk. Üstelik gönüllülük esasının şöyle bir avantajı da var, gönüllü figüranlar profesyonellere göre çok daha iyi rol yapıyor!

M.E.E.: Profesyonel zombilerimizin hakkını yedin şimdi!

T.E.: Onlar da gönüllü sayılır. Öyle cüzi bir ücretle çalışmayı kabulettiler ki... Profesyonel zombi ekibimiz, hem eğitimli okumuş çocuklar, hem de zombi meselesini kısa sürede içselleştirmeyi başardılar.Bir tanesi düğün sahnesinde figüranlık yapan babamı ısırdı!

M.E.E.: Zombilerin makyaj masasında geçirdiği uzun saatlerden bahset o zaman.

T.E.: Makyajları yapan Dükkan-ül Hayal ekibi, memleketin zombi işine gönül vermiş cengaverlerinden müteşekkil. Üstelik ellerinden her iş geliyor. Lakin işin kendisi, iğneyle kuyu kazmak gibi. Biraz simyacılık, biraz laboratuvar ortamı. Bir takım sıvılar karıştırılıyor, bir şeyler ısıtılıyor, bir şeyler soğutuluyor. Sonuçta işin hakkını verdiler! Harcadıkları mesai de filmde kendini gösteriyor zaten. 10 saat süren makyaj, oyuncuyu zorluyor tabii ama demirden korkanlar trene binmedi zaten.

M.E.E.: Fragmanları izleyenler filmi eğlenceli buldular ama bir zombi filminden ilk bekledikleri şey kahkaha değilmiş herhalde.

T.E.: Her fırsatta söylüyoruz, "Ada" en başından beri bir korku komedi olarak tasarlandı. Senaryosu da ona göre yazıldı, oyuncuların performansları da gülmeceye yönelik. Bizim için "Ada" korkunç sahneleri de olan bir eğlencelik. Filmin mizahı karakterlerden ve durumlardan vücuda geliyor daha çok.

M.E.E.: Seyirci bizim sette eğlendiğimiz kadar eğlense, kafi bence.

T.E.: Zaten zombi meselesini bu topraklara ithal edince, içine mizahın sızması kaçınılmaz oluyor; en azından bizim için öyle oldu. Zaten en korkunç zombi filmlerinin içinde bile bir parça mizaha rastlamak mümkündür.

M.E.E.: Zombilerin memlekete gelmesi neden bu kadar gecikti acaba?

T.E.: Ölüsünden değil dirisinden korkacaksın diyen bir milletiz en nihayetinde. Bir korku öğesi olarak tatmin edici bulunmamış olabilir.Bir de oyuncaklı bir iş olması insanların gözünü korkutmuş olabilir. Makyajlar, kostümler, figüranlar. Kolay iş değil. Bir de karşılığını alabileceğinizin bir garantisi de yok.

M.E.E.: Sohbeti ufak ufak bağlayalım, peki "Ada"yı çektik, bitti. Bundan sonra ne olacak Talip?

T.E.: Ben şahsen bir ay süreyle uyumayı planlıyorum. O süreçte kimse beni uyandırmamışsa işler yolunda gitmiş demektir. Yeni bir proje için harekete geçilebilir.

M.E.E.: Bir ay az, iki yapalım. Uyanınca sen beni çaldır.