Georgia O'Keeffe
1887'de Wisconsin'de doğan Georgia O'Keeffe, 20. yüzyıl Amerikan modernizminin en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyor. Küçüklüğünden beri resme ilgi duysa da asla diğer sanatçılar kadar iyi resim yapamayacağına inanıyordu. Bu yüzden daha önce yapılanları taklit etmeyi bırakıp kendi yoluna gitmeye karar verdi. Sanat eğitimine Chicago Sanat Enstitüsü Okulu'nda başladı. 1910'larda soyutlamanın öncüsü oldu. 1911 ve 1918 yılları arasında Virginia, Teksas ve Güney Karolina'da öğretmenlik yaptı. İlk karakalem işleri New York'ta bir galeride sergilendi. New York'un manzaraları, doğası ve gökdelenleri, eserlerinin çoğuna ilham verdi. 1997'de Santa Fe'de Georgia O'Keeffe Müzesi kuruldu. 1932 tarihli 'Tatula' tablosu, 2014'te 44,4 milyon dolara satıldı. Bu tutar, o zamana kadarki kadın ressamlara ait en pahalı eser rekorunu kırdı.
Frida Kahlo
Şüphesiz 20. yüzyılın en ünlü sanatçılarından olan Frida Kahlo, Tam ismiyle Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon'un yaşamına, çocukken geçirdiği hastalıklar ve acılar büyük etki bıraktı. 6 Temmuz 1907'de doğan Meksikalı ressam, çocuk felci ve çeşitli ameliyatlar yüzünden uzun bir dinlenme dönemi geçirdi ve bu, eserlerine yansıyacak bir yalnızlığı doğurdu. Henüz 18 yaşındayken bir trafik kazası geçirdi. İlk çalışmaları, kendi hayatını nasıl gördüğünü yansıttı. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre çizdi. 22 yaşına geldiğinde, bir ressam olan Diego Rivera ile evlendi ve inişli çıkışlı bir ilişki yaşadı. Rivera ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşadığı dönemde, orada resmi gelişti. Rüyaları değil, kendi hayatını resmettiğini söyleyerek, kendisine yapıştırılan sürrealist damgasını her zaman üzerinden atmak istedi. 40'lı yıllarda çalışmaları değerlenmeye başladı ve farklı karma sergilere katıldı. İlk kişisel sergisini 1953'te Meksika'daki galerisinde açtı.
Helen Frankenthaler
1928'de New York'ta varlıklı bir ailede dünyaya gelen Helen Frankenthaler, Picasso, Braque ve Jackson Pollock'un çalışmalarından ilham aldı. Doğada gizli formlara odaklanması nedeniyle sanatı, soyut dışavurumculuk ile ilişkilendirildi. Pollock'unkine benzer bir teknikle ve daha modern bir yaklaşımla, resim yöntemi, 'renk alanı' veya 'resimsel soyutlama' olarak adlandırıldı. 1950'lerin başında büyük ölçekli soyut dışavurumcu resimlerini çağdaş müzelerde ve galerilerde sergiledi. Sanat kariyerinin tam anlamıyla başlaması ise, 1952'de gerçekleşen Dağlar ve Deniz sergisiyle oldu. 1958'de kendi gibi ressam olan Robert Motherwell ile evlendi. Günümüzde, Frankenthaler'ın eserleri, Londra'daki Tate Modern gibi en önemli sanat galerilerinin bir parçası.
Tamara de Lempicka
1898'de Polonya'da doğan Tamara de Lempicka, sanatsal mesleğini İtalya'da büyükannesiyle birlikte geçirdiği bir kış boyunca keşfetti. 20 yaşında Tadeusz Lempicki ile evlendikten sonra Paris'e taşındı. İnsan figürü en büyük takıntısı oldu, Kübizm akımından etkilendi ve Art Deco'nun en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edildi. 1925'te, çalışmaları önemli galerilerde sergilendi ve kısa bir süre sonra Uluslararası Bordeaux Sergisi'nde birincilik ödülü kazandı. Dışavurumculuğun gelişiyle birlikte tarzı da dönüşüme uğradı ve eserlerini bu akıma uyarlamaya başladı.
