Kaybedenler kulübü
Aktüel / Sebla KOÇAN / Emre ÜNSALLI /Fotoğraflar: Ceren CAN
Bir dönemin efsane radyo programı “Kaybedenler Kulübü” film oldu. 25 Mart’ta vizyona girecek filmin başrol oyuncuları Nejat İşler, Yiğit Özşener, Ahu Türkpençe ve Rıza Kocaoğlu Aktüel için biraraya geldi.
90’lar, yeni yeni açılmaya başlayan özel radyolar ile radyo dinleme alışkanlığının tepe noktasına ulaştığı yıllardı. O zamanların fenomeni ise “Kaybedenler Kulübü” adındaki radyo programıydı. Dönemin en “underground” işlerinden biri olan bu programın yıldızları, Kadıköy’de Trip adlı barı işleten Mete Avunduk ve Altıkırkbeş Yayınları’nın sahibi Kaan Çaydamlı’ydı. İkilinin birbirleriyle ve telefonla yayına bağlanan dinleyicilerle bulundukları sıradışı diyaloglar bir süre sonra onlara inanılmaz bir popülerlik getirdi ve program tam yedi yıl boyunca sürdü. Efsane mertebesindeki “Kaybedenler Kulübü”ne yıllar sonra hayat veren ise yönetmen koltuğunda oturan Tolga Örnek. Başrolerini Nejat İşler (Kaan), Yiğit Özşener (Mete), Ahu Türkpençe (Zeynep) ve Rıza Kocaoğlu’nun (Murat) paylaştığı filmi 25 Mart’tan itibaren izleyebileceğiz. Filmin ekibi Aktüel’in sorularını yanıtladı.
Kaybedenler kulübü
90’larda yayınlanan bu program döneminde siz neler yapıyordunuz?
Nejat İşler: Ben programın dinleyicisiydim. O dönem “Şehnaz Tango” diye bir dizi yapıyordum, orada rockçı bir çocuğu oynuyordum. Teşvikiye’de tezgâhım vardı, kitap satıyordum. Akşamları Kemancı’ya gidiyordum. Sokaktaydım yani. Ne yaptığımı bilmiyordum.
Rıza Kocaoğlu: Ben İzmir’deydim. Kent FM dinleyemiyordum çünkü radyo sadece İstanbul’da çekiyordu. Ama Altıkırkbeş Yayınları’ndan çıkan kitapları okuyordum.
Yiğit Özşener: Üniversite öğrencisiydim Yıldız Teknik’te, elektronik bölümünde. Birkaç yakın arkadaşımla evde toplanır birlikte dinlerdik bu programı.
Kaybedenler kulübü
Hikayedeki karakterinizi anlatır mısınız?
N.İ: Kaan, Altıkırkbeş Yayınları’nın ve “Kaybedenler Kulübü”nün kaptanı. Zeynep’le aralarında öyle bir ilişki var mı yok mu, tam olarak bilmiyorum… Ama temiz bir aşk var aralarında. Böyle şeyler hepimizin başına gelebilir.
Sonra ne oluyor?
N.İ: Zeynep başka bir dünyaya ait. Ama hikâyede birbirlerine âşık oluyorlar. Kaan’ın seçimi çok belli, Zeynep hayatıyla ilgili başka bir seçim yapıyor. Yoldaşlıktan daha güzel bir şey yok hayatta. Hayatta bir süre birlikte gidiyorsun. Sonra önüne bir kavşak çıkıyor… Bence “Kaybedenler Kulübü” tamamen yoldaşlık ilişkisi.
Hikâyede Zeynep karakteri nerede konumlanıyor?
Ahu Türkpençe: Kaan ve Mete daha uç noktadalar, farklı bir kitleyi temsil ediyorlar. Bir şekilde barda tanışıyoruz biz Kaan’la. Zeynep sabah işine giden, akşam evine gelen, üniversitesini bitirmiş, işe girmiş ve hayatına o standart çizgi içinde giden ama bir yandan da açık görüşlü olmaya çalışan, köşeleri olmayan, uç denilebilecek şeylere adım atmaya heveslenen ama onu da yapamayan bir kadın… Daha sıradan yani. Kaan ve Mete daha özgür ruhlar ama gene de aynı noktada birleşiyoruz, çünkü ortak çok şeyimiz var.
Kaybedenler kulübü
“Tyler Durden gibi, sistemi ya da kendini patlat”
Buradaki “kaybedenler” aslında belki de sistemin dışında duran ve bundan zevk alan insanlar mı?
