Zanaatin Üç Boyutu
Amor Garibovic, kumaşı sadece biçimlendirmiyor; ona hacim, hafıza ve heykelsi bir varlık kazandıran zanaatkar bir dokunuşla modanın üç boyutlu anlatısını yeniden kuruyor.
GÜNCELLEME TARİHİ: 2 Aralık 2025
Röportaj: Bade Çakar
Bir tasarımın yaratımı nereden başlıyor? Önce duyguyu mu seçiyorsunuz, yoksa form sizi duygusuna götürüyor?
Tasarımın benim için nerede başladığını söylemek zor. Bazen önce bir duygu beliriyor; bazen de çizdiğim bir form beni kendi duygusuna götürüyor. İkisi arasında sürekli bir gidip gelme hali var. Benim için tasarım, duygu ile formun birbirine yol açtığı bir diyalog. Tasarım tam da o konuşmanın içinde ortaya çıkıyor.
Markanızın ilk gününden bu yana, estetik algınız nasıl şekillendi ve evrildi?
İlk yıllardaki estetik anlayışım daha içgüdüseldi; ne hissediyorsam ona göre hareket ediyordum. Zaman geçtikçe deneyimlerim, farklı yüzeylerle ve formlarla kurduğum ilişki estetik dilimi olgunlaştırdı. Bugün daha sade, daha net bir çizgim var ama o ilk içsel dürtü, beni tasarıma çeken o merak, hala en güçlü rehberim.
Bir tasarımcı olarak kendinizi en çok hangi “içsel çatışmada” yakalıyorsunuz?
En çok, sadelikle ifade zenginliği arasında gidip gelirken yakalıyorum. Bir yandan tasarımın nefes almasını, arınmış ve sade olmasını istiyorum; diğer yandan içimde sürekli daha fazlasını anlatma isteği oluyor. Bu iki dürtü birbirini çekiştiriyor gibi görünse de aslında tasarımlarımın dengesini tam da bu çatışma belirliyor.
Koleksiyonlarınızda genellikle görünmeyen ama sizin için büyük anlam taşıyan küçük detaylar var mı?
Evet, çoğu kişinin fark etmediği ama benim için çok özel küçük işaretler var. Bazen bir dikiş yönü, bazen neredeyse görünmez bir oran oyunu, bazen de sadece benim bildiğim bir ritim… Bunlar tasarıma kişisel bir imza gibi yerleşiyor. Dışarıdan bakınca sıradan bir detay gibi görünse de, benim için o parçanın ruhunu taşıyan küçük bir hatıra oluyor.
Moda dışındaki hangi disiplinler size ilham veriyor?
En çok insan hikayeleri besliyor beni. Özellikle kadınların gücü, taşıdıkları sessiz direnç, yaşadıkları zorlukların içindeki ışık… Bunlar tasarım sürecimde derin bir iz bırakıyor. Hayatın kırılgan ama bir o kadar da güçlü yanlarını görmek, o duyguyu bir formda yeniden anlatma isteği yaratıyor. Aslında ilhamım çoğu zaman insanların yaşadığı gerçek hikâyelerden geliyor.
Kişiye özel yarattığınız tasarım sürecini bize biraz anlatır mısınız? Tasarım nasıl hayat buluyor?
Önce o kişinin enerjisini, hikayesini ve nasıl hissetmek istediğini anlamaya çalışıyorum. Bu duygu yerleşince, siluet ve detaylar kendiliğinden şekillenmeye başlıyor. Malzeme, oranlar ve küçük dokunuşlar o kişiye ait bir dile dönüşüyor. Sonunda ortaya çıkan parça hem onun hikâyesini hem de benim sezgisel yorumumu taşıyan çok kişisel bir bütün oluyor.
2026 senesinde tasarımlarınızda öne çıkacak silüetler ve detaylar neler olacak?
2026’da daha akışkan, bedenle uyumlu ama güçlü bir duruşa sahip silüetler öne çıkacak. Hem feminen çizgiyi hem de heykelsi formları bir arada taşıyan parçalar üzerine yoğunlaşıyorum. İnce yapılandırmalar, beklenmedik kavisler, zarif ama karakterli omuz oyunları ve neredeyse gizli diyebileceğim minimal detaylar tasarımlarımda daha belirgin olacak. Tona yayılmış sakin bir güç hissi, 2026 estetiğimin temelini oluşturuyor.
Tasarım dilinizi, markanızın DNA’sını nasıl anlatırsınız?
Güçlü ama gösterişsiz bir ifadeye dayanıyor. Feminenliğin kırılgan yanını değil, içindeki derin gücü ortaya çıkaran yalın ama karakterli formlar seviyorum. Markanın DNA’sı da tam burada şekilleniyor: sakin bir estetik, net bir duruş, ince detaylarla verilen duygu ve her parçada hissedilen bir içsel hikâye. Fazlalıktan uzak, ama duygusu yoğun bir dünya




