Artistik Portreler: Ozioma Onuzulike
Ayşe Sarıoğlu, Tribeca’daki Marc Strauss galeride bir araya geldiği sanatçı Ozioma Onuzulike ile sanat, hayat ve ilham üzerine derin bir sohbete dalıyor.
GÜNCELLEME TARİHİ: 20 Haziran 2025
Yazar: Ayşe Sarıoğlu
Fotoğraflar: Ayşe Sarıoğlu
Nijeryalı seramik sanatçısı, şair, akademisyen ve aynı zamanda bir aile babası olan Ozioma Onuzulike, kısa süreliğine geldiği New York’ta sanatseverlerle buluştu. Sanatçı sergisinin gerçekleştiği Tribeca’daki Marc Strauss galeride gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, sadece sanatını değil, aynı zamanda yaşam felsefesini ve manevi yolculuğunu da paylaştı.

“Kendimi Tanrı korkusuyla ve sanatla disipline ettim.”
A.S: Ozioma, öncelikle seni burada ağırlamak çok güzel. Kısaca kendini tanıtır mısın?
Ozioma Onuzulike: Elbette. Ben seramik sanatçısıyım, aynı zamanda bir şairim ve üniversitede öğretim üyesiyim. Nijerya’nın Nsukka kentindeyim. Sanat eğitimimi University of Nigeria’da aldım. Babam bir fotoğrafçıydı, annem ise çiftçilik ve terzilik yapardı. Yani yaratıcılıkla iç içe büyüdüm. Ailem sanata yönelmemi destekledi.
A.S: Sanatçı olmak senin kendi kararın mıydı, yoksa yönlendirme mi aldın?
O.O: Bu tamamen kendi seçimimdi. 12-13 yaşlarındayken, ortaokulda resim öğretmenimin çalışmalarından çok etkilenmiştim. Onlar gibi olmak istedim. Çizim yapmaya, portreler çizmeye başladım.
“Şiir, fırçanın söyleyemediğini kelimelerle anlatmak.”
A.S: Sanat yolculuğuna şiirle mi başladın?
O.O: Hayır, görsel sanatlarla başladım. Ama üniversite yıllarımda şiirle tanıştım. Nsukka’da hem ressam hem şair olan sanatçılarla bir arada olmak bana ilham verdi. Sözcüklerle de ifade edebileceğim derinlikleri keşfettim.Sanatçı olarak şekillenmem çok katmanlı bir süreçti. Aile terbiyem, çalışkanlık, dürüstlük, iyi karakter gibi erdemler beni bu yolda şekillendirdi. Bu değerler üniversitedeki çalışmalarımı da etkiledi. Derslerime çok çalıştım, özellikle seramiğe yönelince bu alanı keşfetmek için çok çaba sarf ettim. Böylece ikinci sınıftayken ilk kişisel sergime hazır hale geldim.
A.S: Gerçekten mi? Ne zaman seramik sanatçısı olmaya karar verdin?
O.O: İkinci sınıftan sonra.
A.S: Üniversitenin ikinci yılı mı?
O.O: Evet. 1993–1994 yıllarında seramik öğrencilerinin yaptığı çok etkileyici işler gördüm ve bu beni seramiğe yöneltti.
A.S: Yani üniversitede seramik dersi aldın?
O.O: Evet, aldım. İlk iki yıl genel sanat dersleri aldık. Seramiği çok sevdim ve üçüncü ve dördüncü sınıfta seramik üzerine uzmanlaştım.
A.S: Daha sonra yüksek lisansını da seramik üzerine mi yaptın?
O.O: Evet. Seramik üzerine Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı (MFA) yaptım.
“Gündüz akademisyen, gece seramik ustasıyım”
A.S: Günlük hayatın nasıl geçiyor Nsukka’da?
Ozioma: Sabah 4’te uyanırım. 5’te ailemle dua ederiz. Çocuklarımı okula bırakırım, ardından üniversiteye giderim. African Studies Enstitüsü’nde yöneticilik yapıyorum. Mesai bitince eve dönerim ve arka bahçemdeki stüdyoda çalışırım. Yardımcılarımla birlikte seramik üretirim. Bazen geç saatlere kadar fırının başında beklerim.