Y.Ö: Bu elemanlar hayatın akışıyla ilgileniyorlar esasında. Karşındakinin fikrine eşit mesafede durabilmek olarak algılıyorum adamların hayat felsefesini. Tanıtım filminin sonunda “biz sadece birbirinin muhabbetinden hoşlanan iki insanız” diyor. Budur yani. “Kaybedenler” olarak algıladığımız insanlar belki de normal olanlardır. Onlar “gönüllü” kaybedenler.
A.T: Kendi içlerinde “kaybeden” olarak görmüyorlar kendilerini aslında.
N.İ: Sistemin dışında değil, ama sistemin içinde farklı durmak bu. Hep şeyi söylüyorum, “Fight Club” (Dövüş Kulübü) örneği. Tyler Durden’ı düşünün. Sistemin içine git, sistemi patlat. Ya da kendini patlat…
Kaybedenler kulübü
Size neler hissettirdi “Kaybedenler Kulübü”?
N.İ: Ben gençliğime selam çaktım. Başkası oynasa kavga ederdim, onu söyleyeyim. İyi ki bana geldi teklif.
Nasıldı size göre o yıllar?
N.İ: 90’ların başında rahmetli Tombul, İcraatın İçinden’de gözümüze kalemi soka soka konuşuyordu. Kadınlar da biraz parasal anlamda rahatlamış, ekonomik özgürlüklerine kavuşmuşlardı ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Güzel günlerdi benim için de…
Her şeyin birden değiştiği ama nitelikli şeylerin de gelişmeye başladığı bir dönemdi diyebilir miyiz?
N.İ: Yurtdışından bir süre güzel şey geldi ya. Çikolata geldi, ayakkabı geldi, üst baş geldi... Kitap da geldi, plak da geldi. Bir an bir sürü şey gelince okuyorsun, dinliyorsun. İmkânı olanlar baktı. Bizim de imkânımız vardı, okuduk dinledik. Bir anda çağı yakaladık. İnternet başladı. İşe uyandık. 80’lerin başına kadar bizim bildiğimiz bilgi tüketebildiklerimiz, 40’ların 50’lerin Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarıydı. 60’lardan sonra sol külliyat vardı, başka da bir şey yoktu. Ama bu dönemde her şey bir anda değişti, ortalık karıştı. Bombardıman gibi gelmeye başladı bilgiler ama biz seçtik arasından.
Kaybedenler kulübü
Sizin Teşvikiye’de tezgâh açtığınız dönemde bu ülkenin ilk metalcilerinden biri “Parkinson Şeref” ve Zihni gibi isimler de tezgâh açıyordu. Oradaki herkes kendini kurtarırken “Parkinson Şeref” tam bir kaybeden oldu. Sonra, sokak müziğini uzun yıllardır icra eden Siyasiyabend… Ama onların hayali hiçbir zaman “Kaybedenler Kulübü”ndeki gibi Harley Davidson motor olmadı. Bir kaybedenin hayali Harley Davidson’a nasıl dönüşür?
N.İ: Parkinson Şeref benim hocamdır. Siyasiyabend’i de biliyorum. O bir seçim. Öyle yaşamak, dik durmak epey düşünülmüş bir seçim. Öyle zırt diye anında olmuş bir şey değil yani. Etrafına bakıyorsun, hayatına bakıyorsun. Kazananlara bakıyorsun… Bakıyorsun işte.
Film esnasında geriye dönüşler yaşadınız mı?
N.İ: Benim için acıklı ve hüzünlü bir süreçti. Acıklı, çünkü yok artık. Abartıyorum galiba ama ben çok eğlendim. Ciddi söylüyorum, öyle böyle değil. İş yapar gibi değildi.
Y.Ö: Film üç buçuk haftada çekildi. Zamandan kazanmak için stüdyo kuruldu ve ilk üç gün bütün radyo stüdyolarını çekip bitirdik. Sonra radyo stüdyosunun söküldüğünü görünce kötü oldum. Biliyorum bu bir film, burası bir dekor ama gerçekten kötü hissettim kendimi. Bu sadece benim kurduğum bir bağ değildi. Herkes böyle düşünüyordu. O yüzden bütün uykusuzluğuma rağmen, “Ezel”in setinden koşup eve gidiyor, duş alıyor, buraya geliyor ve “yaşasın setteyim” diye bağırıyordum.
Kaybedenler kulübü
“Kaybedenler Kulübü aylaklık hakkını savunuyor”
Filme hazırlanırken neler yaptınız?