Yayoi Kusama
1929 doğumlu Yayoi Kusama, en önemli avant garde sanatçılardan biri olarak, resim, enstalasyon, edebiyat ve sinema dahil bir çok farklı sanat disiplinlerinde önemli eserler ortaya koydu. Yaşadığı halüsinasyonlardan etkilenerek benekler ve ağları resmeden Japon sanatçı resim yapmaya çocukken başladı. Sanatçı olma arzusunu gerçekleştirmek için 1950'lerin sonunda Japonya'dan New York'a taşındı. Resimleri minimalist hareketle başladı, ancak çalışmaları pop art'a yöneldi, balkabağı formunu sıklıkla kullandı. 1970'lerde Japonya'ya döndü ve gönüllü olarak bir psikiyatri hastanesine girdi. Burada çok sayıda roman, şiir ve otobiyografi yazarak edebiyat kariyerini başlattı. 1993 yılında Venedik Bienali'nde Japonya'yı temsil etti.
Berthe Morisot
Fransız sanatçı Berthe Marie Pauline Morisot, 19. yüzyılın ikinci yarısında Paris'te, Empresyonist hareketin önde gelen isimlerinden biriydi. Varlıklı bir burjuva ailenin çocuğu olarak büyüdü, küçük yaşlardan itibaren resim dersleri verdi. École des Beaux Arts 'da mimarlık okudu. 1864'te henüz 23 yaşındayken, Morisot'un eserleri ilk kez Salon de Paris'te sergilendi. Diğer izlenimciler gibi, çoğunlukla günlük hayat ve portrelere yöneldi. 'Beşik', 'Çayırda Oturan Kadın' ve 'Çocuk' gibi eserlerini resmederken, kız kardeşi ve yeğenlerini model olarak kullandı. Zamanının tüm önemli sanatçılarıyla iletişim kurdu, Londra ve New York'ta sergiler açtı. 54 yaşında ölümünden sonra, Degas, Renoir, Monet ve Mallarme gibi meslektaşları, Morisot'un eserlerinin ilk retrospektif sergisini düzenledi.
Käthe Kollwitz
1863'te Königsberg şehrinde doğan Käthe Kollwitz'in bir sanatçı olarak yeteneğini geliştirmesini sağlayan babasıydı. Sanat eğitimine 1884'te Berlin'de başlayıp, 1888-1889 yıllarında Münih'te devam eden Käthe, 19. yüzyılın sonunda işçilerin ve halkın yaşadığı olumsuz koşullardan, toplumsal adaletsizliklerden etkilendi. Eserlerinde gerçek yaşamda tanık olduğu insanlara ve olaylara yer verdi. Prusya Sanat Akademisi'nde görev alan ilk kadın oldu. Oğlu Peter'ın 18 yaşındayken I. Dünya Savaşı'nda yaşamını yitirmesiyle acısını heykel yapmaya yöneltti.
Margaret Keane
1927'de doğan, 'Büyük Gözler' ressamı Margaret Keane'in yaptığı tüm resimler önce eşi Walter Keane'nin imzası ile satışa sunuldu. Walter Keane, kadın, çocuk ve iri, hüzünlü gözleri olan hayvan portreleri sayesinde Amerika Birleşik Devletleri'nin en ünlü ressamlarından biri oldu. Ancak 1970 yılında Margaret Keane resimlerin gerçek sahibinin kendisi olduğunu açıkladı. Eşiyle karşı karşıya geldiği mahkemede, resimleri Margaret Keane'in çizdiğine karar verildi. Margaret ve eşinin hikayesi Tim Burton tarafından yönetilen Big Eyes filmine konu oldu.
Dora Maar
Fransız fotoğrafçı, ressam ve şair Dora Maar, sevgilisi Pablo Picasso'nun en büyük ilham perilerinden biri olarak tarihe geçti. Picasso'nun, Dora Maar Portresi ve Dora Maar au Chat de resimlerine tasvir edildi. Picasso ile ilişkisinin sona ermesinden sonra, ressam olarak çalışmalarını geliştirdiği Fransa'nın güneyine yerleşti.
Paula Rego
20. yüzyılın ikinci yarısının en büyük figüratif ressamlarından biri olarak kabul edilen Portekizli Paula Rego, 1935'te Lizbon'da doğdu, Londra'ya göç etti ve Slade Sanat Okulu'nda okudu. 1960'larda ve 1970'lerde neo-Dadaist olarak sınıflandırılan ilk çalışmaları ile başarı elde etti. Zorlu geçen çocukluğundan görüntüler, pop art ile dışavurumculuk arasında gidip gelen eserlerine yansıdı. Eserlerinden bazıları, British Museum, National Gallery of London, Tate Modern ve Victoria & Albert Museum gibi dünyanın en önemli koleksiyonlarında yer alıyor.