A.S: Yani sanat senin için bir gece mesaisi gibi…
O.O: Evet, tam anlamıyla öyle. Ama doğanın içinde yaşamak bana ilham veriyor. Bahçemiz var, sebze ve meyve yetiştiriyoruz. Doğayla iç içe olmak hem ruhumu hem sanatımı besliyor.

“Sanatımı Afrika’nın tarihine ve geleceğine adıyorum.”
A.S: Peki seni en çok ne etkiliyor sanatında?
O.O: Çevremde olup bitenler, Afrika’nın tarihi ve bugünü. Kölelik, sömürgecilik, kültürel kayıplar ve bunların bize bıraktığı miraslar… Bütün bunları işlerime yansıtıyorum.
A.S: Ailenden hangi değerleri aldın?
O.O: Dürüstlük, saygı ve çalışkanlık. Ailem bana doğruyu söylemenin değerini, emeğin kutsallığını ve Tanrı korkusunu öğretti. Annem sabahın erken saatinden geceye kadar tarlada çalışırdı. Bu beni çok etkiledi.
“COVID-19 döneminde ‘Honeycomb’ serisini doğurdum”
AS: Hayatındaki dönüm noktalarından bahseder misin?
O.O: En büyük dönüm noktası COVID-19 dönemiydi. Ailemle birlikte eve kapanmıştık. Okullar, işler durmuştu. Hep birlikte stüdyoya girip çalışmaya başladık. O süreçte “Honeycomb” yani Petek serisini geliştirdim. Ön saflarda mücadele eden sağlık çalışanlarının koruyucu kıyafetlerini gördüğümde, çiftçilerin koruyucu giysilerini hatırladım. Aralarındaki özveri benzerdi. Bu benzetmeyle başladım.
Evet. Petek gibi görünen bir form. O dönemin anısını taşıyan bir seri yapmak istedim. Televizyonda sağlık çalışanlarının giydiği koruyucu giysileri gördüğümde, bu bana arıcılık yapan çiftçileri hatırlattı. İkisinde de benzer riskler vardı. Arıcılar da risk alır, sağlık çalışanları da öyle. Bu benzerlikten yola çıkarak Honeycomb serisini geliştirdim.
Sonradan bu seriyi iklim değişikliğiyle ilişkilendirmeye başladım. Çünkü iklim değişikliği arıları tehdit ediyor. Böylece seri daha geniş bir anlama kavuştu.
Pandemi sırasında ayrıca Palm Kernel (Palm Çekirdeği) serisini ve Arm Band (Kol Bandı) serisini de geliştirdim. Bunlar zaten başlamıştı ama pandemi süreci onları daha ileri taşıdı.
A.S: Yani bu dönem senin için oldukça üretken geçmiş.
O.O: Evet, kesinlikle. Yoğun düşünme ve üretme süreciydi.

“Ustalarımın ellerinde yoğruldum.”
A.S: Sanat yolculuğunda kimlerden ilham aldın?
O.O: En başta staj yaptığım hocam Benjo Igwilo. Onun stüdyosunda çalışmak bana çok şey kattı. Daha sonra Chris Echeta ile çalıştım. Ama belki de en etkileyici isim El Anatsui oldu. Hem hocamdı hem de bir dönem asistanlığını yaptım. Onun seramiğe, forma ve kültüre yaklaşımı beni çok etkiledi. 1970’lerde yaptığı seramik denemeleri, kil kullanımı ve camla yaptığı deneyler bana çok ilham verdi. Evet, kendisi çok önemli bir sanatçı. Benim kariyerimde de büyük etkisi oldu.
A.S: Peki çocuklarından sanata ilgi duyan var mı?
O.O: Evet. Çocuklarımdan biri, şu an yaklaşık 14 yaşında, seramikle çok ilgileniyor ve oldukça başarılı işler çıkarıyor.
Zorluklar, Umutlar ve Sanat Yolculuğundaki Dönemeçler
A.S: Peki bu yolculukta umutların ve hayal kırıklıkların neler oldu?
O.O: İstersen önce hayal kırıklıklarıyla başlayayım. Çünkü başarıya giden yol hiç kolay değildi.
A.S: Evet, kesinlikle. Başarı kolay gelmez. Vazgeçmemek gerek.