N.İ: Filme hiç hazırlanmadım ki! Yayınları ben zaten dinlemiştim. Altıkırkbeş okuyordum, zaten biliyordum. Bana zınk diye hazır geldi her şey.
Y.Ö: Ben de zaten dinleyicisiydim o yüzden biliyordum. Ama daha sonra Kaan’la Mete arasında, dolayısıyla benimle Nejat arasındaki ritmi çözmeye çalıştık. O ritmi yakalamak için bazen aralardaki diyalogları değiştirir miyiz, aklımıza gelir bir şeyler ekler miyiz diye düşündük.
Kaybedenler kulübü
Bu film biraz da “tembellik hakkı”nı savunuyor…
Y.Ö: Evet, aylaklık hakkıyla ilgili. O dönemle şimdiyi karşılaştırdığımda klişe olacak belki ama sanki her şey daha yavaştı. Eminim o dönemin öncesine göre hızlı sayılırdı. Ama bugünden baktığımda o dönemin daha kolay, daha rahat, daha “easy” olduğunu görebiliyorum. Tembellik mevzusundan öne çıkarsak, o zamanlar ortalıkta tembelliğin ne kadar kötü bir şey olduğu konuşulmazdı. Şimdi tembelliğin kötü bir şey olduğu çok fazla konuşuluyor. Herkes kendince bir yorum yapıyor, herkesin bir felsefesi var!
A.T: İnsanlar internet sayesinde daha da tembel.
Y.Ö: Ama çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, araba, bilgisayar… Bunların hepsi doğruk ullanıldığında bize “zaman” kazandıran, işimizi kolaylaştıran şeyler değil mi? Benim tembel olabilmem için daha fazla zamanım olması gerekiyor şuanda, ama değil. Demek ki ruh değişti.
Kaybedenler kulübü
İstanbul’da aylaklık yapılabilecek bir yer kaldı mı ki?
Y.Ö: Meydanların olmadığı bir yerden bahsediyoruz. Her şey çok hızlı değişiyor. Ömür boyu kötülediğim bir şey değil bu, asla kötülemem. Benim için geçerli değil gerçi, istesem de yapamıyorum artık aylaklık. Üniversitede daha rahattık tabii. İnsanlarla bile daha ağır ağır sohbet ediyorduk ya!
A.T: Üniversitede her şey daha kolaydı! Her şey sana bağlı, dersini sen seçiyorsun, ister giriyorsun ister girmiyorsun…
Y.Ö: Para kazanmak da girdi tabii devreye. O zaman aylaklık daha da kötülenen bir şey haline geldi. O dönem sanki daha kaygısızmışım… O zamanlar da yapmam gerekenler vardı, çalışmam gereken şeyler vardı…
Kaybedenler kulübü
“Bu film birlikte yaşamaya bir övgü”
Filmdeki diyaloglar gerçek radyo programındaki diyaloglardan mı oluşuyor?
Y.Ö: Daha önceki diyaloglar kullanıldı ama başka diyaloglar da eklendi. Bir senaryo haline gelmesi için çalıştık. Yoksa programlardan monte edilmiş parçalar gibi dururdu. Filmin yüzde sekseni reel diyaloglardan oluşuyor.
Kaybedenler kulübü
“Kaybedenler Kulübü”nü hem o dönemi yaşayanlar, hem de 90 doğumlular, yani farklı yaş gruplarından insanlar izleyecek. Anlattıklarınızın anlaşılmaması gibi bir endişeniz var mı?
N.İ: Ben umutluyum. Umarım şöyle bir film olur: Birlikte yaşamaya övgü bu film. Farklılıkların birarada olmasına bir övgü. Bunu anlatmışsak eğer, bu anlaşılırsa çok sevinirim. Aslında mevzuyu en güzel anlatan şey şu: Bir karakter var, bir dinleyici. Fatih’te yaşıyor ve karısının başı bağlı, Allah’a inanan, muhafazakâr biri. Bunlar programda Jan Garbarek çalıyorlar, sonra şarkı “fade out” oluyor, neyle devam ediyor adam üstüne. İşte bu film böyle bir şey…
Y.Ö: Ne hissedecekler yabancı mı gelecek, hayranlık mı uyandıracak merak ediyorum. O vakit programa bağlanan insanların yelpazesi o kadar genişmiş ki. Şimdi daha kaygılı daha endişeli bir topluluk olduk. Ama dünya da öyle artık. Yeni biriyle tanışırken bile kaygılı ve hızlıyız. O yüzden film bize başka bir şey, son iki kuşağa başka bir şey hissettirecek.
Kaybedenler kulübü




