Balkanlarda bir masal
2010 yılı için “yapılacaklar” listenizde eğer yeni yerler görmek, yeni lezzetler tatmak, yeni insanlarla “tanış olmak” var ise, yılın ilk seyahati için Balkanlar’da bir masal kent olan Tiran iyi başlangıç olacaktır. Adriyatik’e uzanan uçsuz bucaksız kıyılarıyla, ormanlarla, dağlarla çevrili yerleşimleriyle, medeniyetlerin varoluşundan bugüne geçmişiyle, lezzetli mutfağı, insanın içini kıpır kıpır eden Balkan ezgileriyle Arnavutluk’un başkenti Tiran sizi kucaklamaya hazır.
Balkanlarda bir masal
“Gelin tanış olalım!..”
Geçtiğimiz günlerde Yunus Emre Enstitüsü’nün ikinci kültür merkezi Tiran’da açıldı. Enstitü başkanı Sayın Ali Fuat Bilkan’ın, her ayrıntısını düşünerek organize ettiği Tiran seyahati, Balkanlar’da karlı kış günlerinde tarihle, uygarlıklarla, Türk dilinin incelikleriyle dolu keyifli bir mola oldu bizler için... Balkanlar’da masal gibi bir kente yaptığımız bu seyahat hem yeni yerler, tatlar keşfetmemize vesile oldu hem de Yunus Emre Enstitüsü’nün üstlenmiş olduğu misyon hakkında yakından bilgi sahibi olduk. Genel merkezi Ankara’da Ulus’ta tarihi bir binada bulunan Yunus Emre Enstitüsü, farklı ülkelerde açtığı ve 2010 yılı içinde de açmaya devam edeceği Türk Kültür Merkezleri ile Türk dilini, Türk kültürünü ve tarihini tüm dünyaya tanıtmayı, ayrıca bulunduğu ülkelerle dostluk ve kardeşlik ilişkilerini artırmayı amaçlıyor.
Balkanlarda bir masal
Bir şehri hissetmek
1617 metre yükseklikteki Dajti Dağı’nın eteğinde yer alan Tiran dümdüz bir kent. Adriyatik kıyılarına yaklaşık 27 km mesafede bulunan kentin etrafı tepelerle çevrili. Kent merkezinin içinden Lana Çayı, kuzey tarafından ise Tiran Nehri geçiyor. Tiran’a ilk adım attığımız Rinas ya da daha sonradan adı Rahibe Teresa olarak değiştirilen havalanından şehre ikinci el Mercedes marka taksilerle ulaşılıyor. Şehrin merkezinde bu Mercedeslerin sayısı hızla artıyor. Şehrin dikkat çeken diğer bir yönü ise bolca bulunan parkları ve açık alanları... Yaz aylarında bu parklar, bahçeler dolup taşıyormuş. Kente vardığımız ilk gün bütün gün süren yağmur ertesi gün yerini güneşli, keyifli bir güz gününe bırakınca biz de bol bol yürüme, şehri ara sokaklarını, caddelerini keşfetme ve her adımda karşımıza çıkan kafelerde soluklanma fırsatı bulduk. Tiran’ın en işlek meydanı tam merkezinde yer alıyor: İskender Meydanı. Bütün caddeler, yollar bu meydana çıkıyor. Özellikle akşam hava kararıp, şehrin ışıkları yanınca meydanda dolaşmak ayrı bir keyif veriyor. İlk göze çarpan, İskender’in meydanın tam ortasında bulunan heykeli. Osmanlı Dönemi’ne ait Ethem Bey Camii ve Saat Kulesi, İtalyan mimarlar tarafından yapılan Kültür Sarayı, Milli Tarih Müzesi, Tiran Operası, Milli Kütüphane... Hepsi de bu meydanda yan yana bulunuyor. Başkent sokaklarında dolaşırken renkli binalar dikkatimizi çekiyor. Şehirdeki bakımsız binaların yüzleri yeşil, kırmızı, mavi gibi rengarenk boyanmış, fikir belediye başkanına aitmiş. Tiran’da sadece binalar değil renkli olan; özellikle kafelerde, sokaklarda gördüğümüz gençlerin kıyafetleri, çantaları, ayakkabıları, pazarlar, çarşılar... Gökkuşağı’nın tüm renkleri Tiran sokaklarına yansımış adeta...
Balkanlarda bir masal
Kahvaltıda pırasalı börek, akşama balık ve pizza...
Tiran’a giderken eşe dosta söz vermiştik Arnavut ciğeri yiyeceğiz, diye... Sözümüzü tutamadık, çünkü bizim ülkemizde bol bol yenilen Arnavut ciğeri Tiran’da yok ne yazık ki... Sorup soruşturduğumuzda “bizim böyle bir yemeğimiz yok” cevabını aldık restoranlarda, lokantalarda... Ama Arnavut mutfağı hem çok tanıdık hem de çok lezzetli... Tiran’a gittiğinizde sabah kahvaltısını asla kaldığınız otelde yapmayın... Çıkın sokaklara ve sabahın erken saatlerinde etrafa yayılmış olan kokunun peşine takılın. Adım başı karşınıza çıkan, küçücük börek satan yerlerden alacağınız sımsıcak peynirli, pırasalı, ıspanaklı böreklerle yapın kahvaltınızı. Kentin tüm sokaklarına yayılmış kafelerde oturup için kahvenizi... Zira burada kahve günün vazgeçilmezi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte başlanılıyor kahve içilmeye.. Üstelik kahvenin yanında içinde likörler, votka olan minik kadehleri görürseniz de hiç şaşırmayın... Pizzalar, deniz ürünlü makarnalar, şefin tepsisinden minik tabaklarda Adriyatik’ten deniz mahsulleri. Sonra bol kaşarlı kiremit kebabı... Börek tatlısı, patlıcanlı, yoğurtlu salata... Fırsat bulup da Elbasan’a giderseniz tanıdık bildik Elbasan tava... Arnavutluk mutfağı insanın iştahını kabartıyor, yemenin ölçüsünü kaçırtıyor.
Balkanlarda bir masal
Kem gözlerden korunalım, sarmısak asalım!
Hani her yörenin, her kentin kendine özgü alışkanlıkları, davranış biçimleri vardır; yaptığımız seyahatlerde ilk dikkatimizi çeken, dönünce dostlarla paylaşılacaklar listesinde ilk sırada oluveren; anlatırken kendimizi bir an için oralarda hissettiten... Bu şehirden beni gülümseten iki alışkanlık var aklımda: Birisi mekanların girişlerine nazardan, kötü ruhlardan korunmak için takılan bir bağ sarmısak demeti, diğeriyse yemek masalarına para konulmaması ile ilgili.. Tiran’da kafelerde, restoranlarda, yeme-içmenin olduğu yerlerde masaların üstünde minik bardaklar var. Siparişinizi verdiğinizde adisyon kıvrılıp, garson tarafından bu bardağın içine yerleştiriliyor. Hesap istenip de ödeme yapılırken para yine bu bardağa konuluyor... İlk kaldığımız otelin kafesinde masaların üzerinde gördük bu boş bardakları.. Hepimiz ayrı bir fikir yürüttük “ne için acaba?” diye... Sorduk sonra, Arnavut bir gençten öğrendik. Tiran’da yemek yenilen masaların üzerine asla para konulmazmış, bu küçük bardaklar hesap ödenirken parayı müşteriler masaya koymasın diye konuluyormuş...
Kaynak: Sofra
Balkanlarda bir masal
Balkanlarda bir masal
Balkanlarda bir masal