O.O: İlk atölyem, üniversitenin kampüsü dışındaydı. Nsukka Üniversitesi’nin kampüsü dışındaki bu stüdyoda çok sayıda iş ürettim. Ancak bu eserleri sergileme ya da koleksiyonerlere ulaştırma imkânım yoktu. Yani işlerim bir nevi “geçiş süreci”ydi. Ne işe yarar, ne yaramaz, onu anlamaya çalışıyordum. Birçok işimi o dönem çöpe attım.
A.S: Kimse satın almadığı için mi?
O.O: Evet, kimse satın almıyordu. Daha çok deneysel işlerdi. Bazılarını hâlâ saklıyorum ama çoğunu attım.
A.S: Bu kaç yıl önceydi?
O.O: 2001–2002 yıllarıydı. Lisansüstü eğitimimi tamamladıktan hemen sonraki dönemdi. Birçok fikir deniyordum ama hangisinin işe yarayacağını bilmiyordum. Bu da moral bozucu bir dönemdi.
A.S: Ama sonunda pes etmedin.
O.O: Hayır, pes etmedim. Her bir başarısızlık aslında bir şey öğretti. Zamanla işlerimi koleksiyonerlere, galerilere ve uluslararası platformlara ulaştırabildim. Bugün geldiğim noktada geriye baktığımda, o dönemlerde yaşadığım hayal kırıklıklarının gerekli olduğunu düşünüyorum.

A.S: Peki ya umutların? Seni ne motive etti?
O.O: Benim için en büyük umut, sanatımın bir anlam taşımasıydı. Sadece estetik değil; kültürel, tarihsel ve toplumsal olarak bir söz söylemek istiyordum. Özellikle Afrikalı bir sanatçı olarak kendi kimliğimi ve topluluğumu temsil etmek benim için önemliydi.
Covid-19 döneminde yaptığım işler mesela… Honeycomb serisi, sadece bir estetik form değil, aynı zamanda hem pandemi döneminin belgesi hem de iklim değişikliğine dair bir uyarı niteliğinde.
A.S: Sanatını toplumsal bir hafıza olarak kullanıyorsun aslında.
O.O: Evet, tam olarak öyle. Seramik zamana karşı dayanıklı bir malzeme. Bu yüzden yaptığım işler, sadece bugünü değil, geleceği de temsil ediyor. Yani sanat, benim için umut da, hafıza da, direniş de aynı anda.
A.S: Bu gerçekten çok anlamlı.

Hayal Kırıklıkları, Umutlar ve Sanatla Gelen Dönüşüm
A.S: Sanatçı olmak kolay değil.
O.O: Gerçekten öyle. 2000 yılında Afrika’da bir sergi açmıştım, ama orada da çok az koleksiyoner vardı. Satış olmadı. Ama biliyordum ki bu yol uzun bir yol. Bu yüzden özgün, benzersiz bir şey üretmeye odaklandım.
A.S: Sonra?
O.O: Covid sonrası ilk ticari sergimi Lagos’taki Kó Gallery’de açtım. Bu benim ilk profesyonel galeri deneyimimdi. Eserlerim satıldı. Kazandığım parayla stüdyoma yatırım yaptım, yeni ekipmanlar ve malzemeler aldım. Bu galeri daha sonra işlerimi Armory Show’a götürdü. Orada Mark Strauss eserlerimden birini satın aldı.
A.S: Yani Armory Show’a galerinin temsilciliğiyle katıldın?
O.O: Evet. 2022’de. Bu aynı zamanda galerinin Armory’deki ilk deneyimiydi.
A.S: Ve bu, senin için başka kapılar açtı sanırım?
O.O: Kesinlikle. 2023’te New York’ta yine Marc Straus galeri Grand Street’de ilk solo sergim açıldı. Bu yıl, 2025’te Marc Straus Galeri Tribeca’da ikinci sergim oldu. Ayrıca Afrika Art Fair’e de katıldım.
A.S: Marc Straus ile çalışmaya başladın? Galerin seni ABD’de mi temsil ediyor?
O.O: Evet, Mark Strauss beni ABD’de temsil ediyor. Kó Gallery ise Afrika ve Asya’da temsilciliğimi sürdürüyor.
A.S: Peki umutların nelerdi bu süreçte?
O.O: Umutlarım, eserlerimin koleksiyonerlere ulaşmasıydı. Bu bana hem maddi kaynak hem de yaratıcı alan sağladı. Stüdyomu büyüttüm, daha fazla deney yapabildim. Bu benim için gerçek bir dönüm noktasıydı.
A.S: Peki tehditler? Hiç tehdit hissettin mi?
O.O: Hayır, ciddi bir tehdit hissetmedim.
A.S: Kendini şanslı hissediyor musun?
O.O: Şanslı demem. Daha çok Tanrı’nın lütfu diyebilirim. Doğru insanları hayatıma getirdi: Ailem, öğretmenlerim, galeriler, koleksiyoncular, gazeteciler… Hepsi bir şekilde benim yolumu açtı.
A.S: Bu çok güzel bir bakış açısı.
A.S: Eğer hayatında bir şeyi değiştirme şansın olsaydı, neyi değiştirirdin?
O.O: Hiç düşünmemiştim bunu… Ama sanırım hiçbir şeyi değiştirmezdim. Pişmanlık duymuyorum.
A.S: Peki olduğun coğrafyada doğmuş olmayı bir şans olarak görüyor musun?
O.O: Bence biz nerede doğacağımızı seçmeyiz. Bu bir tür ilahi plan. Bu yüzden yaşadığım her şeyi “kaderin bir parçası” olarak görüyorum.

Kimlik, Güçlü Yönler ve Malzemeye Yolculuk
A.S: Doğduğun yeri sen seçmedin ama onu bir şansa çevirdin, değil mi?
O.O: Evet, ben seçmedim. Bence bu Tanrı’nın bir tasarımıydı. Ama mutluyum. Çünkü ilhamımı, besinimi, suyumu hep oradan aldım.
A.S: Hiç Afrikalı ya da siyah olmak size dezavantaj gibi geldi mi? Bu ülkede bu konuda çok konuşuluyor. Ama ben insanlara bunun bir dezavantaj olmadığını söylüyorum. Bu bakış açısı meselesi. Avantajları da var. Görmek ve kullanmak isterseniz, bu mümkün. Başarılı olmayı isteyen ve seçen oluyor.
O.O: Siyah olmasaydım bugün yaptığım işi yapıyor olmazdım.
A.S: Kesinlikle öyle! Siz bir sanatçısınız. Bazı şeyler sadece siyah bir sanatçının yapabileceği şeyler. Beyaz biri için aynı şey mümkün olmayabilir. Bu bir kültürel etkileşim ve yansıma.
O.O: Benim masaya getirdiğim şey, kendi geçmişimden beslenen bir şey. Bu sayede dünya çapındaki büyük meseleleri ele alabiliyorum.
A.S: Herkes sahip olduklarını masaya koyuyor. Hepimiz farklı kültürlerden, farklı avantaj ve dezavantajlarla geliyoruz.Peki, kişilik olarak güçlü ve zayıf yönleriniz neler?
O.O: Bence en güçlü yönüm, çevremdeki şeylerde daha derin anlamlar görebilme yeteneğim. Bu, yaratıcı süreçte bana çok yardımcı oluyor.
A.S: Yani fırsatları görebiliyorsunuz.
O.O: Evet, çevremdeki şeyleri okuyabiliyorum, onların taşıdığı sembolik anlamları kavrayabiliyorum. Bu da yaratıcı işlerime ilham veriyor.
A.S: Yani derinsiniz. Her şeyin içeriğini okuyabiliyorsunuz.
O.O: Evet, ve bu duygusal bağ kurmama da yardımcı oluyor. Hissedebiliyorum.
A.S: Bu büyük bir yetenek, gerçekten.
O.O: Zayıf yönüm ise sayı hafızamın çok kötü olması. Arabamın plakasını bile hatırlamam. Bazen çocuklarımın doğum tarihlerini unutuyorum, eşimi arayıp sormam gerekiyor.
A.S: Peki, sanatçı olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
O.O: Bilmiyorum… Belki dinle ilgili bir alanda çalışırdım. Ama gerçekten başka bir seçenek hiç düşünmedim.
AS : Sizin ülkenizden sizi etkileyen başka sanatçılar var mı?
O.O: Evet, Obiora Udechukwu gibi sanatçılar beni çok etkiledi.
A.S: Uluslararası alanda sizi etkileyen isimler kimler?
O.O: Magdalene Odundo’nun işleri beni çok etkiledi. Ayrıca Antony Gormley’nin işleriyle de çok ilgileniyorum.

Stüdyo Kuruluşu Ve Malzeme Seçimi
A.S: Sanat yolculuğunuz okulda başladı. Peki, stüdyonuzu ne zaman kurdunuz ve hangi malzemelerle çalışmaya karar verdiniz?
O.O: İlk stüdyomu 2000’li yılların başında kurdum. Üniversiteden mezun olduktan sonra. Küçük bir stüdyoydu.
A.S: Kurmak için yeterli bütçeniz var mıydı? Aileniz destek oldu mu?
OO: Ailemden destek aldım. Ayrıca Lagos’ta bir sergi düzenledim. Oradan bazı satışlar oldu. Bir de Ben Unegbu adında bir mentorum vardı, aynı zamanda din adamıydı. O bana maddi destek verdi.Sonra üniversite kampüsünde yaşamaya başladığımda evimin arkasına yeni bir stüdyo yaptım. Zamanla, biraz para kazandıkça, bu stüdyoyu genişlettim.
A.S: Peki, kullandığınız malzemeleri nasıl seçtiniz?
O.O: Çalışmalarımda yerel kil kullanıyorum. Kil, çevremden, Nsukka ve çevresindeki bölgelerden çıkarılıyor. Bazen insanlar su kuyusu kazarken kil çıkar, biz de onu toplarız. Farklı bölgelerden topladığım killer, farklı renkler ve farklı pişirme sıcaklıklarıyla çalışmamı zenginleştiriyor.
A.S: Peki, palm kernel (hurma çekirdeği) kullanmaya nasıl başladınız?
O.O: Palm kernel önce kilden heykellerde bir sembol olarak yer aldı. Sonra düşündüm ki neden gerçek olanlarını da kullanmayayım? Böylece doğal palm kernel çekirdekleriyle seramik olanları birleştirdim.
A.S: Sanatta daha önce palm kernel kullanan var mıydı?
O.O: Hayır, genelde başka amaçlarla kullanılır. Ben onları sanatsal bir malzemeye dönüştürdüm.

Renkler, Teknik, Ateşin Anlamı ve Sürdürülebilirlik
A.S: Kullandığınız renkli yüzeyleri anlatmıştınız. Glazeleri mi kastediyorsunuz?
O.O: Evet, glazeleri kendim yapıyorum yani sırları. Kül glazesi kullanıyorum; külü genellikle Nijerya’daki organik kaynaklardan elde ediyorum. Ayrıca İngiltere’den parlak renkli glazeler de getirttim. Yani farklı yerlerden farklı etkiler bir araya geliyor.
A.S: Yani renkleri siz mi oluşturuyorsunuz?
O.O: Evet, kullandığım glazeleri ve renkleri kendim seçiyorum. İşin doğası belirliyor hangi tür glaze kullanacağımı. Ayrıca geri dönüştürülmüş cam da kullanıyorum. Mesela bu parçada kili cama bastırıp yüksek sıcaklıkta pişirdim. Soğuyunca kil ve cam birleşiyor.
A.S: Bulduğunuz malzeme ve teknikler çok etkileyici!
O.O: Evet.
A.S: Peki formlarınız neyi temsil ediyor?
O.O: Genellikle Afrika’daki geleneksel kıyafetlerden ilham alıyorum. Özellikle işlemeli ve el dokuması kumaşlar güç ve statü simgesidir. Politikacılar genellikle büyük, işlemeli kaftanlar giyer. Bu tür kıyafetler sosyal yapıyı, gücü ve kimliği temsil eder.
A.S: Tekniğinizi de anlatır mısınız? Bütün bunları nasıl bir araya getiriyorsunuz?
O.O: Bakır tel kullanarak parçaları birleştiriyorum. Delikler açıyorum, sonra bu tellerle dokuma yapar gibi birleştiriyorum.
A.S: Bu tekniği siz mi keşfettiniz?
OO: Evet, tamamen kendi geliştirdiğim bir yöntem. Tellerle dokuyarak bütünlük sağlıyorum.
A.S: Peki ateş sizin için neyi temsil ediyor?
O.O: Ateş hem yaratım hem yıkım gücünü temsil eder. Altını saflaştırır, kili sağlamlaştırır. Ateş, çamuru seramiğe dönüştürür. Ateşle pişen kil bir daha geri dönemez; geri alınamaz bir dönüşümdür. Bu da bana sosyal değişimleri hatırlatır: bazı dönüşümler geri döndürülemezdir.
A.S: Organik ve sürdürülebilir malzemeler kullanıyorsunuz. Bu sizin bilinçli tercihiniz mi, yaşam tarzınızla mı ilgili?
O.O: Başlangıçta bu tercihin farkında değildim. Zamanla yaptıklarımın sürdürülebilir bir anlam taşıdığını fark ettim. Evet, zamanla anladım ki işlerim organik, sürdürülebilir ve doğayla uyumlu. Bu da yaşam tarzıma yansıdı.
A.S: Sanatınızı kültürler arası bir dil kurmak için mi seçtiniz?
O.O: Evet. Çünkü sanat, farklı insanların farklı şekillerde anlam çıkarabileceği bir dil. Bir ziyaretçi bana, “Bu iş bana hitap etti, kendi perspektifimle bağ kurdum,” dedi. Sanat, sınırları aşan bir dil sunar.
A.S: Peki fırında yaptığınız bu deneyler, doğal sınırların ötesinde bir diyalog kurmakla ilgili olabilir mi?
O.O: Kesinlikle. Ateş, bir nesneyi bir hâlden başka bir hâle dönüştürür. Pişmemiş kil hareket edemez ama piştiğinde kalıcı olur ve taşınabilir hâle gelir. Arkeologlar hâlâ eski pişmiş seramikleri bulabiliyor. Çünkü dayanıklı hâle gelmiş oluyor. Ateş böylece nesneleri nesiller arası taşıyan bir aracıya dönüşüyor.

Hurma Çekirdeği, Venedik Boncukları ve Eser İsimleri
A.S: Peki bu hurma çekirdekleri neyi sembolize ediyor? Onları bir araya getirip yeni bir form yaratmanız birlik ve dönüşüm anlamına geliyor mu?
O.O: Evet, kesinlikle. Hurma çekirdeği kabuğu, kuruyup doğaya atılsa bile tekrar filizlenip yeni hurma ağaçları olur. Yani aslında atılmış, değersiz görülen bir şey zamanla yeniden canlanabilir, işe yarar hale gelebilir. İşte bu yüzden serginin adı “Kim Biliyor Yarını” (Who Knows Tomorrow).
A.S: Serginin ismi buradan geliyor yani?
O.O: Evet.
A.S: Venedik boncuklarından da bahsettiniz. O boncukların tarihi ve sizin yorumunuz nedir?
O.O: Venedik boncukları, Afrika’da köle ticaretinde bir çeşit para gibi kullanılmış. Bu çok acı bir geçmiş. Ben de hurma çekirdeği boncukları ve camı birleştirerek bu tarihsel bağlamı çağrıştırıyorum. Ancak amacım Afrika toplumunun bu yaralayıcı geçmişten güzellik ve değer üreten bir kültüre dönüştüğünü göstermek. Yani, geçmişte acı veren şeyler bugün başka bir anlam kazanabilir. Yine “Kim Biliyor Yarını” temasıyla bağlantılı.
A.S: Çok güzel bir dönüşüm mesajı. Peki eserlerinizin isimlerini nereden alıyorsunuz? Bu isimler neyi simgeliyor?
O.O: İsimler genellikle çevremdeki günlük olaylardan, yaşananlardan geliyor. Afrika’da çocuk isimleri doğum koşullarına göre verilir; örneğin uzun süre çocuk sahibi olamayan aileler “Tanrı’nın Zamanı” anlamına gelen “Ogeechee” gibi isimler verir. Aynı mantıkla eserlerimin isimleri de yaratıldıkları dönemdeki olaylara, koşullara gönderme yapar.

Sevgi, Umut, Uluslararası Kariyer ve Koleksiyonlar
A.S: Peki sevgi sizin için ne anlama geliyor?
O.O: Benim için sevgi, başkalarını kendin gibi görmek, onları kendinle eşit tutmak demek. Kendi kendine kötü davranmazsın, öyleyse başkalarına da saygı göstermek, onları önemsemek sevgi demektir.
A.S: Peki ya umut?
O.O: Umut benim için hayatın temelidir. Daha iyi bir yarını beklemek, insanı yaşatan, yaşama devam etme sebebi veren şeydir. Beklentilerimizi yüksek tutar, motive eder.
A.S: Uluslararası arenaya ne zaman adım attınız? Hangi ülkelerde sergiler yaptınız?
O.O: Afrika dışındaki ilk sergim Amerika Birleşik Devletleri’nde oldu. Sonrasında Avrupa’da da sergilerim oldu. Paris’te bir Afrika galerisiyle çalışıyorum, solo sergim geçtiğimiz iki yıl içinde orada gerçekleşti.
A.S: Başka hangi ülkelerde sergilediniz?
O.O: İtalya’da Civitella Ranieri merkezinde bir sanatçı rezidansında bulundum, Perugia yakınlarında Umbertide’de sergi yaptım. Londra’da da sergilerim oldu. Ayrıca Meksika’daki sanat fuarlarına, İsviçre’deki fuarlara, Güney Afrika Cape Town’daki etkinliklere katıldım.
A.S: Çalışmalarınızı kimler alıyor? Koleksiyoncular kimler?
O.O: Eserlerim bazı müzeler tarafından satın alındı. Bunlar:
The Crocker Art Museum, Sacramento, California The Donnersberg Collection, France Denver Art Museum, Denver, Colorado Die Neue Sammlung, Munich The Fondation Thalie, Brussels The Hudson Valley Museum of Contemporary Art, Hudson Institute of African Studies Museum, University of Nigeria, Kiran Nadar Museum of Art, Delhi, India,LISA Foundation, LK Foundation,The Museum of Archaeology and Anthropology, Cambridge Museo Ettore Fico, Turin, North Dakota Museum of Art, North Dakota The Princeton University Museum, Princeton The Ruth and Elmer Wellin Museum of Art, Clinton, New York The Yemisi Shyllon Museum of Art, Lagos.
A.S: Ya aldığın ödüller?
O.O: The 2025 Norval Sovereign African Art Prize Finalist
The 2024 Loewe Foundation Craft Prize Finalist
2018 American Council of Learned Societies (ACLS) African Humanities Programme Writing Residency Award
2011 African Humanities Postdoctoral Fellowship Award of ACLS
2010 Leventis Postdoctoral Research Fellowship, Centre of African Studies, SOAS, University of London
2008 Skowhegan Scholarship, Skowhegan School of Painting and Sculpture, Skowhegan, ME bunlardan bazıları.

Gelecek Planları ve Son Anlar
A.S: Gelecekte çalışmak istediğiniz bir materyal ya da ülkede iş birliği yapmak istediğiniz bir sanatçı var mı?
O.O : Evet, yeni materyallerle çalışmayı çok isterim ve farklı kültürlerden sanatçılarla iş birliği yapmayı düşünüyorum. Çünkü sanat, sınırları aşan bir dil ve farklı bakış açılarıyla daha zenginleşiyor.
A.S: Gelecek hayalleriniz?
O.O: Venedik Bienali’ne katılmak en büyük hayalim.
A.S: Gelecek planlarınız?
O.O: Stüdyomu büyütmek, daha çok üretmek.
AS: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey ya da dünyaya vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
O.O Bugün her anı onurlandırın. Serginin ismi gibi ‘Who knows tomorrow ‘ Yarını bilmiyoruz, bugün en iyisini yapalım, yaşayalım. O zaman yarınlarımızı yapabiliriz
A.S: Çok teşekkürler
O.O: Ben çok teşekkür ederim.
Ozioma Onuzulike’ın sanatı; geçmişten beslenen, bugünü sorgulayan ve geleceğe umutla bakan bir dille şekilleniyor. Ailesiyle birlikte şekillendirdiği seramikler sadece estetik bir ifade değil, aynı zamanda ahlaki bir duruş, kültürel bir miras ve ruhsal bir yolculuğun izlerini taşıyor. Doğayla uyum içinde, disiplinli bir yaşam sürerken, eserleriyle dünyanın dört bir yanına sesini ulaştırıyor.





